İktidar, Suriye’ye girmek Üzereyken…
Herkesin bildiği gerçekleri burada bir kere daha tekrarlayarak kafanızı şişirmek istemem. Söyleyeceğim sadece şudur: Türkiye devleti ve iktidarı, birkaç gün sonra Suriye’ye girip YPG’ye saldırmak için son hazırlıklarını yapıyor şu anda.
Nereden çıkarıyorsun bunu diye sorduğunuzu biliyorum. Anlatayım.
Daha önceki iki patlamadan biliyoruz. AKP iktidarı bütün büyük patlamalarda aynı tutumu takındı: Patlamadan siyasal bakımdan azami ölçüde yararlanmak.
Suruç patlamasından, PKK’ya karşı saldırı savaşını başlatmak için yararlandılar (gerçi PKK de böyle bir savaşa girmek için pek teşneydi). Esas hedefleri ise, savaş ortamından yararlanıp halkı korkutarak seçim başarısı kazanmaktı.
10 Ekim Ankara patlamasından sonra bombanın “IŞID, PKK ve DHKP-C tarafından” patlatıldığını ileri sürdüler. Bunu baştan söylemelerinin nedeni gelişmelere göre bütün alternatifleri ellerinde tutmaktı. Kısacası, iktidardakilerin bombanın gerçekte kimin patlattığı umurlarında değildi. Umurlarında olan, patlamadan azami kârı elde etmekti. Nitekim öyle oldu. 1 Kasım seçimine oldukça yakın bir zamandaki bu patlamayla hem HDP’yi marjinalize edip sesini duyuramaz hale getirdiler ve Kürt muhafazakâr seçmenini yanlarına çektiler, hem de milliyetçi seçmeni etkileri altına aldılar. 1 Kasım seçiminde oylarını o derece yükseltmelerinde 10 Ekim patlamasını kendi avantajlarına kullanmalarının çok büyük rolü vardır.
Gelelim dünkü patlamadan sonra cumhurbaşkanı ve başbakanın (tabii ki yandaş medya korosu eşliğindeki) açıklamalarına. Bu sefer, ilginçtir ki, PKK sorumlularından Cemil Bayık’ın, “biz yapmadık ama bizimkiler yapmış olabilir” anlamına gelen ve iktidara çanak tutan tuhaf açıklamasına rağmen (PKK bu sorumsuzluğu, Suruç patlamasından sonraki, Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi olayından sonra da yapmıştı), normal şartlarda bu açıklamanın üstüne atlaması beklenecek olan hükümet, Cemil Bayık’ı neredeyse duymazdan geldi ve bombayı YPG’nin patlattığını ileri sürdü. Ellerinde kuvvetli deliller varmış!
Onların elindeki delillerin ne olduğunu bilmiyoruz ama bizim elimizde, bu açıklamanın, daha önceki örneklerinde de gördüğümüz gibi, tamamen siyasi ve askeri hedefler için yapıldığına dair kuvvetli belirtiler var. Bombalamadaki diğer tuhaf noktaların değil, sadece bunun üzerinde duracağım burada.
Bir: Böyle bir patlamayı yapmaya giden şahıs, nasıl olmuştur da her an çevrilip kimlik kontrolüne tabi tutulması çok muhtemel olan bir bölgede Suriyeli olduğunu açıkça ortaya koyan bir kimliği yanında taşımıştır? Nasıl olmuştur da arabasının plakası bile sahteyken arka cebinde hakiki kimliğini taşımaması gerektiğini düşünememiştir?
İki: Ankara’da deprem olduğu zehabını yaratacak bir patlamanın tam orta yerinde yer alan bir şahsın kimliği nasıl olmuştur da parçalanmamış veya yanmamıştır?
Üç: Nasıl olmuştur da YPG’yi böyle bir eyleme yönlendirdiği iddia edilen Suriye istihbaratı Suriye rejimiyle “yakın irtibatta” olduğu “bilinen” bir elemanını sürmüştür bu eyleme?
Dört: Nasıl olmuştur da, Ankara’nın en kritik yerindeki böylesi bir bombalamayı önleyemeyen MİT, hiç gecikmeden bu elemanın Suriye rejimiyle yakın irtibatını tespit etme ivecenliğini ve becerisini gösterebilmiştir?
Beş: Diyelim ki bu şahıs Suriye rejimiyle bağlantılı olmuş olsun. Aynı şahsın YPG elemanı olduğunu ortaya koyan deliller nerededir? (Açıklasalar da bilsek!)
Altı: YPG sorumluları “biz yapmadık” diye net bir açıklama yaptıkları halde onların bu açıklamaları neden kesinlikle dikkate alınmadı? Cemil Bayık’ın “biz yapmadık ama bizimkiler yapmış olabilir” açıklaması, aslında hükümet açısından “hah işte PKK yapmış” demesi için büyük bir fırsat olduğu halde bu açıklama neden görmezden gelindi? Sakın hükümetin niyeti “PKK yemek” değil de, “YPG dövmek” olmasın!
İktidarın bütün davranışları niyetini ortaya koyuyor. Suriye sınırında YPG’nin ilerlemesiyle zor duruma düşen Türk devleti ve hükümeti, muhtemelen kendi istihbarat örgütünün işi olan (Suruç ve 10 Ekim Ankara patlamalarında olduğu gibi) bu patlamadan yararlanıp Suriye’ye girmeyi ve YPG’ye saldırmayı planlamaktadır.
Öyle sanıyorum ki, birkaç gün içinde de bunu yapacaktır.
Kimse bu plana alet olmamalıdır. Bugün kendisinden beklenmeyecek ölçüde hükümet yanlısı, berbat açıklamalar yapan gazeteci Murat Yetkin mesela.
Gün Zileli
18 Şubat 2016
Murat Yetkin sanki sonunda “istihbaratın adamı” olduğunu itiraf etti. Kritik zamanda önemli bir “görev” ifa edeceği hırsıyla deşifre olmayı göze aldı!
*
Bu adam bir başka yerde “temizlenmiş” ve intihar bombacısı olarak kimliği ilgili dosyada saklanmış olabilir. Bu da bir olasılık. Sabıkalı kimliği ile orada dolaşmak; yanmaya dayanıklı özel kimlik mi verilmişti..
(TSK bu provakasyonu anlamıyorsa, anlamazlıktan gelmek istediği için olabilir ancak)
Sonuçta D. Baykal’ıyla muhalefet; D. Bahçeli ile yavru muhalefet; savaşta mahvolacağını bilmezden gelen halk; tek adamın akıl dışı, rasyonaliteden kopmuş çılgın hayalleri arkasında sürüklenen partisi; o partiye yıllarca emek vermiş “sözü dinlenir” adamların basiretsizliği ..
hak edilmiş bir felaket olacak bu savaş…
***
Daha da önemlisi bu savaş yıkımının arkasından “hacı yatmazların” yeniden ortaya çıkması da önlenmeli..
Savaş önlenemeyecek görünüyor; ama bu felaketin tüm suç ortakları; AKP-CHP ve MHP de yıkımın altında kalmalı…
Dinci gericilik doğrudan tüm sorumluluğu taşımak zorunda… Kaçacak yerleri olmamalı…
Sol, sosyalist muhalefet bu gerici, dinci, azgın milliyetçi, budalaları yalnızca bu savaş yanlılığı üzerinden teşhir etmeli ki, felaketten sonra söyleyecek söz bulamasın, mağaralarına kaçmak zorunda kalsınlar…
Ne hoş; E. Erdem de “kullanışlı aptallar” mı olmuş? Sahte, büyük provakosyana hizmet edecek bir belge sızdırılıyor ona; en alık o mu?
*
izli ibareli bir istihbarat raporu gösteren Eren Erdem, raporda Türkiye’ye yönelik IŞİD terör örgütünün saldırı yapacağının ifade edildiğini aktardı. Askeri noktalara saldırının yapılacağının belirtildiğini anlatan Erdem, “PYD’ye ait terör unsurlarının da sızma yaptığı, raporda vurgulanıyor. Rapor 20 Ocak 2016 tarihli. PYD mensuplarının sızma içerisinde olduğu ifade ediliyor raporda. Aradan 17 gün geçiyor, Ankara’da Meclis’e 5 dakika mesafede saldırı gerçekleşiyor. Bu raporu yayınlayan istihbarat, neden hiçbir tedbir almamıştır; niçin alınmamaktadır? Ülkeye yönelik bir saldırı yapıldığı söyleniyor. Baktığımız zaman bir tedbir yok. Şimdi birileri çıkıp ‘zafiyet yok’ diye laflar kullanacaklar. Kimseyi kandırmasınlar; istihbarat, muhalefeti dinlemekten, gözlemekten bu ülkeyi korumaya fırsat bulamıyor” diye konuştu.
**
Hımm. Demek PYD sızma yapmış ama istihbarat da göz yummuş!
Bunca salak adam, bir çetenin hem de deşifre olmuş yöntemlerine hala inanıyor. Pes!
Peki “tc suriye’ye giremez çünkü rusya tepesinde biter” tezine ne diyorsunuz?
Yapma Gürsel Abi. Yani sen inanıyor musun şu yazdığın son cümleye? Türkiye’de bu dediğini yapacak güçte sol, sosyalist muhalefet mi var sanki?
http://odatv.com/ya-tayyip-ya-olum-1502161200.html
http://odatv.com/yiyorsa-g.tunuz-gidin-savasin-0902161200.html
sayin zileli, yazinizda dogru tespitler yapmissiniz. yalniz diger taraftan komplo teorileri üretmekten ve spekülasyon yapmaktan da vazgecmiyorsunuz. sizinde isabetli bir sekilde yazdiginiz gibi, hükümetin aciklamalari, T.C.’nin PYD’ye saldirmak icin bu patlamayi bahane-sebep olarak kullanmaya calistigi ortada. kendisini devrimci, anarsist, marxist vs. olarak nitelendiren devlet-sistem muhalifi insanlarin böyle patlamalardan sonra komser kolombo pozlarina bürünüp, eylemin ayrintilari üzerinden spekülasyon ve komplo teorileri üretmeleri kesinlikle yanlis bir tavir. bunu burjuva basini ve halk kahvehane muhabbetlerinde zaten yapiyor. size yada bize düsen is, insanlari aydinlatacak siyasi analizler yapmak. belirleyici olan, ankara da ki eylemi ISID mi, PKK mi, PYD mi, suriye-iran-rus istihbaratimi yoksa T.C.’nin bizzat kendisi mi yapti sorusunun cevabi degildir. bu konuda ne yazilirsa yazilsin, yapilan is spekülasyon ve komplo teorisi üretmektir. dikkat edilirse, ankara patlamasi, 11 eylül ikiz kuleler saldirisi gibi eylemlerde karsit tezler-iddialar ileri süren taraflar, bu tezlerine-iddialarina bir takim kanitlar göstermekte zorlanmiyorlar. öyleyse bizim dikkatimizi toplamamiz gereken nokta: devletin-hükümetin bu eylemi hangi siyasi sonuclara-hedeflere bagladigidir.
1-) T.C. cumhurbaskani erdogan “suriyede, kuzey irak benzeri bir olusuma kesinlikle izin vermeyecegiz” diye acikca söyledi-söylüyor. erdogan’in-AKP’nin bu tavrinin kaynagi nedir: T.C.’nin kürtlerin asimilasyonu, diger bir degisle kürt karsiti milli güvenlik stratejisi; devlet programi; devlet reson’u (staatsräson). T.C. suriye kürtlerinin siyasi statü kazanmasindan neden bu kadar endiseleniyor: cünkü dört devlet arasinda bölünmüs kürdistan cografyasinin herhangi bir parcasinda ki ulusal-milliyetci bir hareket-kipirdanma, elde edilen siyasi bir kazanim ister istemez diger parcalarda yasayan kürtleri de etkiliyor, farkli devlet sinirlari icinde yasayan kürtlerde ulusalci-milliyetci düsünceyi tetikliyor. böylesi bir gelisme ortadogunun kürtlerin asimilasyonu üzerine kurulu siyasi düzeni-devletler düzeninin; “statüko quo”nun catirdamasi anlamina geliyor.
2-) ankara eylemini suriye ic savasi ile ilgili ikinci boyutu: T.C.’nin amaci bilindigi gibi sadece suriye kürtlerinin siyasi statü sahibi olmalarini engellemek degildir. diger bir hedef: ABD’nin “amerikan dünya düzenine entegre olmamakta israr eden esad rejimi yikilmali” kararindan sonra, ABD’nin T.C. gibi bölgesel müttefiklerinin bu ihaleye talip olmalari ve suriye pastasindan mümkün mertebe fazla pay kapmaya calismalari. yani T.C.’nin derdi sadece PYD’nin siyasi-askeri-diplomatik kazanimlarini engellemek degil, ayni zamanda PYD bahanesi ile suriye’ye karadan müdalale edip, esad rejiminin cihadcilar karsisinda güclenen pozisyonunu tekrar zayiflatmak, esad rejimi yikilmasa bile ikiye bölünmüs bir suriyede en azindan kuzey suriyede nüfus-söz sahibi olmak.
sonuc: kapitalist devletlerden-uluslardan ve bunlar arasinda ki siyasi-ekonomik-askeri rekabetten bahsetmeden, T.C.’nin suriye politikasinin, T.C.’nin milli güvenlik stratejisi ile, T.C. devlet reson’u ile iliskisini kurmadan sadece erdogan’in kisisel hirsi ile aciklamaya calismak olan biteni yeterince aciklamiyor.
makul bir tez ama savaş ortamında makule yer yoktur
Yazıda bunları anlatmaya çalışmıştım zaten.
4’e
savaş yıkımı insanları değiştirir.
herkes başka bir insan olur; ben de bu “başka insan” olunurken değişimin yönü konusunda düşüncelerimi yazdım.
Bu da bir fırsattır!
savaş bir ülkeyi mahvederken, yenilgi kaçınılmaz hale geldiğinde insanlar “aklı başında” sözlere kulak kesilir; dünün Türkçüsü, Dincisi yeni bir dünya arar!
Bu aşamada hayatı doğru okuyan ve güven veren ve gereken bilgisel, psikolojik cesareti taşıyan yapılar önder olabilir..
*
Bu salak, anlamsız ve ağır yıkımla taçlanacak Savaş çok insanın içinde devrim yapacaktır;
örneğin M. Kemal gibi Laik, Batılı, Modernite yanlısı bir adam olağan koşullarda o pozisyonda olabilir miydi?
*
Yüzde 65’i muhafazakâr, gerici… topluma tam da bu zihniyetin ülkeyi felakete sürüklediği düşüncesi, işte “o zaman” inandırıcı gelmeye başlayacaktır.
Ve bence.. üzerinde bugünden düşünmeli…
Savaş sonrası .. Federal Devletler mi; Merkezî iktidar mı? İlk yanıtlanacak soru bu mu?
sekreter kız telefonla arayanlara, patronum şu anda toplantıda diyebilir. oysa hükümettekiler, özel sektördekiler, bürokratlar, kurumlar kapalı bir odada birbirlerine kağıttan uçak atarlarken veya poker oynarlarken durmadan komple teorileri üretebilirler. en iyi üretilmiş teori o günün en iyi sloganı olarak ve kar hanesine yazılmak üzere uygulamaya konabilir. gözde hiçte büyütülmeyecek komple teorilerini onlar üretebilir de neden yazarlar, sokaktaki adam üretemeyecek ki… aradan çok kısa bir süre geçtikten sonra zileli’nin yazdıklarına benzer şeyleri düşündüm. diğer ölümlerin kimlik tespitleri neden dna testlerine ihtiyaç duyarken canlı bombanın kimliği hemen nasıl açıklanabilmişti… sonra düşündüm, canavar gibi mit’imiz mobese kayıtlarından arşivlerini tarayarak hadi fotoğrafını bulmuş olsun dedim ama ya yanmayan kimlikler vb.bir sürü şey… oya baydar da benzer tespitlerde bulunmuş:
http://t24.com.tr/yazarlar/oya-baydar/ankaradaki-teror-saldirisi-kim-yapti-kime-yaradi,13914
CHP İstanbul Milletvekili Dursun Çiçek, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, Ankara’daki terör saldırısını kınayarak, “Oraya kadar gelen araç, Silahlı Kuvvetlerin nizamiyesine de Bakanlığın kapısına da bu saldırıyı gerçekleştirebilir. Silahlı kuvvetlerin Suriye bataklığına girmeme iradesini baskı altına almak için yapılmış bir hain saldırı. Kara harekatının Suriye’de yapılması, BM kararı olmadan yeterli bir uluslararası meşruiyet kazanmayacak Türkiye’yi de bu bataklığa sokacaktır. Kesinlikle saldırının hedefi Türk Silahlı Kuvvetleri. Bir yerde istihbarat zafiyeti varsa Türkiye için bunun birinci sorumlusu MİT’tir” dedi.
ARKADAŞLAR,
BUGÜN ÜST ÜSTE DÖRT ÖZEL MAİL ALDIM. BİR İKİSİ SADECE UYARI MAHİYETİNDEYDİ. BİR İKİSİ DE TEHDİT HAVASINDA. BUNLARI GELİŞ SIRASINA GÖRE AŞAĞIYA ALIYORUM:
Siz kendinizi ne görüyorsunuz? Bu vatan bu millet bu devlete ne faydanız olmuş bu zamana kadar? Bu topraklarda kazandın, yedin, içtin, okudun, pislettin hala da pisletiyorsun… daha tatmin olmadın daha da daha da diyorsun.. Yazık size!! Asil bir kişi kendi evini küçültecek sözler sarf eder mi? kendi vatanını küçültecek şeylerin arkasında durur mu? sizde edep adap vatan sevgisi birlik inanclarının esamesi kalmamış. YAZIK….
Bu yapıyı bozmanız için daha çok yol almanız lazım. biz varken yerdeki çakıl taşına zarar veremez yıkamaz bölemezsiniz… Biz Müslüman Türküz. Sizin dedeleriniz nasıl bir halt yiyemediler sizde yiyemeyeceksiniz. yedirmeyiz…. Aklınızı başınıza toplayın bu vatan safına dönüş yollarına bakın.. Kendilerini bir şey zanneden Külahımın Aydınları
ALİ TAYYAR
Sayın Yazar
Türkiye’nin yazarısınız ülkemizi ve hükümetimizi yerici sözler yerine olumlu ve yapıcı görüşler ile destekleyiniz.
Boş yere kuruntu yapmak yerine övücü, beğenimli yazılarınızı görmek istiyoruz.
Dışta ve içteki bir çok gizli güç ile mücadele ettiğimiz bu kritik anlarda sizlerinde destek verici katkılarınızı bekleriz. Selamlar..Arif Adalı
ayın Yetkili
Aylardır ne çetin mücadelelerin içindeyiz. Neler neler yaşıyoruz. Ne zorluklara göğüş geriyoruz. Hele ki askerimiz polisimiz oralarda nice mücadeleler verirken, bu yaptığınız, onların morallerine darbedir. Biz her yerde, ülke olarak birlimten, güçlülükten bahsederken, siz yolun tam en kritik noktasında ayrılığı yayıyorsunuz. Bizim morale ve desteğe ihtiyacımız var. Ben bir vatandaş olarak bunun bilincindeyim de, siz değilmisiniz? Ayrıca benim ülkemin hiç bir ülkeden de korktuğu yok! Gereken herkese hiç çekinmeden cevabımızı verdik şimdiye kadar. Bundan sonra da veririz. Siz merak etmeyin bu işleri düşünen var. Siz kendi işinize bakın, akademiayenlik yapın. Bırakın ülke savunması ile ilgili durumları Ordu ve Hükümet görüşsün…
Ertuğrul Sancak
Diş Hekimi
Sn.Aydın
Savaş çıkacaksa çıkar.
Bunun iyisini kötüsünü yorumlamak sizlere düşmez. Zaten nüfusun yarı fazlalık,hain,satılmış..vs. İyice bir temizlik olurda elek üstünde kalanlarla istenildiği gibi uyumlu huzurlu tek hedefte birleşmiş dünyanın saygıyla kabul edeceği bir devlet, millet oluruz. Fena mı? Saygılar.
Muhammet Özden
BUNLAR DA JUNKA DÜŞENLER:
Ya Arkadaş Oturuyorsunuz Bir Çilingir Masasına Bir Yandan İçkinizi Yudumlarken Bir yandanda Ülke Meselelerini Konuşup Bildiri Yayınlıyorsunuz.Şundan O Kadar Eminim ki Sizin Kapasiteniz Bildiri Yazmaya Yetmez.Sizin Üst Akıllarınız Koyuyor Önünüze Bildiriyi Siz İmzalıyorsunuz. Bu Ülke Savaşa Girecek Zatende Girdik Bunu Bir Kere Kabul Edin Rahatlayın. Sizin Savunduğunuz Kesim Zalim Hain Kesim. Biz Hak Savunucusuyuz. Siz Kendi Halkını Öldürene Bile Sesinizi Çıkartmazsınız.Sizin Vicdanlarınız Körelmiş. Bizde Sizin Bu Ülkeyi Bölmenize Nifak Sokmanıza İzin Vermiyeceğiz. Bu Böyle Biline
Erdal Şentürk
1000 yıldır bizimle birlikte olan kardeşlerimizi bombaladığımızı söyleyen sizler, İngilizler başta olmak üzere birçok devleti sevindirdiniz. Bu hizmetlerinizi unutmayacağız. Er geç bahar gelecek, bahar temizliği olacak. Türkiye’miz sahipsiz değildir. Bunu sakın unutmayın (!)
Maksut Demiralp
M&D mobil
Bir tane daha
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Necip Fazıl Kısakürek
Sizi anlamak çok güç, çünkü ben hiç vatansız olmadım, ben hiç ihanet etmedim, ben hiç devletim, bayrağım ve milletim için olumsuz söz sarf etmedim.
O Yüzden sizi anlamak çok güç…
Siz yüzüne bile bakılmayacak kadar aciz zavallı, hayat sürdüğünü zanneden cisimlersiniz.
Varlığınız havayı kirletiyor,
Selamlar
Erdem Ertunga
Hepsine Ahmet Altan’ın şu makalesiyle cevap verdim. Okumaya cesaretleri varsa tabii:
http://m.haberdar.com/buyucunun-ciragi-makale,807.html
o adamı (A. Altan) sevmem ama gerçekten çok iyi yazmış…
*
Bu insanlar neye itiraz ediyor?
Ülkeyi felakete sürükleyenlere, on binlerce veya daha fazla delikanlının gereksiz bir halifelik savaşı için ölüme yollanmasına itiraz edenler gerçek yurttaş-insan severler değiller mi?
*
Enver Paşa’nın o Sarıkamış faciasının suç ortakları, sanki yeniden doğmuşlar da, aynı ağır hatanın bir kez daha yapılmasına destek çıkıyorlar?
Ülkesini, insanını seven insanlar, katliamlarla siyasetinin önünü açanlara; yetmezmiş gibi daha büyük cinayetler işlemesine itiraz etmez mi?
Bu adamlar kafalarındaki ideolojilere öyle kapılmışlar ki; önlerinde sevdiklerini söyledikleri ülkenin mahvolacağını göremez haldeler.
Bir tane daha:
Sizler her zaman aydın cumhuriyet ci olarak bizlere örnek olmalısınız vatanımız birlik berablik günüdür hatalar ola bilir ama herterafdan saldırı var vatanım a batıya karşı birliyimizi görsünler bir ailede sırlarımızı komşumusa anlatiyormuyuz vatanımızda bir ailemiz birliyimiz dayım olsun Saygilarimla ne mutlu Türküm diyene
Çiğdem Öztürk
http://m.haberdar.com/buyucunun-ciragi-makale,807.html
Bir başkası:
Yaptıgınız yayınlarda insanları ayrıştırmak milli duygularla oynamak tsk ve emniyet güclerine karşı tutumunuz halkımız taraffında hic hoş karşılanmamakla birlikte sizlerin ayrımcılıgınız ortada görülüyor saman altında su yurutemesiniz artık bu millet uyandı
Minaz Karaguz
bir başkası:
Merhaba
Yayınladığınız bildiri de Türkiye’yi hiçe sayan küçültücü ve gerçeği çarpıtan ifadelerinizden dolayı sizleri kınıyorum. Sorumluluğunuz insanlar arasındaki birlik ve beraberliği sağlamak iken insanların kafasını karıştırarak yabancı uşaklığı yapıyorsunuz.
Ayşe Soylu
daha…
Artık maskeniz düştü aşkınızı ortaya koyduğunuz için çok tesekkur ederim artık sizlere itibaretmeyecegiz ve unutmayacağız bu yaptiginizi
Bu sözlerden sonra yeni bir şey söylemek kolay değil… Bu zavallı, bilinçsiz insanların çoğu bulundukları, savundukları için pişmanlık duyacak..
*
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
(düzeltme.. )
Bu zavallı, bilinçsiz insanların çoğu bugün savundukları düşünce-inançlar için çok geçmeden derin pişmanlıklar duyacak..
Ama aslında .. işlenecek cinayetlerin dolaylı suç ortakları olacaklarını da bilsinler…
İngiltere, İsviçre gibi ülkelerde yaşama imkanına kavuşmuşken buraya kesin dönüş yaparak kendinize büyük bir kötülük ettiniz Gün Zileli. Bu insanlarla hayat mı geçer? Tezer Özlü’nün dediği gibi, “Burası bizim değil bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.” Size gelen mesajları okuduğumda umutsuzluğum iyice arttı.
evet biz vatan hainliği yapmaya devam ediyoruz
evet bizi kınaya devam edin, biz vatan hainiyiz, iflah olmaz bölücüler’iz.
evet siz, vatana millete bayrağa – bekçiliğini yaptığınız sizin olmayan toprağa bağlı yurtseverler’siniz.
evet biz yeşil, börtü böcek, hayvan sevmeyiz, kutsallar’ınızı pisletenleriz.
evet biz ölen gençlere, cumartesi annelerine içi kanamayan yaratıklarız… insan bile değiliz.
evet bizi kınayın, bizde insan sevgisi esamesi kalmamış
evet sizin yarınsız yazıklarız, küllahınızın aydınlarıyız..
evet siz müslüman türksünüz, biz insanlığın türküsü değiliz.
evet siz her şeyin bilincinde, biz kuma başını sokmuş bilinçsiz’leriz..
evet biz, sizin yerinize düşünenlere teslim bayrağını çeken cici çocuklar değiliz.
evet bizim umurumuzda mı dünya…
evet sizin bir vatanınız var, bizimse ayak basamadığımız bir vatanımız bile yok?!
evet biz, nifak tohumları ekip kocaman bir ormanın içinden vatan hainliğine devam edeceğiz.
evet sapına kadar bu böyle biline…
umutsuz olma. Kötü varsa iyi de vardır.
ve devam ediyorlar:
Sayın Yetkililer,
Vatanını milletini insanını seven sade bir vatandaşım. Yaşım sizlerle birdir belki de daha fazla.Bu memleket çok sıkıntılar çekmiştir tarih boyunca biliriz. Böyle eşsiz bir memleketin düşmanları her daim olmuştur olacaktır. Ama gerçek şudur ki hiçbir devirde böylesi içten çökertilmeye uğraşılmamıştır. O parti bu parti benim hiçbiri fark etmez anlamam da. Bildiğim tek şey siz aydınların veya sesi sözü dinlenen kişilerin birlik çağrısı vatanperverlik yapacak yerde yangına körükle gidiyor olmasıdır. Çok üzücü bir şey bu, varsa çözümünüz sunun anlatın konuşun ama düşmanca sözler etmeyin. Zaten canlar acır görmez misiniz kim ister savaşı mümkün değildir. Lütfen bir ve beraber olalım şu terör belasından kurtulalım sonra ne isterseniz onu yapın. Kol kırılır yen içinde kalır, bakamazsınız kimsenin yüzüne.
Saygılarımla
Özlem Çuhadar
devam:
Yayınladığınız bildiride Türkiye’yi hiçe sayan, küçültücü ve gerçeği çarpıtan ifadeler mevcut. Milletinizi yerip yabancıyı överek ne kazanıyorsunuz?
Bir de kendinizi aydın olarak ifade ediyorsunuz. Yerli ve milli olmayan hiçbir şeyi aydınlatamaz.
Burak Cem Türker
Yazılım Uzmanı
Bildirinizde ülkemizi küçültücü ve gerçek dışı ifadeler kullanmışsınız.
Siz nerenin adamısınız ki Milletinizi bu kadar hor görüyorsunuz?
Bu yaptıklarınızla hiç birşey elde edemeyeceksiniz. Bu millet sizin gibilere prim vermeyecek.
Yazık!
Mehmet Emin Yılmaz
Fırat Haber Ajansı (ANF), Ankara’da 28 kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan bombalı saldırıyı kurucuları arasında PKK’dan ayrılan bazı örgüt üyelerinin de bulunduğu TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri / TeyrêBazên Azadiya Kurdistan) örgütü üstlendiğini ileri sürdü.
**
Bu Fırat Haber Ajansı, Ceylanpınarda, bir istihbarat suikastine benzer şekilde öldürülen iki polisin de cinayetini PKK üstlendi diye yazmıştı.
Sonra olanlar biliniyor…
**
Bu ajans nasıl bir şeydir?
KARŞI GAZETE | HABER MERKEZİ
Gazeteci Mark Bentley, Takipçilerine “Sizce Ankara’daki bombalamayı kim gerçekleştirdi?” şeklinde bir soru yöneltti ve şıkların arasına IŞİD ve PYD ile birlikte MİT’i de koydu.
Tecrübeli gazetecinin anketine katılan 8 binden fazla takipçisi %63 oranında “Türk İstihbaratı” seçeneğini seçerken bazı takipçiler de sonucun şaşırtıcı olmadığını belirtti.
Bazı takipçilerin de şıklara Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da eklenmesini istedikleri görüldü.
ve birkaç saat sonra..
“TAK açıklamayı yaptığı internet sitesinden, saldırıyı gerçekleştiren militan olduğunu iddia ettiği bir fotoğrafa da yer verdi. Ancak o fotoğrafın fotoşop ürünü olduğu ortaya çıktı. Örgüt, militan olduğunu iddia ettiği kişinin kafasını, Şafak İnan isimli Kemalist çizgideki yerel gazetelerde yazarlık yapan bir ismin kafasıyla değiştirdiği anlaşıldı.”
**
Bu ne tür bir ajans?
“Ülkemi küçültücü ifadeler…” lafzı ne hoş; sanki millet salak, kör.. Ülkenin halini nette, basında yalnızca görmüyor da “küçültücü ifade” ile küçülüyor.
Bakınız! Bir festivalde, Bağdadi ile Erdoğan kanlı kadehleri tokuşturuyorlar!
Neden? Sonuçta insanlar olguyu böyle görüyorsa, bu ülkeyi daha da küçültebilecek söz kalmamıştır.
*
Sonra “ülkeyi küçülten” siyasal liderlere laf söyleyemeyip, gerçeği ifade edenlere mi isyan..
*
Bu lafları söyleyenler, Suriye’de kara harekatında en önde yer almayacaksa yalancı ve ikiyüzlüdür…
Aydın olmak vatanına muhalefet olmak mıdır? Hemde bu dar zamanlarda ? Türkiye’de oynanan kirli oyunlara bu açıdan mı bakıyorsunuz ? “aydın” lakabını haketmek ” karanlık ” işlere bilerek yada bilmeyerek maşa olmak ile olmayacağını daha iyi bilirsiniz. Sizi şapkanızı öne alıp biraz daha düşünmeye davet ediyorum..
Senem Özcan
Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki, yaşadığımız bu ortam Suriye – Türkiye savaşı değil. Arkasında ki büyük güçlere karşı verdiğimiz bir mücadele.
Sizler bu millete öncülük eden Sayın Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımıza karşı tavır alıyorsunuz ve ne söylerse daima karşı taraftasınız.
Bilmenizi isterim ki bu halkın yarısı onların arkasında ve gururla durmaya devam edeceğiz. Sizlerin yaptığı algı operasyonları hiçbir işe yaramıyor.
İlknur Yılmaz
Takke düştü kel göründü. TAK’ın fotoğrafı fotomontaj. Tweeterden açık edildi.
Zaten TAK denen de MİT’in kontrolünde bir “örgüt” gün zileli ekledi,
Tunca Öğreten @tuncaogreten
TAK’ın Abdülbaki Sönmez olarak yayınladığı fotoğrafın photoshoplu olduğu görülüyor.
2 retweet 2 beğenme
Yanıtla Retweetle 2
“Leş” almış…
Yok yazik derken yanilmamisim. Ven partizan degilim. Bu vatana canini verecek kadar seven sanayici is adamiyim.
Simdi nerden baslasam ne anlatsam sasirdim. Dusuncelerimiz fikrimiz yasantimiz birbirine uymaya bilir. Ancak Türküm diyorsak bu yapiya uygunluk özden gelir. Benim alakam yok diyorsaniz kusura bakmayin laf ettirmem. Göz diktirmem. El uzatamazsiniz.
Tarihe bakarsaniz Türk olarak biz Ahlaklı yasantiyi her millete sunmus yasamis yasatmisiz. Somurge altina alip irzina gectigimiz alt yapisini kolelestirerek kullandığımiz hic bir millet toprak yoktur. Daha ziyade zenginlestirip kulturlestirmisizdir.
Fransada bir bomba olayi 3 ay olagan ustu hal ilan ettiler. Yasanti durdu evlerinden cikamadilar. Bizde hersey normal. Ertesi günü herkes calisti. Evine gitti geldi. Pkk teror orgutunden 3 ayda 5000 leş aldik. Hangi tarihte gordun? Kicini yaladiginiz rusya nin sesini kestik. Butun avrupa ayagimizda dolasiyo randevu almak icin.. Suriye rejimi yasadi 3 milyon garibana ev sahipligi yapiyor zenginligimizden taviz vermiyoruz. Vu taraflara bakmiyorsunuz da, hep YORUM, SANIYORUM, ELIMIZDE VARSAYIM, DUYUM gibi bos karalamalarla aklinizca algi yaratiyorsunuz. Ayip size. Kac yasinda adamsin, yillarca devrimciydi anarsiydi falandi ugrastin durdun. Ne gecti eline? Ne kazandin? Su Vatanin bugun yaninda durmazsan ne zaman duracaksin? Yakisiyormu kalibina? Adamligina? Insanin bir vatani olmazsa neye yarar dusuncesi yasantisi fikri?? Gun birlik günüdür arkadaş! Tarafini belleyeceksin….
Ali Tayyar
Ankara bombacısının kimliği gerçekten enkaz arasından bulundu mu?
Benim bildiğim, parmağını bulup, parmak izinden yola çıkarak kim olduğunu tespit etmişlerdi. Çünkü mülteci olarak girenleri gayet ayrıntılı, son teknoloji biyometrik bilgilerle kaydediyorlar.
Enkazda kimliğin bulunması olasılığı ise az değildir. Bir yangın ne kadar kuvvetli olursa olsun, sanıldığı gibi “her şeyi” yakmaz. Kundakçıların da en çok yakayı ele verdikleri yanılgı budur. “Yakarım, arkada iz kalmaz” sanırlar hep. Ama, yanma için yeterli oksijen gereklidir, yangının bizzat kendisi bile altta kalan cisimleri oksijensiz bırakır ve mekanın tamamının yanmasına fiziki olarak olanak kalmaz.
TAK’ın haberini duyuran pkk bağlantılı bir haber ajansı. Yani bu haberin pkk tarafından onaylı verildiği kesin. TAK istese her hangi bir gazeteye yollayabilirdi, ama sadece o ajansa vermiş. Bence bu durumu “pkk açıklaması” şeklinde görmek daha doğru, onlar da bunu istiyor, göründüğü kadarıyla.
Yalnız, işin içine alay konusu da katmak için netten buldukları bir Kemalist gazetecinin resminin gövde kısmı ile bombacının kafasını fotoşop’da birleştirmişler.
TAK bombacının Van’lı bir genç olduğunu söylüyor. Doğruysa eğer, bu kişi Suriye’den Türkiye’ye mülteci olarak girdiğinde uydurma bir isimle kendini kaydettirmiş olmalı. Zaten gelenlerin çoğu kimliksiz, o kargaşada bu adamı sorgulayıp araştırma olanağı da yok.
TAK’ın adını yıllardır minibüs yakmalarda falan kullanıyorlar.
Elbette pkk’nın paravan örgütü bu. Pkk kendi adıyla üstlenmek istemediği eylemleri bu isim altında üstleniyor. Bazen hiç üstlenmedikleri de oluyor.
Normal olarak bir devrimci örgüt ne yaptıysa aynen üstlenir. Ama bunlar zaten normal değil, devrimci hiç değil.
Bunlar artık karanlık bir çete.
Mafyanın, tetikçi paravanların, devlet gizli servislerinin her türlü karakteristiği bunlarda da var.
Pyd/Ypg vs denilen şeyler sadece üçlü harf kombinezonlarıdır. Gerçekte ise sadece ve sadece pkk vardır.
Bu yüzden, saldırının tak’dan mı, ypg’den mi yoksa pkk’dan mı geldiğinin tartışılması gereksizdir, bunların hepsi pkk’nın farklı isimlerle hareket eden örgütleridir.
Ve, Türkiye’de şu anda en yaygın, en güçlü çete pkk’dır. Hayatın her alanına el atmışlardır, tek bir emirle intihar bombacılarını istedikleri hedefe yollayabilirler, örgüt içinde muhalefetin ismi dahi mevcut değildir, olamaz da. 30 seneden beri yaptıkları gibi o muhalifleri anında infaz ederler. Avrupa ülkelerinde bir ahtapot gibi her yere, özellikle uyuşturucu piyasasına el atmışlardır, haraç alırlar, kontrol ederler, yeni eleman bulurlar vs vs.
Tek merkezden/tek adamdan demir yumrukla idare edilen bir gizli örgüt olarak tek alternatifleri RTE liderliğindeki örgüt ve Fethullah örgütüdür.
Zaten yıllardan beri ülke siyasetini de bu üç lider(!) bölüşmüş durumda değil miydi? Her olayda bu üçünün ağzından çıkacak kelimeyi beklemiyor muyduk?
Açıkçası üç faşist oluşum ve üç faşist lider söz konusudur.
İslamcı faşizm geliyor ama yalnız gelmiyor. Apo’nun etnik faşizmi de “bana pay ver, Osmanlı zamanı gibi yapalım, ben G.Doğu beyi olayım” diyor.
Bu işler durulunca, buzdolabına atılan çözüm sürecine devam edecekler. Şimdi her iki taraf da son gücüne kadar stratejik konum elde etme derdinde. Daha sonraki müzakerelerde bu kazanımlar artık onaylanacak ve çift başkanlı bir ortadoğu islam faşizmi projesi tamamlanmış olacak.
Diğer örgüt ve partilerin durumu ne olacak? Hiç!
Faşist, tek liderli, tek merkezli, hem legal hem illegal yapıları olan, gerekirse zoru ve zulmü köküne kadar dayatan bir örgütleri olmadığı için hepsi dağılacak, kaçacak. Ya da biat edecekler.
devamı geliyor…
Suriye’nin kuzeyinde coğrafi ve kültürel olarak bizlere çok çok yakın olan, hatta soydaşlarımız olan siviller Rusların desteğiyle uçaklarla bombalanıyor. Oradan kaçan 2.5 milyon insan topraklarımıza sığınmış durumda, dahası da bekleniyor. Bir tür etnik temizlik yapılıyor. 1. Dünya Savaşı sonrasında suni bir biçimde çizilmiş sınırlardan ötürü başkası gibi görüyoruz belki ama Suriyenin kuzeyinde ve Halep’te akrabalarımız yaşıyor. Ve Rusya binlerce kilometre öteden gelip akrabalarımızı öldürüyor. Ve bir yandan da bu bağı kopartmak amacıyla dış destekli, PKK yönetiminde bir devlet kurulmaya çalışılıyor.
Bu tablo karşısında ülkemizde hangi hükümet olursa olsun nasıl sessiz kalabilir? PKK burada Kürtlerle Türklerin barış çabasını manipüle etmeye çalıştı ve gerekli cevabı aldı. Kürt vatandaşların PKK baskısından nasıl yıldığını çok iyi biliyoruz. Artık Doğu illerinde gerçek bir barış olacakken sınırda bir PKK devleti kurulmasına nasıl göz yumabiliriz?
Yeter artık!! Biz bu ülkenin yüzde 70 çoğunluğu olarak, bilumum dış odakların ağzıyla konuşan, adeta sözcülüğünü yapan bir zümreden sıkıldık. Ülkemizin bütünlüğüne direkt kastedilmişken, çoluk çocuk demeden sivil soydaşlarımız katledilirken, yedi düvel Osmanlıdan kalma düşmanlıklarıyla bize karşı ittifak yaparken içte birlik olmayacağız da ne zaman olacağız?
Mustafa Kemal’in başlattığı ama bitiremediği güçlü, lider ve bağımsız Türkiye hedefi gerçekleştiriliyor. Bilginiz olsun.
Tolga Öztürk
SOZDE AYDIN OZDE KARANLIKLAR YAZILARINIZLA ULKEME ZARAR VERIYORSUNUZ…Bu ulkeye her yazinizla bir kursunda siz sıkıyorsunuz…Güzel ulkemi bolemeyiceksiniz bu millet size firsat vermeyecek bunu boyle bilin ve kendinize gelip bir silkelenin
Neyse, Ali Tayyar, T.Öztürk gibileri yakında o fetihçi miliiyetçi arzularını doyurma imkanı bulacak.
Umarım dürüst olurlar da başkalarını öldürterek böyle milliyetçi şişinmeleri sürdürmezler.
Başka halkları sömürmek için uydurulmuş o cafcaflı yalanlarla zehirlenmiş zihinlerini de o “savaş” biraz daha açacaktır mutlaka…
Imrali günlüklerini okuyormusunuz Zileli? Baskanim ,heyet ve sayin görevli arasindaki diyaloglar tespitler. Ben okudukca beynimde simsekler cakiyor, aydinlaniyorum.:)
henüz okuma imkanım olmadı. linki var mı
pkk savaşa meraklı değildi.zile li nin küçükaydın ın dediği gibi ankara eylemini kontralar yapmadı. tc suriye ye giremez.
Merhaba
Suriye gündemi ile ilgili yayınladığınız bildiride ülkemizi küçültücü, gerçek dışı cümleler kullanmışsınız. Herkes bir olup devletimizi desteklerken sizi bu yoldan ayıran nedir? Unutmayınız ki tarihe olumsuluklarınızla iz bırakıyorsunuz.
Betül Erşahin
http://odatv.com/ufuk-uras-cumhurbaskani-adayi-olur-mu-3001161200.html
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/484757/imrali_gorusmelerinden_tarihi_diyaloglar.html
megalomaninin bile ihanetin bile bir kalitesi vardir. cimbizlama olsa bile affedilecek seyler degil. Hemde su sirri sureyanin ifalederi heyetin vicik vicik tavirlari ayrica kim bu yetkili bey?
zileli size çok net bir soru sormak isterdim. Eger baris süreci bir biçimde deval etse, Akp Hdp Pkk asgari bir konsensus ile, AB ve ABD nin de destegiyle , Pyd yi Esad rejimini yikmak icin ana güç olarak ilan etselerdi, Suriyeye demokrasi getirmek iside Ocalan in demokrarik ozerklik vs seklinde sol tarafindan anlasilir ve kabul edilebilir hale getirilseydi, ne düsünürdünüz?
Diger bir sekilde soracak olursam, AB, ABD , AKP PKK HDP Suriyeye Esad rejimini yikarak özgürlük getirmek isteseydi hangi safta olurdunuz?
Cerattepe’deki polisin vahşeti.. Sur. Cizre’de olanlar…
Bu AKP yıkıldığında, ki er geç yıkılacak, destekçilerine şimdiden acıyorum.
Rüzgârı ektiler; geri dönüşleri yok.
O fırtına biçecek onları… Yazık, ne yazık…
Sanırım çok az zaman kaldı; son bir fırsat!
Bu fırsatın kullanılma olasılığı yüzde 1-2!
Trajik zamanları yaşıyoruz; daha da trajik bir süreç bekliyor bizi…
Hakedilmiş felaketi yaşayacağız; sonra asıl hak edenlere “felaket” yaşatılacak…
Kabul etmeli, bu “iyimser” olan varsayım…
Bir Pakistan, bir Afganistan olma olasılığı az da olsa var…
CHP uyarıyor; “pakistan olabilirmişiz?” Ne acınası karakter; yüzde 25 oy arkasında; görevini uyarmakla yaptığını sanıyor…
Neyse ki, insanların bu adamlardan beklentisi yok!
http://www.abcgazetesi.com/rusyadan-pydye-silah-yardimi-8881h.htm
A. Öcalan: Bunlar şimdi KCK’yı MİT kurdu diyorlar. C.Ö’ye tüzüğü hazırlayan adam, Efkan Bey’e de programı hazırlamış diyorlar. Burada biz E… Beylerle tartıştık. Onlara yeni bir örgüt gerekiyor dedim. PKK illegal kalıyor. Legal örgütü KCK olarak kuracaktım. Cemaat bunun kokusunu alır almaz yöneldi. MİT’i suçlamaları da buradan geliyor.
“DARBEYİ BURADAN ÖNLEDİM”
A. Öcalan: Darbeyi buradan önledim. O dönem Taraf gazetesinin yayınlarına, Kandil“in korkunç hazırlıklarına ve karakol baskınlarına bakarsanız, nasıl büyük bir tehlikenin atlatıldığını görürsünüz. Bese de “2013 yılını savaş yılı ilan etmiştik” dedi. Karayılan’a 2013 yılı savaş çizgisi devam etmeli demişlerdi.
“TÜRKİYE’NİN SİLAHLI KÜRTLERE İHTİYACI VAR”
A. Öcalan ( 422): Hükümete anlatın. Apo silahlı güçlerin darbe tehlikesine karşı güvencedir deyin. Darbe tehlikesi kalktığı anda silahlı güçler de devreden çıkacak deyin. Yalcın Doğan’a da anlatın. Davutoğlu’na da… İran, Esad, IŞİD darbe tehlikesi oldukça benden çok Türkiye’nin silahlı Kürtlere ihtiyacı var. Biz bu güçleri nerede konumlandıracağımıza karar vereceğiz. Suriye’de mi, Şengal’de mi, Kandil`de mi yoksa Cudi-Gabar’da mi konumlandıracağız? Devlet de bunu anlasın.
……………………….
Suriye’de Kanlı Pazar
Gerçek
Şubat 21, 2016
Suriye bugün (21 Şubat Pazar) en kanlı günlerinden birini yaşadı. Humus ve Şam’da gerçekleştirilen saldırılarda ilk belirlemelere göre 100 civarında insan hayatını kaybetti. Tekfirci terör, son yılların en büyük katliamlarından birini yaptı.
Humus’un çoğunlukla Alevilerin yaşadığı Zahra semtinde yapılan saldırı sonucu en az 57 kişi hayatını kaybetti. Yerel kaynaklara göre daha önce de Zahra’ya saldırılar olmuş, saldırıları DAİŞ üslenmişti. Patlamaların üniversite öğrencilerini taşıyan bir otobüsün yanında olduğu, ölenlerin sivil halk olduğu belirtiliyor. Londra merkezi Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, ölen ve yaralananların çoğunun sivil olduğunu belirtti. Sabah gerçekleşen Zahra katliamından sonra Kanlı Pazar devam etti. Şam’ın güneyinde çoğunlukla Şiilerin yaşadığı Seyyide Zeynep bölgesinde gerçekleşen saldırıda Syria Report’un haberine göre 46 kişi hayatını kaybetti. Suriye Arap Haber Ajansı (SANA), eylemin bombalı araç ve iki intihar saldırısıyla gerçekleştiğini aktardı.
Suriye’nin iki ayrı kentinde art arda gerçekleşen terör saldırıları, Suriye’de devam eden savaşın tayin edici bir döneminde yaşandı. Suriye ordusu, ay başında yaptığı Nubbul ve Zahra operasyonlarıyla, Halep ile Türkiye sınırındaki tekfircilerin bağlantısını kesmişti. Son bir haftada Suriye ordusunun DAİŞ’e yönelik operasyonlarında Halep’in doğusunda büyük ilerleme kaydedildi. Ana unsuru YPG olan Suriye Demokratik Güçleri ise Haseke’nin güneyindeki Şeddadi bölgesini DAİŞ’ten kurtarmıştı. Şeddadi bölgesi, zengin petrol kuyularının yanı sıra, Rakka-Musul-Deyrizor kentlerinin ortasında yer alıyor.
Şimdi tekfirciler dengeyi kendi lehlerine çevirmek için sivil halka saldırıyor.
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/suriyede-kanli-pazar
Mehdi Dehlullah: Arabistan’ın Suriye’ye müdahelede bulunması ateşle oynamaktır
Suriye İstihbarat eski Bakanı Mehdi Dehlullah yaptığı bir röportajda; Suudilerin, Suriye’ye müdahalede bulunacaklarına dair yaptıkları tehditle ilgili olarak şunları söyledi: Suudilerin ve Türkiye’nin yapmış olduğu tehditler, onların Suriye’de planladıkları hedeflerinin başarısızlıkla sonuçlandığını açıkça gösteriyor. Bu yüzden de Uluslararası alanda Suriye’de meydana gelecek olumlu değişimleri etkilemek için böyle tehditlerde bulunuyorlar. Suudiler ve Türkler, Suriye halkı aleyhine 5 yıldır planladıkları komploların ardından hedeflerine ulaşamadıkları için son derece kızgınlar ama şunu bilmeliler ki, hiçbir zamanda bu hedeflere ulaşamayacaklar ve Suriye aleyhine yaptıkları bu tehditleri Washington ve NATO’nun izni olmadan gerçekleştiremeyecekler.
Arabistan eğer IŞİD ile mücadele etmek istiyorsa, bunu Suriye hükümeti ile koordineli olarak yapsın. Arabistan IŞİD ile mücadele edeceğini iddia ediyor ama hiç kimsenin kendi oluşturduğu bir şeyle mücadele etmek isteyeceğini zannetmiyorum. Ama eğer gerçekten de İŞİD ile mücadele etmek istiyorsa, tıpkı İran, Rusya ve Hizbullah gibi bunu Suriye hükümeti ile koordineli olarak yapsın. Eğer Suudiler devletin izni olmadan Suriye topraklarına girerlerse ateşle oynamış olurlar ve bu ateşte ilk yanacak olan Suudi güçleridir.”
Mehdi Dehlullah, Acaba Arabistan Suriye aleyhinde yaptığı tehditleri icra edebilecek güce sahip mi sorusuna cevap olarak ta şu ifadelerde bulundu:
Arabistan asla tek başına Suriye aleyhinde yaptığı bu tehditleri gerçekleştiremez ve asla Washington’un izni olmadan hareket edemez. Bu gibi tehditlerde asıl menfaat elde eden Amerika’dır. Bu tehditler vasıtasıyla Suriye’ye daha fazla siyasi baskı yapacaktır. İşte bu yüzden bu gibi tehditler Washington’un işine gelmektedir ve bu tehditleri Suriye’ye karşı koz olarak kullanacaktır ama Arabistan’ın Washington’un izini olmadan sınırları dışında bir harekat yapmaya gücü yoktur.”
Mehdi Dehlullah Teröristlerle mücadelede son durum hakkında da şunları söyledi:
Teröristlerle mücadelede bütün gelişmeler olumlu gidiyor. Suriye Ordusu süratle teröristlerin işgali altındaki bölgeleri kurtarmaya devam ediyor. Bu yüzden de bu ilerleyiş Arabistan ve Türkiye’yi kızdırıyor. Türkiye şu an Suriye’deki bölgeleri ve köyleri bombalıyor. Bu onların Suriye Ordusu’nun güneyde, kuzeyde ve hatta Humus ve Hama’da başarılı ilerleyişinden son derece öfkeli olduğunun göstergesidir.
Suriye halkı şimdilerde, Suriye Ordusu’nun müttefikleriyle birlikte kazandıkları zaferlere daha fazla önem veriyorlar ve Suudilerin saçma tehditlerini dikkate bile almıyorlar.
http://www.suriyegercekleri.com/2016/02/21/mehdi-dehlullah-arabistanin-suriyeye-mudahelede-bulunmasi-atesle-oynamaktir/
aktroll mesajları devam etmekte…
sayın aydınlarımız! ya da aydın olduğunu iddia eden,kendini aydın zannedenlerimiz mi desem ?
Suriye de savaşa hayır başlıklı bildirinizden kastınız nedir,açıklar mısınız ?Türkiye nin savaşa girmesinden midir kaygınız,yoksa devlete yüklenmek mi,cumhurbaşkanını her olayda karalayarak başkasını aklamak mı ?
Mecut iktidar ,pyd yi,rusya yı,abd yi,iran ı,abd yi düşman ilan etmiş bulunuyor diyorsunuz,Allah aşkınıza sizce dost mu,güldürmeyin lütfen….
Bu bildirinizle Türkiye yi dışardan gözleyen,ve ülkede kaos çıksa sevinip,sorumlusunu mevcut iktidardan bulacak bir haliniz var,bu çok çirkin bir tutum…
Sizin neyiniz aydın,kimi aydınlatıyorsunuz?Devlette,millette,şirketlerde örnek talebeniz var mı,hayır yani aydın aydınlatır o sebeple sordum?
Bence kendinize dönüp bir kez daha bakın,neye hizmet ediyoruz diye…
Yağmur Mertoğlu
devletlerin ve devletlein himayesindeki örgütlerin müdahaleleriyle özgürlük geldiği hiçbir yerde görülmemiştir. Tersinden sormanıza gerek yoktu. Bugünkü müdahaleler için de aynı şeyi düşünüyorum. Özgürlük ancak ülke halkının birleşerek her türlü dış müdahale ve iç diktatörlüğe karşı mücadelesiyle sağlanabilir.
yetkili bey hükümet yetkilisi olsa gerek.
Gün Bey, IŞİD’in Türkiye’de gerçekleşen eylemleri neden sahiplenmediğini anlatsanız da bilsek. Şimdiye kadar yaptıkları bütün eylemleri üstlenmiş bir örgüt neden Türkiye’de yaptıklarını üstlenmesin? IŞİD’in hiç de umrunda olmaz. Birileri Türkiye’ye operasyon çekiyor. Türkiye de operasyon çekiyor. İş bu kadar basit. Rahat olun yahu Ak Parti hükümeti sizin gibi terör destekçilerinin bile güvenliğini düşünüyor.
Işıd, özünde iyi ilişkileri olan bir ülkenin içinde, özellikle sola ve Kürtlere karşı (Suruç, 10 ekim Ankara) MİT işbirliğiyle yaptığı bombalamaları tabii ki üstlenmedi. Çemberlitaş’taki bombalamayı ise kuvvetli ihtimal El-kaide yaptı. Bombalamaların çoğunun ardında MİT var (Suruç ve 10 Ekim Ankara’da kesin var). Son Ankara bombalamasının ardında bile olabilir.
iyi koku alan candarin öcalan hakkinda yazdiklarini okumus olmalisiniz.15 subat-21 mart arasi masanin yeniden kurulacagini anlatiyor.öcalanin görüntülü cagri yapacagini söylüyor.Ne düsünüyorsunuz bu konuda?Öcalanin pkk ya türkiyede silahli mücadeleyi sonlandirin cagrisi karsilik bulurmu?Ve Kürdistan aktüelde selim cürükkayanin talimat ile kitap yazmak dizisini okuyormusunuz?
Çürükkaya’yı bir zamanlar okumuştum. İktidarın Öcalan kartını henüz oynamadığını herkes biliyor ama çağrı meselesine pek inanamadım doğrusu.
Ocalan in turkiyede silahli mucadeleyi birakin cagrisi, Akp Hdp uzlasmasi ile Pyd nin Esad a karsi konuslandirilmasi anlamina geliyor, bu ocalan ve Akp nin istegi ayni zamanda. akp bunu catisi osmanli olan bir kürt ve ortadogu projesi, ocalan ise demokratik ozerk ortadogu masallari ile cevresine ve sola yutturacak demektir. ocalan in Taeslim töreye özel selam gondermesi de bundandir. taniyor ziver i. teslim töre bunu acikca dillendirmisti, kürtler Kuzey Kurdistan (turkiyede silah birakmali , Bati kurdistanda ise savasmali) abd projesi dir bu. Perincegin ve ulusalcilarin da bunu dillendirmesi gercegi degistirmiyor. Zaten boylesi bir duruma Perincekte uyum saglayacaktir. Solda Rojava devrimi yayiliyor diye uyum saglayacaktir. oyunu bozan rusya ve Esad . oyle gözüküyor.
Bir abd bati, suriye (ortadogu) projesidir ki, kimilerine neo osmanlicik olarak sunulup , kimilerine ortadoguda demokratik ozerklik ozgurlukcu devrimin yayilmasi olarak sunulup, . taraftar bulunabiliyor. o kadar verimli yani.abd nin turkiye oyun bozuyor dedigi budur, kurtlerle arayi iyi tut onlari kullan. ocalan ne diyor, beni pkk yi silahli kurtleri kullan. biz ne tartisiyoruz?rojava devrimi?
ESP nin ETHA si beni bir gün gülmekten öldürecek. Ankara bombalamasina ilk gün , MIT in ismarlama Provakasyonu deyip, ertesi gün TAK üstlenince , e tabi yaparlar haklaridir a dönüs. Buna habercilik ve yorumculuk denir iste:)
bir soru sorulmuş bana…
Gün Zileli bey,
Kendinizi aydın olarak tanımlıyorsunuz madem.
Yetiştirdiğiniz kaç öğrenciniz var.
Erdem Ertunga
ben eğitime karşıyım. Eğitim düzene ve sisteme robot yetiştirir.
G. Z.
Deniz Baykal’ın Mavalları
Garbis Altınoğlu
CHP Antalya milletvekili ve bu partinin eski genel başkanlarından Deniz Baykal 15 Şubat’ta CNN Türk kanalında Ahmet Hakan’ın sunduğu Tarafsız Bölge programına katıldı. Baykal bu programda diğer şeylerin yanısıra şunları da söyledi:
“Suriye’de otorite yok. Ona ikame olarak başvurulabilecek bir başka otoritenin de ortaya çıkmasına izin verilmiyor. Nedir o otorite; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin böyle bir tablo çıktığında müdahale etmesi ve bölgeyi belli kuralların işlediği bir noktaya çekmesi beklenir. Dünyanın her yerinde bu var, Kıbrıs’ta da vardı, Afrika da vardı, her yerde olur. Burada olmuyor. Niye olmuyor? Çünkü Rusya, bu kargaşayı kendi amaçları için değerlendirmek istiyor. Bu konuda kendisine davetiye gönderecek Beşar Esad’ı muhatap da bulmuştur. Ve şimdi bunu kullanarak bölgede kendi siyasi amaçlarına göre her türlü askeri faaliyeti sürdürüyor. Bu şansa sahip olan bir başka ülke yok.” (“Deniz Baykal’dan Suriye Açıklaması”, Sözcü, 15 Şubat 2016)
Görülebileceği gibi Baykal Suriye’de böyle bir BM müdahalesi olmamasını, Rusya’nın “bu kargaşayı kendi amaçları için değerlendirmek ist”emesine ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Rusya’yı terörist gruplara karşı savaşa destek vermek için çağırmasına bağlamaktaydı.
Baykal daha sonra PYD’nin Türkiye’nin güneyindeki Suriye sınırında kantonları birleştirmeye yöneldiğinden, Arap köylerinde yaşayanları göç etmeye zorladığından ve bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye çalıştığından söz ettikten sonra PYD’nin aylardır IŞİD başta gelmek üzere İslami terörist gruplara karşı savaştığını görmezden gelmeye kalktı ve gerçeklerle taban tabana karşıt olan şu değerlendirmeyi yapabildi:
“Yani IŞİD’e karşı PYD’nin bir mücadele vermesi söz konusu değil.” (aynı yerde)
Baykal, yanlışlığı apaçık olan bu değerlendirmenin ardından Türkiye’nin “Azez-Halep hattını açık tutmak için” topçu ateşi açmasını savunuyor; yani o Ankara’nın “Suriye topraklarını bombalama hakkı”na sahip olduğunu varsayıyor. Türkiye’nin Suriye’de yıllardır işlediği ve işlemeye devam ettiği ağır savaş suçlarına tek sözcükle bile değinmeyen bu azılı gerici, Türk ordusunun Rojava’yı ve Suriye’nin başka herhangi bir yerini bombalarken uluslararası hukuku çiğnediğini aklına bile getirmiyor. Dahası o Türkiye’nin İslami terör gruplarını kendi topraklarında ağırlar, besler ve silahlandırırken hem uluslararası ve hem de ulusal hukuku çiğnediğini ve savaş suçu işlediğini aklına bile getirmiyor ya da getirse de bu suçu onaylıyor ve böylelikle ona ortak oluyor.
* * * * *
Baykal’ın sözleri ve siyasal kariyeri o denli gerçekdışı değerlendirme ve yanlış ve gerici davranışlarla dolu ki, insan bunlardan hareketle sayfalar dolusu eleştiri yapabilir. Ben burada doğal olarak onun bu son mavalları üzerinde duracağım.
Herşeyden önce Baykal Suriye’de ve bu ülkeden önce Irak, Libya gibi ülkelerde yaşanan felaket ve trajedilerin esas sorumlusunun buralara doğrudan ya da dolaylı bir biçimde saldıran ve uzun süre bu ülkelerde El Kaide, El Nusra, IŞİD, Ahrar-üş Şam gibi İslami terör örgütlerini besleyen ve destekleyenlerin ABD ve Britanya, Fransa gibi NATO ülkeleri ve onların Türkiye gibi uzantıları olduğu gerçeğini görmezden geliyor ya da geçiştiriyor. Türk kökenli bir politikacı ya da herhangi bir kişi, Suriye krizi hakkında konuşmaya ya da yazmaya, öncelikle Türk burjuva devletini ve Erdoğan kliğini suçlayarak başlamakla yükümlüdür. Bunu yapmamak ya da yapmayı unutmak, bu suçlara göz yummak, hatta ortak olmak demektir.
Tam da burada bir parantez açayım: Daha önceleri, yani Irak’ta Saddam Hüseyin, Libya’da Muammer Kaddafi ve Suriye’de Hafız Esad/ Beşar Esad rejimleri sırasında ne Ortadoğu’da ciddiye alınabilecek düzeyde bir İslami terörizm olayı vardı ve ne de Batı’da. Bu elbette adıgeçen rejimleri onamak ve onların kendi halklarına karşı despotik ve anti-demokratik eylemlerini onamak anlamına gelmiyor; sadece bu rejimlerle yıllar boyu olağan ticari, askeri, diplomatik ilişkilerin yanısıra her türlü kirli işbirliği vb. ilişkileri içinde olan “demokratik” emperyalist ülkeler burjuvazisinin ikiyüzlülüğüne işaret etmek anlamına geliyor. Parantezi kapatıyorum.
Batılı emperyalist ülkelerin kalın kafalı şefleri ne zaman akıllarını başlarına almaya başlayabildiler? Ancak bu örgütlerin, silahlı eylemlerini Avrupa ve ABD topraklarına yaymaya girişmesinden, Türkiye’nin Batı Avrupa ülkelerini bir sığınmacı seliyle karşı karşıya bırakmaya başlamasından ve özellikle de Suriye’nin İran, Lübnan Hizbullahı ve Rusya’nın desteğiyle İslami terör çetelerine karşı direnişini sürdüreceğini görmelerinden sonra. Ne var ki, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye gibi koyu gerici devletlerin ve İslami terör çetelerinin kıyım ve cinayetleri yoluyla -sakın gülmeyin!- “demokrasi, kadın ve insan hakları ve uygarlık” getireceklerini ileri süren ABD ve Batı Avrupa emperyalistleri asıl amaçlarına ulaşmış gibiydiler. Yani onlar; milyonlarca insanı öldürmek ve yaralamak, milyonlarca insanı evsiz, milyonlarca kadını dul bırakmak, bu ülkelerin altyapılarını ve ekonomilerini yerlebir etmek, onların eğitilmiş insangücünü ülkelerini terketmek zorunda bırakmak, tarihsel ve kültürel zenginliklerini yakıp yıktıkları bu ülkeleri bölünmenin eşiğine getirmek yani bir toplumkırımı yaratmak suretiyle bölgeyi İsrail için daha güvenli hale getirmişlerdi. En azından görünür gelecek için.
Dolayısıyla Baykal’ın, BM’e ve onun “Güvenlik” Konseyi’ne egemen olan emperyalist devletlerin “müdahale etmesi ve bölgeyi belli kuralların işlediği bir noktaya çekmesi” yolundaki beklenti ve dileği, kediye ciğer emanet etmeyi önermekten farksızdır. Evet, kendisi de emperyalist bir ülke olan Rusya, ABD-NATO blokunun, yarattığı “bu kargaşayı kendi amaçları için değerlendirmek ist”emektedir; ancak, Rusya’nın ve -yükselen bir emperyalist ülke olan Çin’in- dünya halklarının baş düşmanı konumundaki ABD-İsrail-NATO şer eksenine karşı duruşu, bugün için objektif olarak olumlu bir rol oynamakta ve Ortadoğu’nun ve dünyanın daha da büyük bir felakete sürüklenmesini frenlemektedir.
Rusya için “Bu konuda kendisine davetiye gönderecek Beşar Esad’ı muhatap da bulmuştur” diyenBaykal Esad’ın, uluslararası burjuva hukukuna göre ülkenin başkanı olmakla kalmadığını ve asıl önemlisi onun, Suriye halkının büyük çoğunluğunun desteğine sahip olduğunu unutuyor ya da görmezden geliyor. Dahası o Beşar Esad’ın Rusya’yı, İslami teröristlere karşı savaşta yardıma çağırmasını anormal buluyor ve bundan rahatsız oluyor. Tabii Baykal, Suriye ordusu ve halkının, -savaşçılarının önemli bir bölümü başka ülkelerden gelmiş olan- bu terörist gruplara karşı savaşı başarılı bir biçimde sürdürmesinden de rahatsızdır. Bunu Baykal’ın, konuşması boyunca, ABD-NATO-İsrail-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar vb. destekli bu kafa kesen, kadınları köleleştiren ve onlara karşı en iğrenç suçları işleyen İslami-faşist çetelere tek laf etmemesinden ve tek hedefinin Suriye, Rusya ve İran olmasından da anlıyoruz.
Başını Erdoğan kliğinin çektiği Türk gericilerinin Suriye halkına karşı sürdürdüğü kirli savaşı destekleyen Baykal sözlerini, Türk ordusunun son günlerde Azez-Halep hattı çevresindeki Kürt savaşçılarını top ateşine tutmasına getirdiğinde ise şunları söyledi:
“Şu anlık bu bombalamaların etkili olduğu anlaşılıyor. Güneyden Halep’e sızma planı olduğu anlaşılıyor. Halep Sünni İslam kentidir. Bu kenti Rusya’nın, Esad’ın himayesine teslim etmek üzerine bir politikayı çok ciddi sorgulamak lazım.” O hattın açık olmasının Halep’ten Türkiye’ye bir göç dalgasının yönelmemesi açısından önemli olduğunu da belirten Baykal, “Olay PYD olayı değil, Halep olayıdır. Olay Şii kuşatmasıdır” (aynı yerde) dedi.
Baykal’ın, Türk ordusunun top ateşinin etkili olduğu yolundaki temelsiz görüşünü bir yana bırakalım. Bu kartlaşmış burjuva politikacısı, “Güneyden Halep’e sızma planı olduğu anlaşılıyor” dedikten sonra Rusya’nın, -nedense ve ne demekse!- bir Sünni İslam kenti olduğunu ileri sürdüğü Halep’i “Esad’ın himayesine teslim etme” politikasından söz ediyor ve bunu olumsuzluyor. Sanki Suriye ordusu yabancı bir ülkenin bir kentini ele geçirmeye çalışıyor ve sanki Beşar Esad, Suriye devletinin başkanı değil de işgalci bir devletin başkanı. Beşar Esad Suriye halkı kendisini o görevden alana değin bu makamda oturacak ya da halkın iradesine rağmen o koltuktan kalkmak istemezse Suriye halkı kendisini gerektiğinde meşru ve devrimci zor da kullanarak oradan kaldıracaktır. (Bu bağlamda, “muhalif” olarak adlandırılan, büyük çoğunluğu yabancı ülkelerden gelen, İslam’ın en bağnaz ve en gerici yorumunu kendilerine rehber edinen ve emperyalist devletlerin yanısıra gerici bölge devletleri tarafından da desteklenen İslami grupların terörizmiyle, meşru devrimci şiddet arasındaki ilkesel ayrımın altının çizilmesi gerek.) Yineleyelim: Baykal’ın yaptığı gibi bugün, Suriye halkının çoğunluğunun desteğine sahip ve ulusal ve uluslararası burjuva hukuku açısından meşru bir konumda bulunan Esad’ın yönettiği Suriye ordusunun ve onu destekleyen Rusya’nın Halep’i ve terörist grupların denetimi altındaki diğer yerleri geri alma ve kurtarma çabaları kınanamaz; bu tür girişimler, buraları “Esad’ın himayesine teslim etme” ya da “Güneyden Halep’e sızma” gibi olumsuz ve itici terimlerle anlatılamaz. Böyle yapması Baykal’ın, tıpkı Erdoğan kliği gibi, adıgeçen İslami terör örgütlerinin yanında yer aldığını kanıtlamaktadır.
Zaten bu bay, “Olay PYD olayı değil, Halep olayıdır. Olay Şii kuşatmasıdır” demek suretiyle de Suriye’deki çatışmayı bir tür Şii-Sünni çatışması olarak gören ve gösteren Erdoğan kliğiyle aynı noktada durduğunu, bu kliğin Selefi-Vahhabi bakış açısına yakınlaştığını ilan etmiş oluyor. Anımsanacağı gibi Erdoğan ve onun Davutoğlu gibi kafadarları, daha 2011’in ortalarından itibaren Baas rejiminin, Suriye nüfusunun yüzde 10-12’sini temsil eden Aleviler’in, nüfusun 60-65’ini oluşturan Sünniler üzerindeki diktatörlüğü olduğunu ilan ediyor ve bu rejimin birkaç ay içinde devrilmesinin kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyorlardı. Ve onlar Suriye’nin, başında Tayyip Erdoğan’ın bulunacağı yeni Osmanlı İmparatorluğu’nun bir eyaleti olacağı hayaliyle kendilerinden geçiyorlardı. Anımsayalım: O sıralar dışişleri bakanlığı koltuğunda oturmakta olan ve AKP gericiliğinin emperyal heveslerini gizlemeye gerek duymayan Ahmet Davutoğlu Ocak 2012’de Kayseri’de yaptığı bir konuşmada şöyle demişti:
“1911 ile 1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, hangi topraklardan çekilmişsek 2011-2023 yılları arasında o topraklarda tekrar kardeşlerimizle buluşacağız.
“Bu, zorunlu tarihi bir görevdir.” (“Kaybettiğimiz topraklarda buluşacağız”, İHA, 21 Ocak 2012)
Oysa anti-demokratik ve despotik özelliklerine rağmen Suriye’deki rejim asla bir Alevi ya da Nusayri azınlık diktatörlüğü değildi ve hiçbir zaman da olmadı. Zaten yaşananlar da bunun böyle olmadığını bir kez daha kanıtladı ve Baas’ın etnik, dinsel, mezhepsel farklılıkları ikinci plana atan Arap burjuva milliyetçi bir rejim olduğunu bir kez daha gösterdi. Dolayısıyla, Halep’in teröristlerin denetiminde olan bölgelerinin Suriye ordusunun ve bağlaşıklarının denetimine geçmekte oluşunu, “Olay Şii kuşatmasıdır” diye tanımlamak, Suriye’de olup bitenleri zerrece anlamamak ve Suriye’nin tarihsel evriminden habersiz olmak anlamına gelir.
Baykal’ın Suriye’de ve Ortadoğu’da olup bitenlere kendi penceresinden bakması, maskesi önemli ölçüde düşmüş olan Erdoğan-Davutoğlu kliğini sevindirdi. Başbakan Davutoğlu, 16 Şubat’ta AKP grup toplantısında yaptığı konuşmada Deniz Baykal’ı şu sözlerle övdü:
“Sayın Baykal, sınırımızda yaşanan gelişmeleri, Türkiye’nin ulusal güvenliği perspektifinden yorumlayarak, bir devlet adamına yakışan bir ciddiyetle konuştu, kendisine teşekkür ediyorum. Sayın Baykal, Türkiye’nin aldığı tedbirlerin meşru ve gerekli olduğunu açıkça ifade etti. Sayın Kılıçdaroğlu ise laf kalabalığı yaparak, üste çıkma kurnazlığı yaparak, ulusal güvenliğimizi tehdit eden bu durum karşısında ciddi ve tutarlı bir tutum takınamadı…
“Sayın Baykal’ın dünkü açıklamalarını dinledikten sonra bir kez daha ikna oldum ki Türkiye’de milli iktidar önemli ve milli bir iktidar var bugün elhamdülillah. Ama milli iktidar kadar önemli olan nedir biliyor musunuz? Milli muhalefet, biz milli muhalefet istiyoruz. Yerli muhalefet istiyoruz.” (“Başbakan Ahmet Davutoğlu Ak Parti Grup Toplantısında Konuştu”, http://www.akparti.org.tr)
Ama aynı günlerde, Baykal’ın adını anmamakla birlikte Baykal gibi düşünen ve öyle konuşan başkaları da vardı. İsrail televizyon kanalı i24news’un 13 Şubat tarihli haberine göre, Almanya’nın Münih kentinde her yıl yapılan Güvenlik Konferansı’na katılan İsrail Savunma Bakanı Moshe Ya’alon değişik güvenlik yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde İran’ın dünyadaki en önemli terörizm kaynağı olduğunu, bu ülkenin Lübnan ve Suriye’deki militan gruplara verdiği desteğin bölgenin tümünü istikrarsızlaştırmakla tehdit ettiğini söylemiş ve şunları eklemişti:
“Bu Tahran-Şam-Beyrut ekseni, Ortadoğu için bir kabustur.”
Demek oluyor ki, Deniz Baykal’ın çizgisi, sadece yeni-Osmanlıcı Erdoğan kliğinin çizgisiyle değil, Siyonist İsrail’in, Suudi Arabistan’ın ve ABD egemen sınıfları içindeki en gerici eğilimi temsil eden ve neo-con (=yeni muhafazakar) diye anılan kliğin, Obama yönetimi ve ABD devlet aygıtı içinde hala güçlü olan neo-faşist fraksiyonun çizgisiyle örtüşmektedir. ABD’nin Afganistan’a ve Irak’a saldırmasının esas sorumluluğunu taşıyan ve ABD’nin gerek Rusya’ya ve gerekse Çin’e karşı daha saldırgan bir tutum takınmasından yana olan neo-con’lar ve bağlaşıkları bugün, nükleer silahların da kullanılacağı bir üçüncü dünya savaşı tehlikesinin esas kaynağıdırlar. Bu elbette, Fransız emperyalistlerinin başlattığı Libya saldırısına katılan, Suriye’de İslami terör gruplarını uzun süre destekleyen, hatta 2013’te silahlı asilere karşı sözümona kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle Suriye’ye doğrudan saldırmaya hazırlanan ve bugün de Rusya’ya ve Çin’e karşı bir dizi provokatif eylemler yapan Obama kliğinin gerici ve saldırgan niteliğini ortadan kaldırmaz; ancak tüm dünyanın yazgısını ilgilendiren böylesi konularda ayrıntılar önemlidir; alışılagelmiş anlatımla, “şeytan ayrıntıda gizlidir.”
* * * * *
NOT: Ben bu yazıyı bitirmek üzereyken basında Deniz Baykal’ın yeni bir açıklaması yayınlandı. Baykal’ın, 15 Şubat’ta CNN Türk kanalındaki konuşmasına gelen tepkiler üzerine yaptığı anlaşılan 17 Şubat tarihli bu ikinci açıklamasında söyledikleri, kendisine bu yazımda yönelttiğim eleştirileri doğrulamıştır. Baykal bu yeni açıklamasında bir yandan Erdoğan kliğini sözümona eleştirirken bir yandan da başını bu kliğin çektiği Türk ordusu ve Kontrgerillasının Türkiye Kürdistanı’nda gerçekleştirdiği kanlı operasyonlara sahip çıkıyor ve şöyle diyordu:
“Terörle mücadelenin başarılı olması ve buna destek olmak hepimizin görevidir. Suriye sorununun bu hale gelmesine kim yol açtıysa onun altında kalsın bize ne deme hakkımız da yoktur. Bizim sorunumuz iktidarla hesaplaşmanın ötesinde Türkiye’ye sahip çıkmaktır. AKP’ye karşı çıkmakla Türkiye’ye sahip çıkmak arasındaki ayrımı yapabilmek devlet adamı olmanın gereğidir.” (“Deniz Baykal’dan yeni açıklama”, Haberdar, 17 Şubat 2016)
Baykal, AKP’nin ve Erdoğan kliğinin gerici ve saldırgan iç ve dış politikalarını ve özellikle de Kürt halkını hedef alan zulmünü savunmayı “Türkiye’ye sahip çıkmak” olarak tanımlıyor. O daha ilerde ise Suriye’den söz ederken, bu ülke halkının yaşadığı yıkım ve acıların esas sorumlularını görmezden gelmeye devam ediyordu. Esas sorumluluğunu emperyalist, Siyonist ve bölge gericiliği destekli terörist grupların taşıdığı Suriye’deki yıkım ve çatışmaların günahını bütün etnik, dinsel ve mezhepsel gruplar arasında paylaştırmaya kalkışan ve bu suretle Suriye’de yaşananları bütünüyle çarpıtarak tanınmaz hale getiren bu yolagelmez gerici şöyle buyuruyordu:
“Maalesef kriz öncesine kadar bir arada yasayan insanlar artık birbirlerine ve kendi medeniyetlerine karşı savaş verir hale düşmüşlerdir. Bu manzaraya dur diyecek bir uluslararası otoritenin oluşturulamamış olması utanç vericidir. Nusayri’si Sünni’si, Hristiyan’ı on yıllardır bir arada barış içinde yaşadıkları günleri özler hale gelmişlerdir.” (aynı yerde)
Siyasal yaşamının en zor dönemeçlerinde (19 Aralık 2002, 22 Şubat 2003, 10 Haziran 2015) Tayyip Erdoğan’la, içerikleri bugüne kadar kamuoyuna açıklanmamış görüşme ya da toplantılar yapmış ve ona destek olmuş ve belki de “büyükleri” tarafından böyle bir görevle onurlandırılmış olan Deniz Baykal’ın bugün çıkıp böyle konuşması, kendi kişisel tarihi gözönüne alındığında hiç te şaşırtıcı değildir.
17-18 Şubat 2016
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/garbis-altinoglu/2392-deniz-baykal-in-mavallari
Suriye, Kürt Sorunu ve AKP Çizgisinin İflası
Oktay Baran
Cenevre-III konferansının toplanması bile başarılamadığı için “ertelenmesi”nin ardından yaşanan gelişmelerle Suriye’de dengeler değişmiş görünüyor. Yaşanan gelişmeler Suriye rejimi-Rusya-İran cephesinin elini güçlendirirken, bu süreçten net bir zararla ve hatta dış politikasında iflasla çıkan TC devleti oldu. Suriye ordusunun Halep’i kuşatma altına alarak, TC’nin desteklediği muhalefete ikmal yolunu tam olarak kapatmasıyla, TC Suriye denkleminin neredeyse tümüyle dışına itilme noktasına geldi. Bu hem TC’nin emperyalist yayılmacı siyasetinin ağır bir darbe alması hem de düşman olarak gördüğü Kürt hareketinin yeni ve önemli mevziler kazanması anlamına geliyor. Bir başka deyişle gelişmeler TC açısından çifte zarar demek oluyor. Durum bu olunca, AKP’li egemenlerin izlediği çizgi şirazesinden çıkarak çılgınlık noktasına gelmiştir.
Gelişmeleri kısaca arka arkaya koyduğumuzda görünen tablo budur. Şubat ayının ilk günlerinde Türkiye PYD’nin Cenevre’ye davet edilmemesini diplomatik bir zafer olarak kutlarken, Obama’nın özel temsilcisi Kobani’yi bir heyetle ziyaret ediyor ve orada PYD ile görüşüyordu. Aynı saatlerde ABD dışişleri bakan yardımcısı da Cenevre’de PYD lideri ile bir araya geliyordu. TC’nin en yetkili ağızlarından ABD’ye yönlendirilen “biz mi, PYD mi” şantajına ABD tarafından defalarca “PYD’yi desteklemeye devam edeceğiz” açıklamalarıyla cevap verildi. Bu arada Münih’te yapılan toplantıda ABD ve Rusya’nın geçici ateşkeste anlaştığı söyleniyor ancak IŞİD ve El Nusra’nın ateşkes dışında tutulacağı duyuruluyordu. Bu hem TC’nin desteklediği cihatçı gruplara karşı Esad rejiminin saldırılarının süreceği hem de PYD güçlerine karşı askeri girişimde bulunulmaması gerektiği anlamına geliyordu. Aynı günlerde Halep kuşatma altına alınıyor ve Kilis ile Halep arasındaki koridor kesilerek hem PYD’nin hem de Suriye ordusunun bölgede ilerleyişi başlıyordu. Buna paralel olarak, Suriye’ye kuzeyden bir kara harekâtı planının yapılmakta olduğu haberleri gündeme düştü. Suudi Arabistan’ın içinde Türkiye’nin de olduğu müttefikleriyle birlikte bir kara gücü oluşturarak Suriye’ye kuzeyden müdahale etme planlarının tartışıldığı yönündeki haberler Batı medyasında gündeme geldi. TC yetkilileri böyle bir planın varlığını açıkça kabul etmemekle birlikte, “müttefikleri”yle görüştüklerini dillendirerek buna istekli olduklarını beyan etmiş oldular. ABD kara harekâtının şu anda gündemlerinde olmadığını açıkladı; İran, Suriye ve Rusya ise böyle bir müdahalenin savaş sayılacağını açıkça ilan etti. TSK yetkilileri de böyle bir harekâta sıcak bakmadıklarını basına sızdırdılar. TC’nin iyice köşeye sıkışarak PYD’yi terörist ilan edip bombardımana tutması karşısında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bombardımana derhal son verilmesi çağrısında bulundu. TC’nin tüm çağrılarına rağmen gerek ABD ve Rusya’nın gerekse de AB’nin PYD’ye desteğinin devam etmesinin ve hatta ABD’nin Afrin’deki PYD güçlerine de yardım edileceği açıklamasının ardından ise Ankara’daki bombalı saldırı gerçekleşti ve AKP hükümeti bu saldırıyı PYD’nin üzerine yıkarak Rojava’ya saldırma bahanesi olarak kullanmaya girişti.
Görülüyor ki AKP-Erdoğan yönetimi ülkeyi adım adım bir felâkete doğru sürüklüyor. Bir yandan faşist tırmanış olarak adlandırdığımız süreç ilerlerken diğer yandan bununla bağlantılı olarak Suriye üzerinden ülke Ortadoğu savaşına doğrudan dahil olma noktasına doğru adım adım itiliyor. Suriye’de yaşanan gelişmeler bir yandan TC’nin dış politikasının iflası anlamına gelirken diğer yandan bu gelişmeler özellikle Kürt sorunu bağlamında ülkenin içine sirayet ederek, AKP’nin iç siyasetteki faşizan gidişatını beslemektedir. AKP-Erdoğan yönetimi iflas eden dış politikalarını can havliyle savunmaya devam etmesine rağmen, yalnızca uluslararası kamuoyu nezdinde değil, kendi müttefikleri nezdinde de giderek yalnızlaşmaktadır.
İflas eden politikaları gerek diplomatik gerek siyasi gerekse de askeri planda aldıkları yenilgilerle birleşince, AKP’li egemenler giderek daha saldırgan ve bariz yalanlar üzerine inşa edilmiş bir çizgiye kayıyorlar. Söyledikleri yalanlar ve dezenformasyon operasyonları çevrelerindeki yardakçılar takımı tarafından gerekçelendirilip renklendirildikçe, kendi ağızlarından çıkanı etraflarından daha güçlü bir şekilde duymaya başladıkça, kendi yalanlarına kendileri de inanmaya başlıyorlar. Bu akıl yitiminin hangi çılgınlıklarla sonuçlanacağını hep birlikte göreceğiz.
Ortadoğu’da boyundan büyük işlere girişip iyice köşeye sıkışan Erdoğan önderliğinin Suriye’ye girmeyi göze alacak denli çılgın bir davranış sergileyip sergileyemeyeceği bugün önemli bir soru işaretidir. ABD egemenleri, kendi onay ve destekleri olmadan Türkiye’nin Suriye’ye doğrudan müdahale edemeyeceğini düşünüyorlar. Benzer bir düşünce diğer Batılı güçlerde de hâkim. Bu yaklaşım gerçeğin önemli bir bölümünü yansıtıyor, ama tamamını değil. Batılı ideologların unuttukları bir şey var: Bu akıl yürütme tarzı olağan dönemlerde geçerli olabilir, ancak hiç de olağan dönemlerden geçmiyoruz. İzlediği politikanın iflas etmesiyle her geçen gün daha da çılgın adımlar atan Erdoğanist rejim, gerek orduyu (TSK yetkililerinin de BM kararı ve ABD-NATO desteği olmaksızın Suriye’ye karadan girilecek bir harekâttan yana olmadıkları söyleniyor) gerek Batılıları ikna etmek için her türlü manevrayı yapacaktır ve orduyu buna ikna ettiği anda gözü hiçbir şeyi görmeyebilir.
Bu manevraların bir örneğine Ankara’daki bombalı saldırının arkasından günlerdir şahit oluyoruz. Devlet ricalinin bu saldırının sorumlusunun YPG olduğunu açıklamasının ardından egemenlerin akıl hocaları “ikna turları” yapılması gerektiğinden bahsettiler. Vakit geçirilmeden BM GK üyesi ülkelerin yanı sıra tüm önde gelen Batılı devletlerin diplomatları Dışişleri’ne çağrılarak “bilgilendirildiler”. Peki egemenler neden “ikna turları”na ihtiyaç duyuyorlar? Çünkü kendileri dışında dünyada kimse bugün PYD ve YPG’nin bir terör örgütü olduğunu kabul etmiyor. Tüm dünyanın gözünde PYD Suriye topraklarındaki bir örgüt ve Ankara’da böyle bir eylem gerçekleştirme gücünden yoksun olarak görülüyor. PYD bu tarz bir intihar eylemini bırakın Türkiye topraklarını kendi mücadele alanında bile daha önce yapmış değil. Ayrıca PYD tam da Ankara hükümeti onun mevzilerini günlerdir bombalarken ve tüm dünya Ankara’ya bombalamayı durdur çağrısı yaparken tutup Ankara’nın göbeğinde böyle bir saldırıyı yapacak kadar aptal olmasa gerek diye düşünülüyor. Ve tüm bunları bir tarafa bırakalım, PYD bu eylemle kesinlikle bir ilgisi olmadığını açıklayarak iddiaları kesin bir şekilde reddetmekle kalmadı, AKP hükümetini Suriye’ye müdahale etmek için gerekçe üretmekle itham etti.
AKP’nin elindeki muazzam propaganda makinesiyle içerde halkı aldatmayı başarması kimseyi yanıltmamalı. Erdoğan rejiminin dış dünyada algılanışı içeride algılanışından tümüyle farklıdır. İçerde esip gürleyen AKP egemenlerinin sözlerini dışarıda kaale alan neredeyse kimse kalmamış durumda. Erdoğan rejimi dış dünyada itibarını tümüyle yitirme noktasının eşiğindedir. Yolsuzluklara boğazına kadar batmış, faşizan baskıyı giderek tırmandıran, savaşa doğrudan dalmak isteyen ve NATO’yu da buna çekebilmek için tuzaklar kuran bir ülke görüntüsü hâkim. Yaptığı açıklamaları ciddiye alan olmadığı gibi, esip gürleyerek savurduğu tehditler de artık pek dikkate alınmıyor. İlan ettikleri kırmızı çizgiler, daha açıklamaları bitmeden aşılıp geçiliyor. Saldırgan girişimleri için ileri sürdüğü gerekçeler geçerli görülüp ciddiye alınmıyor. ABD ve AB’ye “biz ya da Kürtler” şeklinde dile getirilen şantajlar görmezden geliniyor. Laf edip arkasında duramayan, tehdit edip adım atamayan bir hükümetin inandırıcılığı da, etkisi de, belirleyiciliği de giderek ortadan kalkıyor. Gerek kendi ülkesindeki Kürtlere karşı yeniden başlattığı savaşa uydurduğu gerekçeleri gerekse de Suriye’deki Kürtlerin temsilcisi olan PYD’yi dış dünyaya takdimini dikkate alan yok. Hiçbir büyük emperyalist gücü bu konularda ikna edebilmiş değil. Hükümetin bu son “ikna” girişimi, aklını yitirmemiş “yerli” burjuva ideologlar tarafından bile en hafif tabirlerle, “acemice”, “beceriksizce”, “acul” bir girişim olarak değerlendirilip alay konusu yapıldı. Hükümet ve yalakaları dışında bu saldırıyı YPG’nin yaptığını kabul eden yok, değerlendirmelerin ortak noktasını AKP’nin Suriye’ye müdahale için bahane yaratmak istediği oluşturuyor.
ABD’den Rusya’ya, AB’den BM’ye, dünya çapındaki akademisyenlerden yerli akademisyen ve aydınlara kadar önüne gelen herkese “Eyyy” çeken Erdoğan yönetiminin bu çıkışlarının hedefinin de benzer şekilde iç kamuoyu olduğu gayet iyi biliniyor. AKP’nin resmi yayın organı niteliğindeki Yeni Şafak gazetesinin manşetindeki “ABD, Rusya, İran, Suriye: Hepiniz Ortaksınız!” ibaresi emekçi yığınları AKP’nin milliyetçi-emperyalist çılgınlığının arkasına takma gayretlerinin bir yansımasıdır. Erdoğan aydınları tehdit ettikçe AKP’nin havuz medyasında açıkça yargısız infaz çağrıları yapılmaya başlandı. Yeni Şafak yazarlarından Ömer Lekesiz, Kürt siyasetçilere ve aydınlara dönük infaz çağrısı yapmakta bir beis görmüyor: “Bir partinin çaycısı, çorbacısı bile potansiyel terörist olabileceğine göre, bunlarla mücadele için yeni bir saldırının beklenmemesi, teröristlerin bizzat o partiye mahsus mekanlarda etkisizleştirilmesi gerekir. Angajman kurallarını işlettiğiniz terör örgütlerinin, terör destekçisi devletlerin içerideki sivil partili görünümlü elemanlarını etkisiz hale getirmeden bunun sağlanması imkansızdır. Terör örgütünün siyasi kanadı olarak faaliyet gösteren malum partinin elemanları Amerika’da olsalardı, şimdiye kadar yüz defa ortadan kaldırılırlar, akıbetlerinin ne olduğunu soracak kimse de çıkmazdı.” Yine Star gazetesi de, savaşa karşı çıkanları düşman ilan ederek, “Düşman İçimizde” manşetleri atmaktan geri durmadı. Bu çağrıların, yeni yargısız infazları, yeni suikastları, yeni katliam girişimlerini, yeni bombalamaları beraberinde getireceği ve ucunun gerici bir iç savaşa açılma riski taşıdığı apaçıktır.
* * *
Suriye’de yaşanan gelişmeler ABD’nin de TC’nin de başlangıçtaki siyasetini farklı düzey ve içeriklerde de olsa değiştirmiştir. TC egemenleri Suriye’ye başlangıçta hem Ortadoğu’ya dönük emperyalist emellerinin bir test ve uygulama alanı olarak bakıyorlardı hem de Suriye’de Irak’taki gibi bir Kürt yapılanmasının ortaya çıkmamasını istiyorlardı. Hâlâ da öyle bakıyorlar. Ancak özellikle 2014 Ekiminde Kobane merkezli olarak yaşanan gelişmelerle ortaya çıkan Rojava gerçekliği, TC egemenlerinin Suriye politikasını altüst ettiği gibi, TC sınırları içerisinde de Kürt sorununun “çözüm” dinamiklerini kökten değiştirmiştir. Bu gerçeklikle birlikte AKP’nin Suriye politikasının ağırlık ekseni, Rojava Kürtlerinin kazanımlarının geriletilmesi ve mümkünse yok edilmesine kaymıştır. Bu politikanın, bugün TC sınırları içinde yaşananlarla da doğrudan bağı vardır. Bugün Kürt illerinde yaşanan savaş, Rojava’daki kazanımların cesaretlendirdiği Kürt hareketinin TC sınırları içerisinde daha da güçlenmesinden, yeni kazanımlar elde etmesinden ve fiili durumlar (özyönetim uygulamaları) yaratmasından duydukları korkudan kaynaklanıyor.
ABD’nin taktiklerinde de Rusya’nın doğrudan Suriye’ye dahil oluşuyla birlikte önemli bir değişim yaşandı. Bugün ABD, başta IŞİD olmak üzere cihatçı grupların tasfiyesini kendi gündeminin başına oturtan bir söylem tutturmuş durumda. Ancak Suriye’ye burnunu sokan güçler içerisinde kâğıt üzerinde IŞİD ile savaşmayan yok gibi görünse de ve herkes oradaki varlığını IŞİD ile savaşmak olarak gerekçelendiriyor olsa da gerçekte (Kürtler hariç) IŞİD’e karşı savaşan kimse yoktur!
Rusya’nın stratejisi kısa vadede Suriye’den kimilerinin “ılımlı İslamcı muhalefet” olarak adlandırdığı güçleri temizlemek ve alanda rejim güçleri, PYD ve IŞİD’in kalacağı bir sadeleşmeye gitmektir. Ilımlı denilen muhalefeti temizleyerek, Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ittifakını Suriye masasının tümüyle dışında bırakmak ve sahadaki etkinliklerini yok etmek hedefleniyor. Bu üçlü ittifakın bu noktadan sonra IŞİD ile bağlarını tekrar güçlendirip güçlendirmeyeceği bir sonraki adımın sorunu olacak, ki IŞİD’in tasfiyesi asıl olarak ancak o sonraki adımlarda gündeme gelecektir.
Rusya’nın bu stratejisinin arkasına askeri varlığını güçlü biçimde koymasıyla birlikte ABD’nin geri adım attığını görüyoruz. Henüz ve şu aşamada Rusya’yla doğrudan bir askeri çatışma içerisine girmek istemeyen ABD, öyle görünüyor ki, belli İslamcı muhalefet gruplarının tasfiyesi hususunda Rusya ile şimdilik geçici bir taktiksel uzlaşmaya varmış gözüküyor. Yine hem ABD’nin hem de Rusya’nın hemfikir oldukları bir diğer nokta da Suriyeli Kürtleri destekleme ve yine onların desteğini yanına çekme gereğidir.
Bu aşamanın arkasından IŞİD’in tasfiyesi de tamamlandığında, gerçek sorun tüm çıplaklığıyla bir kez daha ortaya konacaktır. Suriye’de hangi bölgeler rejimin denetimde kalacaktır, Kürtlerin statüsü ve Sünni Arapların durumu ne olacaktır? Benzer soruların üstelik de benzer biçimde Irak için de geçerli olduğunu hatırlatalım: Bağdat merkezli Şii yönetimin sınırları nerede bitecek, Irak Kürdistanı’nın durumu ve bu arada Barzani’nin geleceği ne olacak ve Iraklı Sünnilere hangi bölgeler kalacak? Ve kuşkusuz bu sorulara arka plandaki asıl şu soru temelinde cevap bulunmak zorunda kalınacak: tüm bu bölgelerin her biri hangi büyük emperyalist güç ya da ittifakın nüfuz alanı olacaktır? Ana soru budur. Ve bu ana soruya yanıt verilebilmesi için büyük emperyalist ittifaklardan birinin diğerine kendi hegemonyasını açıkça kabul ettirmesi gerekiyor. İçinden geçtiğimiz dönemde bu kabul ettirişin yol ve yönteminin savaştan başka bir şey olmadığı açık olduğuna göre, daha paylaşım savaşının çok başlarındayız demektir. Bu temel gerçekten çıkan önemli sonuç şu ki, uzlaşma ve ateşkes sağlanır mı, barış gelir mi sorusu bugün tümüyle anlamsızdır. Savaşan taraflardan biri diğeri üzerinde açık hegemonyasını silah zoruyla kabul ettirme noktasına ulaşmadığı sürece “barış” çok uzak bir hayal olarak duruyor.
Emperyalistlerin bölgeye ve dünyaya barış getirebileceği hayalini liberallere bırakıp, bu dünya savaşından ve kapitalizmin tarihsel krizinden emekçiler lehine çıkışın tek yolunun bir proleter devrim olduğunu vurgulayarak bitirelim. Ortadoğu halklarına barışı, bölgenin ezilen halklarına özgürlüğü, emekçilere demokrasiyi ve sefaletten kurtuluşu gerçekten ve kalıcı olarak getirebilecek tek seçenek böylesi bir devrimdir.
http://marksist.net/oktay-baran/suriye-kurt-sorunu-ve-akp-cizgisinin-iflasi.htm
Alkolsüz kokteylle akşamdan kalma!
Gerçek
Şubat 24, 2016
Bir rezil olma durumu yaşanıyor. Hani kendi içimizde alıştık da ele güne, bütün dünyaya rezil olma durumu. Mesela Resmi Gazete’yi, pardon Yeni Şafak’ı alalım. Biliyorsunuz, Ankara Merasim Sokak’taki patlama Çarşamba akşamı oluyor. Yeni Şafak’ın Cuma günkü nüshasının manşeti şu: “Hepiniz ortaksınız”. Manşetin sol üstüne rozet biçiminde “ortaklar”ın bayrakları konmuş: ABD, Rusya, İran, Suriye.
ABD ile Rusya’nın Gürcistan savaşı (2008), Ukrayna ve Kırım (2014) ve Suriye (2015-2016) yaşandıktan sonra “ortak” ilan edilmesi, en azından bir AKP “öznelliği” olarak nitelenebilir. Şayet buna açık paranoya vakası denmeyecekse! Ama işin psikolojik yanı değil şimdi tartışmak istediğimiz. Politik yanı.
Demek Ankara’da patlayan bombanın arkasında bütün bu ülkeler var. Neden? Yeni Şafak manşetin hemen altında açıklıyor: “PYD/YPG dünyada en çok destek alan terör örgütü haline geldi.” Demek ki, olayda saatler sonra bombacının Salih Neccar adlı biri olduğu, bu kişinin Suriye uyruğu olduğu, Kürt olduğu, Amudeli olduğu, resmiyle birlikte saptanmış durumda. Önce kimliği bulundu deniyor. “Otomobilin demir çeliğinin bin bir parça olduğu patlamada PVC bir kimlik nasıl sağlam kalmış ki?” sorusu biraz yıpratıcı olunca, bu sefer bir parmak bulundu oluyor, oradan parmak izi ile Salih Neccar’a saatler içinde ulaşılmış oluyor. Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar! Başbakan Profesör Ahmet Davutoğlu da Suruç katliamının failinin yakalandığını söylememiş miydi? 10 Ekim Ankara katliamının failleri de hemencecik saptanmıştı. Türk polisi hızlı çalışıyor. Yeni Şafak da bunun politik sonuçlarını çıkarıyor.
Sadece manşette değil. Orta sayfada başlıklardan biri şu: “Aile boyu PYD’li”. Altında da şöyle yazıyor: “Canlı bombanın PYD/YPG üyesi Salih Neccar olduğu kesinleşti.” Bakın bu çok önemli. Mesela Salih Neccar adı değil. Salih Neccar kesin olarak PYD/YPG’li.
Başbakan Profesör Ahmet Davutoğlu 10 Ekim Ankara katliamını “kokteyl eylem” ilan etmişti, hatırlanacak. IŞİD/DAİŞ ile PKK ortak prodüksiyonuydu. Profesör bu teorisiyle “stratejik derinlik” teorisi arasında nasıl bir ilişki olduğunu açıklamamıştı, ama arada bir fark var. “Derinlik” pek tutmadı. “Kokteyl” tuttu.
Yeni Şafak da bu Ankara eylemini “kokteyl” haline getiriyor. Hep aynı gün. Orta sayfada bir manşet: “Bombalar Diyarbakır’dan.” Bir sonraki sayfada dev kırmızı harflerle bir başka manşet: “Silahlar İran’dan”. Onun karşısındaki sayfada yine bir manşet: “Talimat Esed’den”. Bir ölçü Amerika, üç ölçü de Rusya katın, kokteyl tamam!
Yeni Şafak’ın bu kokteyli yaptığı günün akşamı TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adlı örgüt, eylemi kendilerinin düzenlediğini açıklıyor. O andan itibaren Yeni Şafak sus pus! Cumartesi sabahı Yeni Şafak “akşamdan kalma”. Kokteyli fazla kaçırmış! Ne Ankara eylemi var, ne PYD/YPG sayfalarda. Bu günlerce devam ediyor. Biz devamlı soruyoruz: “Parmağı gösterin” ki failin Salih Neccar olduğu kanıtlansın diyoruz. “Bir Salih Neccar aranıyor” diyoruz. Yeni Şafak susuyor. Ta Salı’ya kadar! Akşamdan kalma diyoruz ya!
Bakın iyi anlatalım: Yeni Şafak’ta üç gün boyunca TAK adı geçmiyor! TAK’ın eylemci olarak adını verdiği Abdülbaki Sömer adı geçmiyor. Ama Salih Neccar adı da!
Sonra Pazartesi günü DNA testi, eylemi TAK’lı Abdülbaki Sömer’in yaptığını kanıtlıyor. Rezalet Türk hukukunun damgasını yemiştir! PYD/YPG teorisi çöküyor!
Salı günü nihayet konu Yeni Şafak’ta yeniden zuhur ediyor. Nasıl? Şöyle bir cümleyle: Başlık: Bomba Ankara’da hazırlandı.” (Hani “Bombalar Diyarbakır’dan”dı? Neyse geçelim.) Altında: “Askeri araçlara yönelik terör saldırısının detayları netleşiyor. Canlı bomba Salih Neccar (Abdülbaki Sömer)…”
Bir dakika! One minute! Salih Neccar Abdülbaki Sömer’le nasıl eşitlendi Yeni Şafak? Velev ki, Abdülbaki Sömer, Salih Neccar kimliğini taşıyordu. Önemli olan o ad değil ki. Şimdi size sayısız defa yazdığınız cümleyi tekrarlıyoruz. Yukarıda da aktardık. Sizin gazetenizden alıntılayarak:
“Canlı bombanın PYD/YPG üyesi Salih Neccar olduğu kesinleşti.” (Yeni Şafak, 19 Şubat 2016, s. 14)
Oysa Abdükbaki Sömer’in TAK üyesi olduğu kesin. PYD/YPG üyesi olmadığı da! Aynen Suriye uyruklu olmadığı, Amudeli olmadığı gibi!
Sizi gidi gazeteci kılığındaki Göbels’ler sizi!
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/alkolsuz-kokteylle-aksamdan-kalma
***
Mutlu ve putlu bir hayat sürüyormuş. Lüks, israf, beyinsizlik içinde gel keyfim gel yaşıyormuş, bir eli yağda bir eli baldaymış… Kavaklıdağ’da bu yaz, filtreli yüzme havuzu olan, zemini Brezilya graniti kaplı çok ihtişamlı bir villa inşasına başlayacakmış. Binaenaleyh büyük krizler, iç savaş, çok vahim hadiseler, dünya savaşı olmayacakmış, olmamalıymış… Bu da bir kafa yahut mankafadır…
***
http://www.gazetevahdet.com/iki-guzel-haber-4781yy.htm
http://marksist.net/tuncay-alp/acik-konusalim-artik-savastayiz.htm
İyi sabahlar,
Esad’a karşı bakışınız nasıl?
Suriye ‘de halk, Esad’ın gitmesini istiyor mu?
Ve istiyorsa eğer, sizce Suriye ‘de hangi örgüt çatısı altında mücadele etmeliler?
Kaddafi, Saddam ve Esad da giderse, or
ortadoğu rahatlar mı?
sonra cevaplayacağım.
Kaddafi ve Saddam zaten gitti.
Suriye halkı her şeye dış müdahale ve diktatörlük baskısı olmadan karar vermelidir. Bence suriyeliler Esat’ı sevmiyor ama şu anda dış müdahale ve Işıd tehdidi nedeniyle Esad’a mahkûm durumdalar.
Bu konuya değinen bir yazıdan:
–
Güvenlik herkes için bir nimettir. Bu da ancak yöneticilerin ve kuvvetin varlığı ile mümkündür. Bunun gerçekleşmesi için iyilikte dinleyip itaat etmek, zulüm ve baskıya karşı da sabretmek şarttır.
Yöneticilerini düşüren ve – eğrilik ve sapmalarından dolayı – devletlerini deviren toplulukların, daha önceki hallerinde olduğu gibi bir değere ulaşamadıklarını gördük. Yine onların kendi ülkelerinde birçok devletçiklere bölündüklerini, parçalandıklarını, değerlerini kaybettiklerini, alçak kimseler tarafından kınandıklarını, hakir konuma düştüklerini, akrabalık bağlarını kopardıklarını, kişilerin ana babalarıyla ve çocuklarıyla aralarının açıldığını görüyoruz. Bu yüzden şöyle denilmiştir: “Hükümetsiz toplum, değersiz bir toplumdur. Zalim sultan, devam edip giden fitneden hayırlıdır.”
“Yetki sahibi idareciye ayaklanıp da bundan dolayı iyilikten daha büyük bir kötülüğün meydana gelmemesi çok nadirdir. Mesela Medine’de Yezid’e karşı ayaklananlar, Irak’ta Abdulmelik’e karşı ayaklanan İbnu’l-Eş’as, Horasan’da oğluna karşı ayaklanan İbnu’l-Muhelleb, yine Horasan’da ayaklanan davet sahibi Ebu Muslim, Medine ve Basra’da Mansur’a karşı ayaklananlar ve benzerleri böyledir.”
“Bunlar amaçlarına ya ulaşmışlar ya da ulaşamamışlardır. Sonra yönetimleri ellerinden çıkmış, sonuçsuz kalmıştır. Abdullah b. Ali ve Ebu Muslim birçok insan öldürmüşlerdir. Her ikisini de Ebu Cafer el-Mansur öldürmüştür. Harre halkı, İbnu’l-Eş’as, İbnu’l-Muhelleb ve diğerlerine gelince taraftarlarıyla birlikte yenilgiye uğramışlardır.”
Tarih tekerrür ediyor. Suriye’de bugün Esad’ı devirmeye çalışanlarla dün Emevileri devirenler arasında bir fark yok.
–
Mervan’ı kovalayan Abdullah bin Ali, Şam’ı 15 gün kuşattıktan sonra halkını kılıçtan geçirip şehrin surlarını yerle bir ettirdi. Sonra Emevilere aman verdiğini ilan ettirip toplanan Emevi ileri gelenlerinin hepsini öldürttü. Ayrıca Abdullah bin Ali’nin bir emri üzerine I. Muaviye’nin, II. Yezid’in, Abdülmelik bin Mervan’ın ve Hişam’ın mezarları açıldı. Onların kemikleri hakarete uğradı ve yakıldı. Duyulan kin özellikle Hişam’ın çürümemiş olan cesedine karşı açığa vuruldu: önce kırbaçlandı sonra asılıp yakıldı. Mesleme bin Abdülmelik’in cesedi ise dağılıncaya kadar nişangâh olarak kullanıldı. Bu vahşetlerden yalnız II. Ömer’in cesedi uzak kalabilmişti. Abdullah bin Ali, Hişam’ın eşi Abde’ye yaptığı evlenme teklifi, bu prenses tarafından reddedildiği için onun karnını deşmelerini emretmişti.
Ebu’l-Abbas Abdullah kardeşi oğlu İbrahim bin Yahya’yı 133/750-1’de Musul’a vali tâyin ettiği zaman da buna benzer olaylar geçti. İbrahim bin Yahya 12 000 kişi ile Musul’a girdi. Önce şehir halkını davet etti; onlardan oniki suçsuz insanı öldürttü. Musullular geri çekildiler. Vali camiye gireceklerin emniyette olacakları yolunda bir bildiri yayınlayınca halk çabucak camide toplandı. Caminin önünü kesen askerler bunlardan 11 000 kişiyi orada katlettiler. Bu korkunç katliamdan kurtulabilen dörtyüz erkek de ayrıca bir baskın sonunda öldürüldüler. Geceleyin ağlaşan kadınların seslerinden sinirlenen İbrahim kadınların ve çocukların öldürülmesini de emretti. Üç gün süre ile bu emrin yerine getirilmesine çalışıldı. Musul katliamını tasvir eden Makrizi «Bundan daha kötüsünü Ebu’l-Abbas’dan başkasının yaptığı işitilmemiştir» demiştir.
Bahriye Üçok – İslam Tarihi Emeviler Abbasiler
Devlet gücünün istismarına karşı koymak, bir güç meselesidir: gücü, karşı-güç yener. Doğal olarak, her güç istismara açıktır. Güç sahibi, gücünü kötüye kullanabilir: insan insan olduğu sürece, başka türlü olabileceğini sanmak hatadır. Bazı güç odaklarının denklemden eksilmesi, toplum özgürlüğünü tehdit eden toplam güç miktarını azaltmaz: eksilenlerin yerine bu kez başka odakların güçlenmesi sonucunu doğurur. Ve tahrip edilen odağın yerine aynı derecede güçlü bir başkası konmadığı sürece, neticede güçlenecek olan sadece ve sadece devlettir.
Bu yüzden, tarihte suiistimalleri önlemek iddiasıyla yola çıkıp toplumun belkemiğini oluşturan kurum ve değerleri tahrip eden ünlü devrimlerin her biri, sonuçta toplumsal özgürlüklere, kişi hukukuna ve insan haysiyetine karşı son derece kanlı ve vahşi birer saldırıya dönüşmüşlerdir.
1789 Fransız ve 1917 Rus devrimlerinin, 1918 Alman devriminin, 1949′da Çin’de ve 1979′da İran’da gerçekleşen devrimlerin ortak (ve hiç şüphesiz kısmen samimi) hedefi, toplumsal özgürlükleri artırmaktır. Yüzyılımızda örnekleri görülen sosyal içerikli milliyetçilik hareketleri (örneğin Cezayir, Küba, Vietnam devrimleri) de görünürde aynı amacı gütmüşlerdir. Dini, mülkiyet hakkını, bilim ve hukuk kurumlarını, köhne gelenekleri, kozmopolit etkileri ve ayrıcalıklı sınıfları yıkmakla ve taşrayı “modernleştirmekle” bu hedefe kısa yoldan ulaşılacağı sanılmıştır.
Sözkonusu denemelerin istisnasız her birinin, üç-beş yıl içinde, tarihte eşi görülmemiş birer terör ve istibdat rejimi ile sonuçlanmaları, herhalde boş bir rastlantı olmasa gerekir.
Sevan Nişanyan – Yanlış Cumhuriyet
Bence çok güzel bir röportaj.. Biliyoruz bunları.. denilebilir ama bu açıklamalar sağlaması olur!
http://farukarslan.com/genel/husnu-mahalli-erdoganin-ustunu-cizdiler-yeni-bombalar-patlayacak/
http://www.abcgazetesi.com/haberturkte-erdogan-ve-davutoglu-yargilancak-dedi-akpliler-cildirdi-11206h.htm
AKP’nin Suriye merkezli Ortadoğu politikasının iflasına dair notlar
Atlen Yıldırım
Mart 14, 2016
Suriye merkezli Ortadoğu’daki gelişmeler gündemin ön sıralarındaki yerini korumaya devam ediyor. Rusya’nın bölgeye yönelik yaklaşık olarak 4,5 ay boyunca hava operasyonu ile yaptığı müdahale, dengeleri büyük ölçüde değiştirdi. Yöntem açısından bu gidişattan memnun olanlar ve memnun olmayanlar ayrımına dikkat etmemiz de bu konuda berraklaşmamızı kolaylaştırabilir. Bu gidişattan memnun olanlar belli: Esad bundan memnun. Bağdat merkezi hükümeti memnun. Tahran süreci olumlu görüyor. Rusya memnun. Filistin solu memnun. Gazze’deki sol memnun. PYD memnun. Kürt siyasi hareketi memnun.
Peki, kimler memnun değil? Uzun süre birçoğunun dikkatinden kaçan bir ülke var: İsrail. Hiç memnun değil. ABD’de Cumhuriyetçiler memnun değil.
Önerimiz şudur: ilk bakışta anlaşılmayacak şeyler gerçekleştiğinde ve gerçekleşecek olduğunda bu olağan şüphelilerin listesini daima göz önünde bulundurmakta sonsuz fayda vardır. Genel olarak emperyalizm ama özellikle de ABD’deki Cumhuriyetçi çevreler ve onların uzantıları, Ortadoğu halklarının sırtındaki kanlı hançer olan İsrail, gericilik ve karşı devrim odağı Suudi Arabistan, Neoosmanlıcı AKP. Bu liste belli.
Şimdi asıl somut konumuz olan Azez sorununa dönersek, son 6 aylık sürecin temel özelliklerinden birisi, ABD ve Rusya’nın uzun süredir pek az konuda yapabildiği bir şeyi yapmış olması, yani anlaşmış olmasıdır. Yani Ukrayna’da daha dün 3. Dünya Savaşı’na mı gidiyorlar denilen iki devlet Suriye ve Ortadoğu denkleminde bir mutabakata varmışlardır. Elbette abartmayalım, bunun sınırları var. Yarın yine emperyalist ABD ve Rusya savaşın eşiğine gelebilir. Burada da şaşırılacak bir şey yok. Rus tarafı fazla güçlendi diye düşündüklerinde, emin olun hemen S. Arabistan için başka olanaklar, Türkiye için başka olanaklar açılacaktır. Bugün için henüz o noktaya ABD ‘ye göre gelinmiş değil. Hepsi bu.
Azez konusunda özel bir ısrar var. ABD sahada DAİŞ ile mücadeleyi öncelikli görüyor, elbette laf olsun diye değil. ABD’nin bu politika tercihinde DAİŞ’in Paris ve başka saldırıları, mülteci akını, enerji güvenliği vb. pek çok etken önemli rol oynamıştır. Burada görmüş oldukları şey şu: ABD ve Rusya bir takvimde anlaştılar. Bu takvim en fazla şuna işaret ediyor: Rakka’nın ele geçirilmesi veya Musul ve Rakka’nın DAİŞ’den arındırılmasını içeren bir takvim değil bu. O daha sonra birlikte yapılacak. Orada Bağdat ve Şam’ın tam bir hâkimiyet kurmasını istemeyecektir ABD ve istemiyor. Ama DAİŞ’i bertaraf etme yahut etkisizleştirme noktasında sahada kiminle iş yapabilecekse yapıyor. Hatta dikkat edin (alabildiğine pragmatist bir durum var, ince ayarlar var). Bakın Türkiye’de hep yanlış bir şekilde aktarılıyor: ABD, PYD’ye sadece basit mühimmat veriyor. Kalaşnikof, Biksi düzeyinde. Peki mesela İngiltere, S. Arabistan, Ürdün ve ABD iki yıl önce yüksek teknoloji içeren TOW füzelerini kime verdi? Youtube’a girdiğinizde, ATV’yi izlediğinizde görüyorsunuz. Bu TOW’lar Ahrar-uş Şam’da var. Nusra’da var. Yani mesela PYD bunu istiyor, daha doğrusu askeri kanadı YPG bunu istiyor. Veriyorlar mı? Hayır, burada çok detayına giremeyeceğimiz ince dengeler var. Bu aşamada YPG’ye bir destek var. Fakat bu kadarı bile Erdoğan ve AKP hükümetini çıldırtabiliyor.
Azez hattında son derece daralmış bir yer var. Rakka’ya doğru bir harekât yapılıyor. Kim yapıyor bunları? Filistin solu ve Filistin milliyetçileri. Yaklaşık 800-1000 kişilik bir ekiple. Bu, dengelerin herkes açısından değiştiğini gösteriyor. İsrail açısından da başka bir sinyal bu. Şimdi orada nasıl bazı şeriatçı Filistinlileri cihatçılar saflarına alıp Esad rejimine ve Kürtlere karşı savaştırdılarsa aynı şeyin daha fazlası bu kez soldan geliyor. Çünkü dengeler değişti.
Mesele şudur: DAİŞ’in elindeki bölge Türkiye’ye doğru küçük bir koridor halinde epey daralmış durumda. Ama bir şey dikkatten kaçmasın: aşağıda başka bir koridorla, Samandağ-Yayladağ doğrultusunda İdlip hattı söz konusu. Bu hatta zaten bir geçiş kapısı var. Ama neyi istiyor? Halep’i. Azez’in kontrolünün anlamı aslında Halep için son kartı oynamaktır. Azez demek aslında Halep demektir. Rus hava harekâtı başladığı ilk günden itibaren bütün mesele Halep’tir. Zaten Lazkiye’nin Şam’da kalacağı, Rakka’nın Suriye ordusunun, girse bile kontrol edemeyeceği bir tür Kandahar olacağını tahmin etmek zor değil. Bütün mesele nerede kalacağı belli olmayan Halep’ti. Şimdi Halep’e yönelik son hamleler yapılıyor. ABD ve Rusya’nın üzerinde mutabık kaldığı ateşkes planlanıyor.
Kısacası durum şudur: ateşkese gitmeden önce herkes sahada gücünü test etmeye çalışıyor. Ancak sınırları çok tehlikeli bir biçimde zorluyor taraflar. Erdoğan ve AKP de bunu yapıyor. Çünkü ateşkes olduğu andan itibaren iyi kötü en azından buna uyacak taraflar açısından denge değişmiş olacak. Bununla ilgili çok sert bir mücadele sürüyor.
Uluslararası denklem açısından bakıldığında, Türkiye’nin herhalde bunca yıllık tarihi, itibarının ve ağırlığının hiç bu kadar düşük olduğu bir dönem görmemiştir. Bunun AKP’nin çözülme ve gerileme sürecini hızlandıracağı açıktır. Bu tabloya başta asgari ücret kıdem farkı olmak üzere talepleri için mücadele eğilimleri güçlenen işçi sınıfını, Gezi’de başlayan halk isyanından ciddi etkiler taşıyan Artvin halkının yaşam alanlarını savunan militan direnişini ve Kürt halkının aylarca süren abluka ve katliamlar serisine boyun eğmez direnişini ekleyelim.
Sürekli bağırmaları, etrafı yüksek sesle hakarete boğmaları Erdoğan ve AKP’nin gücünü değil, çaresizliğini yansıtmıyor mu?
Bu yazı Gerçek Gazetesi’nin Mart 2016 tarihli 77. sayısında yayınlanmıştır.
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/akpnin-suriye-merkezli-ortadogu-politikasinin-iflasina-dair-notlar
http://marksist.net/ezgi-sanli/suriyeli-multeciler-ve-bitmeyen-hesaplar.htm
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/krizi-firsata-cevirmek-ve-ne-yapmali-151747
Zaharova’dan Çavuşoğlu’na: İstifa etmeniz değil, hapse girmeniz gerekiyor
Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharov, IŞİD’e yardım etmenin karşılığının hapis cezası olduğunu ifade etti
Türkiye’nin IŞİD’e yardım ettiğinin kanıtlanması halinde istifa edeceğini söyleyen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na yanıt veren Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, bu örgütle ilişkili olmanın karşılığının istifa etmek değil, hapse girmek olduğunu söyledi.
Facebook hesabında paylaştığı mesajda, Türkiye’nin IŞİD’e yardım ettiğinin kanıtlanması halinde istifa etmeye hazır olduğunu belirten Çavuşoğlu’nun sözlerini hatırlatan Zaharova, “Bunu, Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi ardından yapmalıydınız. Ayrıca IŞİD’e yardımın karşılığı istifa etmek değil, hapse girmektir” dedi.
tr.sputniknews.com’un haberine göre, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Avusturya’nın başkenti Viyana’da yapılan Uluslararası Destek Grubu toplantısı ardından yaptığı açıklamada, Türkiye’nin IŞİD’e destek gönderilmesi için Suriye sınırında bir ağ oluşturulduğunu belirtip, bununla ilgili kanıtları olduğunu söylemişti.
Çavuşoğlu da bunun ardından, “Türkiye’nin IŞİD’e yardım ettiğine ilişkin tek bir deliliniz varsa istifa etmeye hazırım” ifadelerini kullanmıştı.
http://t24.com.tr/haber/zaharovadan-cavusogluna-istifa-etmeniz-degil-hapse-girmeniz-gerekiyor,341079