Levent Gültekin / Hendek taraftarlarına bir çift sözüm var
DİKEN
Dün gazetelerde şöyle bir haber vardı: Silopi ve Cizre’de 110 PKK’lı terörist öldürüldü. Haberi okuyunca içimden şöyle dedim: Allah bilir öldürülenlerin içinde 25 yaşında büyük kimse yoktur.
Gencecik çocuklar gözümüzün önünde öldürülüyor ve hayatlarının baharında toprağa veriliyor. Bu ülkenin evlatları, bu ülkenin canları yok ediliyor.
Üstelik kendi çocuklarını öldürmekten mutlu olan bir iktidar ve bu vicdansızlıktan gururla bahseden insanlığını yitirmiş bir medyamız var.
Silopi, Cizre, Yüksekova, Nusaybin, Silvan…
birer birer tahrip ediliyor. Bir lokma ekmek bulduğunda mutlu olan gariban, yoksul insanlar evlerini, yurtlarını terk ediyor.
Camiler, kiliseler, hanlar… bölgenin yüzlerce yıllık tarihi yapıları yok ediliyor. Okullar tatil edilmiş, çocuklar eğitimsiz bırakılmış.
Yani anlayacağınız en büyük sorunlarımızdan Kürt sorununun tüm yükü hendekler üzerinden 15-20 yaş arası çocukların ve yoksul halkın sırtına yüklenmiş.
Bütün bedel onlara ödetiliyor.
Hiç mi canınız yanmıyor?
Canını veren onlar. Yoksulluğa boğulan onlar. Öğretmensiz kalan onlar. Evlerini, şehirlerini, mahallelerini, işlerini, evlatlarını kaybeden onlar.
Hal böyleyken ne yapacağız? “Hendekler doğru bir yöntem” deyip yüzlerce çocuğun öldürülmesine, on binlerce insanın evsiz kalmasına neden olan ve en çok da Kürtlere zarar veren bu yanlış mücadele yöntemine alkış mı tutacağız?
Yoksa “Evladım sen daha 15 yaşındasın. Bu işler senin işin değil. Bu devletin en başarılı olduğu alan kendi çocuklarını öldürmek. Bu nedenle sen bu işlerden uzak dur. Bizim farklı bir mücadele yöntemi geliştirmemiz gerekiyor” mu diyeceğiz?
Hangisi daha insani? Hangisi daha vicdani? Hangisi daha akla uygun?
Bir haftada 110 çocuk öldürülmüş diye bayram eden bir iktidar ve onun yandaşı gözü dönmüş gazeteciler var, görmüyor musunuz?
15 yaşında çocuklar mezara gönderiliyor, hiç mi vicdanınız sızlamıyor?
7 Haziran’dan bugüne bine yakın asker, polis, sivil ve PKK’lı genç öldürüldü. Yüz binlerce aile evini, yurdunu terk etti, hiç mi canınız yanmıyor?
Hem tüm bunlar ne için?
Ülke faşizme kaymış, kimsenin nefes alacak hali yok. Böyle bir ortamda ‘özerk yönetim’ diyerek o çocukları ölüme gönderenler ne yaptıklarının farkında mı?
Üç yıldır barış ortamı vardı. Her konu rahatlıkla tartışılıyordu. Niçin tek bir gün ağzınızı açıp da özerlik tartışması başlatmadınız?
Niçin insanların kafasındaki “Özerklik nedir? Nasıl bir şeydir? Ülkeye iyilik mi getirir yoksa kötülük mü? Özerlik olunca Kürtlerin hayatında ne değişecek…?” gibi sorulara cevap olacak en küçük bir çaba içerisine girmediniz?
Despotluğun, zorbalığın, hukuksuzluğun kol gezdiği bir dönemde yangından mal kaçırır gibi özerlik talebinde bulunmak, devlete “Gel benim çocuklarımı öldür, şehirlerimi yık, halkımı evsiz, yurtsuz bırak” demekten başka bir şey değil.
Yok mu başka bir yol?
Elbette özerklik de alabilirsiniz öz yönetim de.
Fakat bunun yolu bu mudur? 15 yaşındaki çocukları cepheye sürmek midir? İnsan hakları, özgürlük, demokrasi mücadelesi denilince niye aklınıza yalnızca silah geliyor?
İnsan hakkı, insan onuru için bir insanın kendi yaşamından vazgeçmesini öneren bir mücadele yöntemi hangi aklın ürünüdür?
Evladım öldükten sonra gelecek insan hakkının da özgürlüğün de canı cehenneme. Niçin kafa yorup insani, demokratik mücadele yolları bulmuyorsunuz?
Yok mu başka bir yol? Yok mu başka bir yöntem?
Özerklik için kaç çocuğu gözden çıkardınız? Daha kaç şehir yok edilirse, daha kaç aile evinden, yurdundan sürülürse sizin vicdanınız sızlayacak?
15 yaşındaki çocukların eline bir silah vererek tankı, uçağı, topu, tüfeği olan ama vicdanı olmayan devletin karşısına dikiyorsunuz.
Bu adalet midir? Bütün yükü 15 yaşındaki çocukların sırtına yüklemek… Ayıp değil mi?
“Ne yapalım bu çocuklar bizi dinlemiyor” diyerek sorumluluktan kurtulduğunuzu mu sanıyorsunuz? Eğer dinletecek kadar etkili sözünüz yoksa o zaman niye liderlik, vekillik, önderlik sefası sürüyorsunuz?
Hepimizin çocukları ya en iyi kolejlerde veyahut en iyi devlet okullarında okuyor. Fakat Cizre’deki o çocuklar sizin yetersizliğiniz, dar görüşlülüğünüz, nobranlığınız, devletin de akılsızlığı yüzünden okulsuz, öğretmensiz kaldı.
Bu nasıl bir rezalettir?
Sadece Kürt siyasi hareket mensupları değil, hendek politikasına destek veren medya mensupları, gazeteciler, aydınlar da var.
“Evladım sen daha çok küçüksün, senin yaşaman lazım, ölmen değil. Bir silahla bu devletin karşısına dikilirsen bu devlet gözünü kırpmadan seni öldürür ve bununla da gurur duyar” deyip o çocukları yaptıklarından vazgeçireceklerine “Bu çocuklar haklı deyip” daha da cesaretlendiriyorlar.
Birbirimizi kandırmayalım
Başkasının hayatı üzerinden iktidara muhalif olmanın dayanılmaz hafifliği.
Eğer hendek politikası doğruysa, eğer bununla bir yol kat edileceğine inanıyorsan niye gidip onlara destek olmuyorsun? Niye o hendeklerde sen de yoksun? Buyur hendeğe madem.
Niye ölen sadece onlar?
Benim en çok canımı yakan ne biliyor musunuz?
İkili sohbetlerde “Yok canım PKK’nın da yaptığı iş değil. Böyle bir ortamda hendek politikası çok yanlış” deyip sonra tersi yazılar yazan kimi gazetecilerin ve demeçler veren kimi siyasetçilerin bu akıl almaz tavrı.
Sırf Kürtlerin mağduriyeti üzerinden güç, itibar, taraftar kazanmak için o çocukların öldürülmesine sessiz kalıyorlar. Sadece sessiz kalsalar iyi. Onları vicdanını yitirmiş bu iktidara kurban ediyorlar.
Birbirimizi kandırmayalım.
Ölünecekse de biz ölelim
Kimse bize “Devlet Kürtleri öldürüyor, o nedenle hendekler savunma amaçlı kazıldı” mavalını okumasın. Hepimiz ne olduğunu biliyoruz.
Siz gerilla savaşını şehirlere taşıdınız. Devlet de buna en vahşi, en gaddar, en insanlık dışı yöntemlerle cevap veriyor. Siyasi beceriksizliğinizi o hendeklerin ve o hendeklerdeki çocukların arkasına saklayamazsınız.
Tarih eninde sonunda yaptığınız bu yanlışın bedelini size de ödetecek.
Diğer taraftan devlet sadece Kürtlere değil, ‘barış, özgürlük, dostluk, dürüstlük, insanlık, eşitlik’ diyen herkese karşı gaddar ve acımasız.
Doğru düzgün, akılcı, stratejisi olan bir mücadele yöntemi bulun da, bu değerleri ‘paylaşan ve savunan’ hepimiz sizin yanınızda saf tutalım. ‘Barış, eşitlik, özgürlük için mücadele’ diyen herkese, hepimize düşen, toplanıp gidip o çocukları ikna edene kadar o hendeklerde yatmaktır.
Yapın böyle bir organizasyon, çağırın aydınları, yazarları, siyasetçileri, gazetecileri, acı duyan halkı, gidip o çocukları bu iktidarın hedefi olmaktan kurtaralım.
Sonra hep beraber şiddet içermeyen, barışçı, kimsenin canına, malına zarar vermeyen bir yöntemle mücadele verelim.
Buna rağmen ölünecekse de, biz ölelim, hayatının baharındaki o çocuklar değil.
Sağduyunun sesi. Katılıyorum. Bu sesi yükseltmeliyiz. Hendekçi PKK’ye daha net bir “artık yeter” diyebilmeliyiz.
yazıyı daha önce okumuştum.
yorumları okumak için linke tıkladım.
ben girdiğimde 181 kez görüntülenmişti ama tık yok.
sükut ikrardan geldiği için mi sükut suikasti mi, anlayamadım.
“gültekin’in görüşlerine katılıyorum ama örgütüm, yoldaşlarım ne der” kaygısı mı; yoksa “allah’ın muhalif islamcısının lafına mı bakacam, boş ver” aldırmazlığı mı?
netice hal-i pür melalimiz.
böyle bir çırpınışa bir imdat çağrısına sessiz kalıyorsak, vay halimize…
devletler, iktidarlar binlerce yıldır yaptıklarını yapmaya devam ediyorlar.
bizse devlete, akp’ye, havuza üç beş alayla/küfürle ne güzel çakıp egolarımızı şişirmekle meşgulüz sıcak evlerimizde.
çocuklar ölüyor hendeklerde, bizse #DoğuÖlüyorBatıİzliyor hashtagini tt yaptık diye böbürleniyoruz.
yeter artık! edi bese! ya basta!
çocuklar ölüyor.
dönüp kendimize bakalım.
bizim yüzümüzden ölüyorlar.
bırakalım bu taraftar körlüğünü, salakça fanatizmi.
kendi yanlışlarımıza dur diyelim.
yoksa çocuklar ölmeye devam edecek,
ve ne kadar yıkarsak yıkayalım kanlarını ellerimizden çıkaramayacağız.
Memlekette herkes faşizm ile, AKP ile, emperyalizm ile uzlaşarak özgürlükler alanını açmaya çalışıyor, ama vardıkları nokta Özgürlük adına 12 Eylül Faşizminden AKP faşizmine varmak olmuş. Herkes derken buna HDP ve Kandil de dahil.
AKP masayı devirmiş, kan boyumuzu aşmış, içinde boğulacak durumdayız, HDP, liberal sol, Kandil hala ” AKP ile sen papaz oldun yok sen papaz oldun” kavgası yapıyorlardı. Hala umutları AKP ile faşizm ile uzlaşma üzerine idi. Öyleki o sıralar patlak veren Gezi isyanına 17 aralık hırsızlık operasyonlarına bile AKP yi savunma refleksi ile saldırmışlardı. Hatta aynı refleksle Kandil ve HDP lideri Demirtaş bile ilk hendeklere saldırmışlar, orada silah kullanmanın ( eğer direnişe karşı çıkacaksan, orada direniş olduğunu söylemeyeceksin, orada silah olduğunu söyleyeceksin o zaman her şey tersine döner, Kandil bile başlangıçta hendekteki gençleri yanlış olarak silaha sarılmakla suçlamıştı) yanlış olduğunu söylemişlerdi.
Ama HDP nin oyunu tek koruyabilen direnen bu gençler oldu. Sadece onların direndiği yerlerde HDP oy oranını koruyabildi. Tahir Elçi barikatların arkasına atlayabilseydi büyük ihtimalle şu anda sağdı. Bunu en iyi bilen PKK ve HDP önderliği olduğu için şu an Türküyü değiştirmiş durumda, direnişi artık direniş olarak görüyorlar.
Orada bir ateş yanıyor, yoksul Kürt gençleri bu ateşi bedenleri ile ayakta tutmaya çalışıyorlar, devlet tüm gücü ile bu ateşi söndürmeye çalışırken, liberal sol da içinde tüm gericiler ateşin üzerine pislik atarak söndürmeye çalışıyor.
Hendekteki gençler, sadece kürtlerin değil ama Türkiye li tüm emekçilerin yüz akıdır. Sadece onlar
Hendek ve özyönetim ilanları stratejisini Haziran-Kasım arasında karşı çıkmak, ve aktif bir alternatif pratik ortaya koymak gerekiyordu. En başta AKP’nin tek parti iktidarını devlet terörüyle restore etmesini engellemek, veyahut RTE’yi izole edebilmek gerekiyordu. Bu fırsat açıkça kaçırıldı, hepimiz tarafından.
Şimdi ok yaydan fırlamış durumdadır. Vaziyet oldukça kötü.
Bu illerin hendekleri barikatları bırakıp teslim olması devlet terörünü bitirmez. Gözaltı dalgası, ev ev aramalar, bu süreçte “hendeklere destek olan” HDP’lilere veya sıradaki başka bir düşmana yönelik yeni bir saldırıya yol açabilir.
Şu anda silahsız yapılabilecek tek şey AKP’nin vaat ettiği istikrar işte bu, kalıcı savaş ve çatışma diye en apolitik kitlelere yönelik propaganda yapmak diye düşünüyorum.
Bölgeleselleşen iç savaş krizini genel bir ekonomik kriz de izleyebilir. Bunlardan RTE-AKP’nin gücünü koruyarak çıkmaması gerekiyor.
tahir elçi’nin hendek/barikat siyasetine kesinlikle karşı çıktığı için,
o barikatların arkasına atlamayı bir an bile
aklından geçirmemiş olduğunu göremedikçe,
yoksul kürt gençlerinin ateşe atılmaları da yüceltilmeye devam edecek ne yazık ki…
bütün iktidardakiler/liderler (devlet, parti, örgüt, örgütçük vb)
kürt, türk, ermeni, filistinli, suriyeli, rus, yahudi vb vb
yoksul gencecik bedenleri ateşe atar,
ve şanlı şehitler devlet/parti/örgüt bayraklarına sarılıp
gösterişli törenlerle ya toprağa verilir ya da güneşe gömülür.
ölüseviciler dağılır;
ölen öldüğüyle, sevenleri acılarıyla baş başa kalır…
35:44’ten itibaren gültekin yazısı üzerinden konuşuyor.
ama vaktiniz varsa tümünü izlemenizi öneririm:
http://medyascope.tv/2015/12/25/18-medyascope-tv-acik-oturumu-kadri-gursel-levent-gultekin/
Bu dil tamamen devlet siyasetinin ve uzlaşmanın dilidir. Benim anlamadığım kendisini anarşist ilan edenler nasıl oluyor da bu yazının altına imza atıyorlar. Bu ikiyüzlülük ve korkaklıktır. Pkk Tahir Elçinin’de dediği gibi silahlı bir halk örgütüdür. Hendek de kazar barikatta kurar. Hdp eğer o bölgenin gerçekleri üzerinden siyaset yapacaksa özyönetim ilan eder. O bölgenin siyasi bir gerçeği varsa o da PKK’dir. Gün Zileli gibiler oturdukları yerden
hiçbir şey bilmeden bir anarşist olarak devlet dilini kullanarak siyaset yaptıklarını zannederler.
bir oluşumu kategorik olarak “silahlı bir halk örgütü” diye nitelemek,
o örgütün silahtan başka bir yol bilmemesini,
silahtan başka bir dil konuşamamasını onaylamak anlamına gelmez.
bu onları eleştirilemezlik mertebesine çıkarmaz;
o zaman zaten faşist bir örgüt olur.
silahlı örgüt diyeceksek işte en donanımlısı orada: devlet!
burada tahir elçi’nin, barikat/hendek siyasetine karşı çıkarak eleştirdiğini hatırlamakta fayda var.
silahlı bir halk hareketi olarak ezln’yi de hatırlamakta fayda var.
eğitim ve sağlık programlarını, kadın ve kimlik hakları için, neler yaptıklarını,
hayatı yaşanılabillir kılmak için yürüttükleri tüm çabaları…
ve nihai hedeflerinin aslında silahlardan arınmış bir yaşam olduğunu, yaşatmak olduğunu…
diğer taraftan da yüz küsur belediyeyi kazanıp
heykel dikmekle, sokak adı değiştirmekle uğraşıp
insanların yaşamını değiştirmek için hiç bir şey yapmayanları da hatırlamakta fayda var…
türkan elçi ile rakel dink’e kulak kesilmekte fayda var:
http://bianet.org/bianet/siyaset/170656-turkan-elci-hosgeldin-acili-yalnizligima-rakel-dink-hosbulduk-kardesim?utm_content=buffer8cc1c&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_campaign=buffer
Devletin silahlanması ile Kürt halkının silahlanması arasında koca bir fark vardır. Kaldı ki bu fark siyasi söylemlerinde açık bir şekilde ortadadır. Devlet tekçilik üzerinden manor politika üretirken kürt siyasi hareketi özyönetim söylemi ile devletten ve kapitalizimden bağımısız gerçek demokratik bir farklılık söylemi üretmektedir. Burada ölmek de öldürmek de farklı bir anlam kazanır. Kürt siyasi hareketinin geleceğini belirleyen konuşmalar ne Türkan Elçi’nin ne de Rakel dink’in konuşmalarıdır.
Eğer karşınızda devletin tanklı tüfekli bir ordusu varsa var olmak ve yaşamak için silahlanmak zorundasınızdır.
l
Ayrıca devletin ‘barış ‘ istemesi ile bölgedeki siyasi mücadelenin barış istemesi arasında koca bir fark olduğu gibi.
Barış savaşın olmadığı yer değildir.
Hendeklerden Kürdlere İhanet Çıktı!
Güney Kürdistan’ın tek nefes borusu Habur kapısıdır. İran/Irak/Suriye ve bağlı çeteler tarafından ablukaya alınan Güney Kürdistan ekonomik açıdan sıkıntılı bir dönem geçiriyor; ulusal kazanımların, özellikle de Bağımsızlık adımlarının arifesinde ekonomik abluka hat safhaya ulaşıyor. Ekonomik zorlukların/sıkıntıların zamanla sosyal patlamalara neden olacağı ve Güney kazanımını boğacağı/yok edeceği gerçeği dikkate alındığında, sömürgeci devletlerin ve bağlı çetelerin ne yapmaya çalıştığı daha iyi anlaşılır.
Irak merkezi Yönetiminin Kürdistan bütçesini vermemesi üzerine başlayan ekonomik sıkıntılar, Güney Yönetiminin kendi başına petrol ihraç etmesini ve az da olsa nefes almasını sağlamıştı. Bilindiği gibi Güney Kürdistan petrollerinin ihraç edilebilmesinin iki yolu vardır; İlki, Kerkük-Yumurtalık boru hattı İkincisi de, Habur kapısından tankerlerle yapılan sevkiyat…
Habur’un bir başka özelliği ise, Kuzey’de onbinlerce Kürd ailenin geçim kapısı ve Güney ile ticaretin can damarı olmasıdır. IŞİD ile amansız bir mücadele içinde bulunan Pêşmerge, aylarca maaş alamadı ve geride kalan çocuklarının ihtiyaçlarını gideremedi. Buna rağmen cesareti ve azmi kırılamayan Pêşmerge fedakârca savaşımına devam etti/ediyor.
Tam da bu ekonomik bunalım döneminde sömürgeciler PKK çetesini harekete geçirdiler. Biraz olsun Kürdlere nefes aldıran Petrol ihracatı engelleme görevini/ihalesini alan PKK çetesi, Temmuz 2015’de Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını bombaladı. PKK bu eylemiyle efendilerinin gözüne girdi; ama Savaşan Pêşmergenin de rızkını kesti. PKK’nin bu eylemi en az IŞİD barbarlarının Kürdlere/Pêşmergeye verdiği zarar kadar tahrip ediciydi ve Kürd/Kürdistan düşmanlığı idi…
Son birkaç aydır Kuzey’de sürdürülen anlamsız Hendek kazmalarda birçok Kürd devletin ölüm timlerine adeta hediye edilerek yok edildi/ediliyor. Kuzey’de Kürdlere yaşamı felç eden Hendekler, birçok insanın yaşamına mal oldu/olmaya devam ediyor. Bununla beraber hem göçlere neden oluyor hem de ekonomik açıdan Kürdleri zor durumda bırakarak “dilenci” konumuna düşürüyor. SUR bir istisna olarak kabul edilirse (Ki Sur ilçesinin tarihi önemi, kentsel dönüşüm hesapları ve HDP ile bağlantılı aynı zamanda devletin adamı olan Müteahhitlerin/şirketlerin kirli rant hesapları için çok elverişli bir yer) Hendeklerin yoğun olarak kazılıp yaşamın felç edildiği yerler dikkat çekicidir.
Silopi-Cizre-Nusaybin ve Kızıltepe Hendekçilerin pilot bölge olarak seçtikleri yerler. Bu yerleşim yerleri genel olarak Güney Kürdistan ile ticaret yapan ve bu ticaretle geçimlerini sağlayan yerler. Kızıltepe’de halkın tepkisi ve Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk ve çevresinin büyük yatırımları/varlıkları zarar görmesin diye gereken desteğin verilmemesiyle Hendekçiler umduklarını bulamadılar. Nusaybin’de de tutunamayan Hendekçler tüm ağırlıklarını Silopi ve Cizre’ye verdiler. Cizre ve Silopi adeta cehenneme çevrilmiş durumda. Durumu iyi olanlar kaçıyor, durumu iyi olmayanlar başka mahallelere yakınlarına sığınıyor; bazıları da PKK elinde rehin kalarak açıkça devletin cellatlarına yem olarak sunuluyor. Yoğun bir göç yaşanması devletin de işine geliyor kuşkusuz. Çünkü Göç demek Kürdlerin asimile olması demektir.
Silopi ve Cizre’de ticaretin durması ve binlerce ailenin geçim kaynağı olan Habur kapısının kapanması halkı açlık ve sefaletle baş başa bıraktı. Bazı aileler devlete sığınacak kadar çaresiz kaldı. Deyim yerindeyse iki ateş arasında kalan Kürdler, yağmurdan kaçıp doluya, doludan kaçıp fırtınaya yakalanıyorlar. Hendek rezaleti Kürdlere cehennemi yaşatırken, her zamanki gibi PKK medyası yalan haberlerine ve Güney (özellikle PDK-Berzanî) düşmanlığına ara vermeden devam etti. Başta ANF olmak üzere bütün PKK medyası, kendilerinin neden olduğu trajediye rağmen ölümleri unutup Güney/Berzanî düşmanlığına devam ettiler/ediyorlar.
PKK medyasının iftiralarından biri de, ‘Habur kapısında bekleyen Kuzeyli şoförlerin Pêşmerge tarafından engellendiği, geçişlerine izin verilmediği, dahası kendilerine baskı yapıldığı’ yalanıydı. Güney’i/Pêşmergeyi karalamak için yalan haberler üretmekte sınır tanımayan PKK medyası, yalanını kendisi yalanlamakta da gecikmiyor. Kuşkusuz ki bu kadar yalan ve çelişki/tutarsızlık, muhalif(!) olduğunu iddia eden Kürd politik çevrelerinin korkaklığından/dalkavukluğundan alınan cesaretle hayata geçirilebilmektedir. Çünkü PKK’nin tahrip edici yalanlarına karşı gereken tepki gösterilemiyor; en basitinden yalanları bile yüzlerine vurulmuyor…
Yaşanan çatışmaları gerekçe gösteren Türk devleti 21 gün Habur kapısını kapattı. 05.01.2016 (iki gün önce) Devletin Habur kapısını açma kararı Kuzey’de ve Güney’de sevinçle karşılanırken, PKK heveslerini kursaklarında bıraktı ve gerçek kirli niyetini/rolünü de bir kez daha göstermiş oldu. Habur açılır açılmaz PKK devreye girdi ve yayınladığı bildiriyle Kürdleri açıkça tehdit etti.
PKK’nin açıklamasında, “Bu katliam ortamında hiçbir şey olmamış gibi bu ticareti yapan ve bu ticari sahada bulunan tüm şirket ve şahıslar bu katliama ortak olacaktır. Buradan uyarıyoruz; Türk sömürgeciliğinin açacağı bu sınır kapısına giden herkimse hedefimiz olacaktır. Aksi takdirde olacaklardan biz sorumlu olmayacağız.
Habur sınır kapısında bu ticareti yapan yurtsever insanlarımız da bu katliama seyirci kalmayarak bu ticaret kapısında çalışmamalı iş bırakmalı. Katliamların yaşandığı bu süreçte bu kapıda çalışmak ihanetle eşdeğerdedir.” Denildi…
Bu açıklama açıkça Güney Kürdistan’ı ekonomik ablukaya alan İran/Irak/Suriye devletlerinin kirli planının bir parçasıdır. Amaç, bağımsızlık seslerinin yükseldiği Güney’de ulusal kurumları yok etmek ve olası bağımsızlık ilanını sekteye uğratmaktır.
PKK’nin ekonomik ablukanın bir parçası olması şaşırtıcı değil, taşeron misyonunun gereğidir. Tıpkı Şingal’i Irak’a bağlama ve Batı Kürdistan’da Ulusal kazanımları engelleme misyonu gibi… Kuşkusuz ki sömürgeci devletler açısından en büyük kayıp Kürdlerin devletleşmesidir. Bugün Kürdlerin devletleşmesine öncülük eden Güney’dir; Başkan Berzanî’dir. Bu nedenle Berzanî hem egemen devletlerin hem de PKK’nin hedefindedir. Çünkü Berzanî’nin etkisiz kılınması demek Bağımsızlık amacının sekteye uğraması (en azından uzun bir süre) demektir. Bu açıdan bakıldığında sömürgecilerin her türlü kirli oyuna başvuracağı açıktır. PKK’nin amaçsız (daha doğrusu ulusa olmayan amacı ve Kürdlere karşı egemen devletlerin yanında yer alması) savaşı kadar anlamsız Hendekleri de kirli bir oyundan başka bir şey değildir. PKK’nin Habur kapısına yönelik tehdidi ve ekonomik ablukanın bir parçası olduğunun somutlaşması akla şu soruyu getiriyor: ‘Hendeklerin amacı Güney’i zor durumda bırakmak, ekonomik olarak boğmak mı?’… PKK tarihi ve misyonu dikkate alındığında bu soruya evet denir…
Sonuç olarak;
Kürdlerin kanı ile beslenen PKK, hendek oyunuyla Kuzey’de birçok genci ölüme gönderdi ve halkı da perişan etti. Hendeklerin birçok farklı nedeni sayılabilse de, esas nedenin , Güney’in bağımsızlığını engellemek ve mevcut ulusal kurumları ortadan kaldırmak olduğunu söyleyebiliriz.
Bu gerçeklik dikkate alındığında, namuslu her Kürdün artık açık tavır alması ve PKK zihniyetini mahkûm ederek Güney’in yanında yer almasışarttır. Çok geç kalmadan ve tarihi devletleşme olanağı heba edilmeden herkes tutumunu netleştirmelidir.
Hala PKK için “Kürd hareketi” ve PKK ile “birlik” hikâyelerinin peşine düşenler, en az PKK kadar tahrip edici bir rol oynuyorlar.
Gün netleşme ve Güney/Berzanî ile dayanışma günüdür; taşeronları mahkum edip devletleşme günüdür; Çeteye çete, cehşe cehş, taşerona taşeron deme günüdür…
Haber/Yorum
07.01.2016
http://www.nasname.com/a/hendeklerden-kurdlere-ihanet-cikti
bu bir hendek değildir!
bu, silahlı değil siyasi çözüme %13 oy oranı ve 80 milletvekili ile destek veren halkların iradesinden korkmaktır.
bu, kürt siyasi grupları arasındaki iktidar savaşının yukarıdaki yazıda da ifade edilen bir başka boyutudur.
bu, karayılan’ın makalesinde* apaçık dile getirdiği şekliyle kürt halkını önderlik edilmesi gereken militer bir güruh olarak görme saygısızlığıdır. “halkın önder olduğu mücadelenin ben alt komutanıyım” diyen marcos’un tevazusunun yanında kibirin nasıl bir arsızlık olduğunun ifşasıdır.
bu, iktidar şehveti karşısında insanın hiçbir değeri olmadığının götergesidir.
bu, düşman gibi görünüp çocuklarını dövüştürenlerin, aslında aynı masada onların kanlarıyla beslenenlerin ortak şölenidir.
genceçik insanların hayatlarının çalınmasıdır.
acıdır, gözyaşıdır, sürgündür, yoksulluktur.
felakettir.
*karayılan’ın makalesi için:
http://anfturkce.net/kurdistan/cemil-bayik-kurt-un-gucu-onlara-gosterilecektir
not:burada ifade edilen düşüncelere çoğunlukla katılmasak da paylaşılan hissiyatlarla elbette insani bir duygudaşlık kuruyoruz.
hep birlikte barış içinde sınırsız ve sınıfsız, özgür bir dünya umudunu da bu duygudaşlık canlı tutuyor.
http://www.nasname.com/a/hendek-terorune-hayir