Fehim Taştekin / Rusya’ya verilen kritik koz!
25/11/2015 Radikal
Rus uçağını düşürerek Kremlin’e mesaj verdiklerini ve Rusya’nın önüne bir sınır çektiklerini sananlar yanılıyor. Rusya’yı Suriye’de tutan son bariyer Türk-Rus ilişkileriydi. O bariyer yıkıldı.
Ankara, Suriye’de 2011’den beri itelediği ‘devrim’ treninin Ruslara toslamasının ardından bu kez Türkmen hassasiyetine yaslanarak ‘kurtarılmış bölgeleri’ tutma çabasına girişti. Ne var ki bu oyun dün TSK tarafından Rus uçağının düşürülmesiyle iki ülkeyi fena halde karşı karşıya getirdi.
‘Nevzuhur İttihatçılar’ bunu Suud-Katar-Türk üçlüsünün beslediği ‘silahlı gruplar’ namına bir savunma hattı oluşturmaya yönelik bir ilk atış olarak alkışlayabilir.
Bunu “Gücümüzü kimse sınamaya kalkışmasın” naralarına rağmen kırmızı çizgileri defalarca çiğnenmiş bir iktidarın itibarını kurtarma çabası olarak algılayanlar çıkabilir. Veyahut birileri bunu Putin’in diliyle konuşmak ya da Türk’ün gücünü göstermek olarak yorumlayabilir. Tabii Ankara’nın NATO’yu işin içine sokmak için derhal acil toplantı çağrısı yapması bu kibirli yorumun fiyakasını bozmuyor değil!
“Rusya misilleme yapar mı”, “Rusya askeri yanıt verirse NATO ne yapar”, “Savaş çıkar mı” diye herkes nefesini tuttu. Şu aşamada NATO hemen üzerine alınmayabilir, “Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için” parolasını unutmuş gibi yapabilir. Daha önce Suriye, hava sahasına giren Türk uçağını vurduğunda Türkiye’nin NATO’yu işin içine çekme çabaları karşılık bulmamıştı. Patriotlar da gönülsüz olarak gönderilmişti. Elbette Rusya yanıt verirse durum değişir ama mevcut koşullarda ittifakın Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesini çalıştırmanın zemini yok. Çünkü Türkiye mağdur değil. Uçağı düşürülmedi, uçak düşürdü.
NATO kuşkusuz müttefikin yanında durduğu görüntüsünü vermek zorunda ama ilk tepki Türkiye ile Rusya arasında ivedilikle gerilimi düşürecek diyalogun kurulması yönünde. Stratejik ortak ABD de bu meseleye bulaşmak istemiyor. Nitekim Pentagon Sözcüsü Albay Steve Warren, “Bu Rus ve Türk hükümetleri arasındaki bir olay. ABD’nin dahil olduğu bir mesele değil” dedi. Başkan Barack Obama da “Türkiye’nin hava sahasını koruma hakkı var” diyerek Ankara’ya arka çıksa da Rusya ile kriz istemediğini gösterdi: “Türkiye ve Rusya birbirleriyle konuşmalı ve bunun tekrarlanmaması için doğrudan iletişimde olmalı. Bu sorun, Rusya’nın operasyonlarıyla ilgili. Sadece Türkiye değil bir dizi ülkenin desteklediği muhalifleri hedef alıyor. Rusya bizim geniş koalisyonumuzun bir parçası, ‘Rusya’yı istemiyoruz’ deme hakkımız yok. Türkiye ve Rusya tansiyonu düşürmeli. Rusya Esad’ı desteklemekten çok IŞİD’le mücadeleye odaklanmalı.” Obama, ‘Rusya mesajı alsın, bu iş kapansın’ demeye getiriyor. Tabii bu nokta da “ABD perde arkasında Ankara’ya cesaret verdi mi” sorusu devreye giriyor. Birileri “Nasıl olsa Rusya Suriye’deki oyun planının rayından çıkmasını istemez ve NATO’yla savaşa göze alamaz” diye akıl yürütmüş olmalı. Ama iş ciddiye bindiğinde genelde perde arkasındaki suflörler çoktan sıvışmış oluyor.
Peki, Rusya verilmek istenen mesajı alır mı? Tam tersi. Uçağın vurulması Rusya’yı durdurmak bir yana Putin’in daha sert oynamasına yol açabilir. Bu açıdan aslında Türkiye, ciddi bir hata yaparak Rusya’nın eline büyük bir koz vermiş oldu. Bu tür bir kozun sahaya nasıl yansıyabileceğine dair son iki-üç haftaya dair küçük bir gözlem yapalım: Bir Rus yolcu uçağının Mısır’ın Şarm el Şeyh bölgesinde düşürülmesinin ardından Rusya, Suriye’de savaşın şiddetini arttırdı. Kremlin’in sesi Pravda gazetesi düşürülen uçakla ilgili olarak muhalifleri destekleyen ülkeleri parmakla gösterip şu uyarıyı yaptı: “Katar ve Suudi Arabistan teröristlerin finansörü ve organizatörü ülkeler. Bu ülkeler artık Rusya’dan çok korkmalı.” Rusya’nın Hazar’daki savaş gemilerinden ikinci kez IŞİD’in mevzilerine balistik füze atması da silahlı grupları besleyen ülkelere bir mesajdı.
Şimdi Mısır’dakinden farklı olarak ‘faili belli’ bir olay ve açıkça restleşme var. Bu mesele Türk-Rus ilişkilerini nasıl bir yola sokar bilinmez ama bölgeyi çok boyutlu bir sertleşme bekliyor. Rusya’nın yanıtı doğrudan Türkiye’ye değil ama Türkiye’nin Suriye planlarını yönelik olabilir. Bu bağlamda Türkiye’nin çok titizlendiği Bayır-Bucak bölgesi dahil silahlı grupların tutunduğu bölgelere kendini tutmadan yüklenebilir. Rusya operasyonu Türkiye sınırlarına kaydırma konusunda biraz temkinliydi. Bunda hem Türkiye ile ticari ortaklığın hatırı vardı hem de Viyana’da başlatılan siyasi çözüm çabalarının torpillenmesini istemiyordu.
Rusya bir başka konuda da kendini tutuyordu: Türkiye’nin Suriye’de silahlı gruplarla iştigaline ilişkin elinde ziyadesiyle belge olduğu halde bunları açık karta dönüştürmüyordu. Devlet medyası da Türkiye sözkonusu olunca daha titiz davranıyordu. Mısır’da sivil uçağın düşürülmesinin ardından Rusya hem Viyana’daki Suriye toplantısında hem de Antalya’da G-20 zirvesinde isim vermeden petrol alış-verişiyle IŞİD’i besleyen ülkelerle ilgili uyarılarda bulundu. Artık zemberek hepten boşalıyor. Bundan sonra Ruslar ellerindeki bilgileri silaha dönüştürmekten kaçınmayacaktır. Nitekim Putin dün “Teröristlerin elindeki bölgelerden büyük miktarda petrolün Türkiye’ye gittiğini uzun zamandır biliyoruz” diyerek dosya savaşını başlattı.
Bu olayın etkileyebileceği üçüncü alan siyasi çözüm müzakereleri: Rusya askeri operasyonlar ile siyasi süreci paralel götürmekten yanaydı. Hatta müzakere masasını toplayabilmek için ‘geçiş süreci Esad’ın sonunu getirmeli’ argümanına karşı en azından görüntüde daha esnek bir tutum sergiledi. Bundan böyle siyasi çözüm çabası ile askeri operasyonlar arasındaki denge bozulabilir. Süreci ilerleten diyalogdaki mizaç da eskisi gibi olmayabilir.
Bu meselenin uluslararası platformlarda bir argüman savaşını tetiklemesi de kaçınılmaz.
Uçağın vurulması “Türkmenler bombalanıyor” diye hamaset dozu yüksek bir propagandayla kamuoyunun olası gerilimlere hazır tutulduğu sırada geldi. Ankara, Rusya’nın Türkmen bölgelerini bombaladığını belirterek eylemini mazur göstermeye çalışıyor. Ama “Türkmen köyleri bombalanıyor, siviller katlediliyor” tarzındaki repliğin uluslararası toplumda yankı bulması o kadar kolay değil. Dünya gelişmeleri Anadolu Ajansı ya da MİT’e angaje Türkmen temsilcilerin demeçleriyle izlemiyor. Bu olay uluslararası toplumun nezdinde sanıldığı gibi Türkiye’yi ‘Türkmenlerin hamisi’ pozisyonuna değil ‘terör örgütlerinin koruyucusu’ durumuna sokabilir.
Çünkü Rus uçağının operasyon düzenlediği bölgede yaşananlar Türkiye’nin hikâyesini o kadar da haklı çıkartmıyor. Şöyle ki, Lazkiye’nin doğusunda Bayır-Bucak bölgesinde kendi köylerini korumak için silahlanmış insanlar var, bu doğru. Ama çatışmalar daha çok erişimi zor dağlık kesimlerde yaşanıyor. Ve operasyonların hedefinde Fetih Ordusu çatısı altında buluşan örgütler var. Bir kere bölgede öne çıkan örgütler Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi ve Ahrar el Şam. Nusra, Bayır-Bucak’ta çektiği görüntüleri yayarak sürekli şov yapıyor. Bu bölgenin bir diğer özelliği IŞİD’e katılmayan yabancı cihatçıların da üstlendiği yer olması. Çeçenler olmak üzere Kafkasyalı cihatçılar bölgede çok aktif. Faslı cihatçıların oluşturduğu Hareket Şam el İslam da bu bölgede. Yine son aylarda sahaya sürülen Uygurlar da yeni cihatçı güç olarak orada. Bu gruplar ideolojik olarak Kaide çizgisindeler. Yani IŞİD’den bir ton açıklar, o kadar. Çok dillendirilen Türkmen birliklere gelince: Bir kere bunların gücü çok abartılıyor. İkincisi Türkmenler de Nusra ile birlikte hareket ediyor. Mesela en çok öne çıkan Sultan Abdulhamid Han Tugayı, Nusra’nın müttefiki. Bu örgüt Osmanlı topraklarını savunduklarını ve gayri Müslimlerle savaştıklarını deklare etmişti. Düşman listeleri de Türkiye’nin resmi söylemiyle özdeş: Esad ve Rojavalı Kürtler.
Adı en çok duyulanlardan Sultan Selim Tugayı da 2012’de bir Alevi köyünü basarak adını duyurmuştu. Batı-Körfez ittifakının titrediği bu örgütlerin sicili temiz değil. 2013’te Lazkiye’deki Alevi köylerini basıp 200 sivili öldüren bu örgütlerdi. Operasyona ‘Ümmetin Annesi Ayşe’ adını vermişlerdi. 2014’te Keseb’i ele geçirip Ermenileri sürenler de bunlardı.
Hal bu iken Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’ne mektup gönderip şu iddiada bulundu: “Sivillere yönelik bu elim saldırılar ‘terörizmle savaşıyoruz’ bahanesiyle meşru gösterilemez çünkü bölgede DAEŞ (yani IŞİD), El Nusra ve El Kaide bağlantılı gruplar bulunmuyor.”
Türkiye “Sivillere yönelik elim saldırılar” diyor ama Sultan Abdulhamid Han Tugayı sözcüsü Mustafa Abdullah, AA’ya demecinde çetin bir çatışmadan bahsediyor. “Rejim askerleri, Şii milisler ve Mihraç Ural teröristlerinden yüzlerce ölü Kızıldağ’da kaldı” diyor. Muhalif kaynaklar Nusra’nın diğer bölgelerden 500 kişilik takviye güç gönderdiğini belirtiyor. Benim konuştuğum kaynaklar da rejim güçlerinin bölgede bazı yerleri ele geçirmiş olmalarına rağmen hayli zorlandıklarını söylüyor. Yani ortada şiddetli bir savaş var.
Bölgenin bu durumunu da uluslararası aktörler bilmiyor mu sanıyorsunuz? Mesele sunulduğu gibi basitçe Türkmenlerle ilgili bir hassasiyet değil. Türkmen hassasiyetinde samimi olunsaydı IŞİD Haziran 2014’te Musul ve Tel Afer’deki Türkmenleri katlettiğinde ya da katliamdan kaçan Türkmenler Musul-Erbil arasında sıkışıp kaldığında sessiz kalınmazdı. Beşir kasabası aylarca IŞİD’in kuşatması altında kaldı, kimse ses vermedi. Taze Hurmatu ve Tuz Hurmatu’da Türkmenler direnirken Türkiye yanlarında olmadı. (Geçen hafta Irak’ta Türkmenlere kulak verdim, neler yaşadıklarını ve neler yaptıklarını ayrıntılı bir şekilde yazacağım.)
Mesele Türkmenler değil IŞİD’in elindeki Azez-Cerablus hattı boşalırsa burayı kimin kontrol edeceğine dair hesaplarla ilgili. Mesele Halep’in kuzeyinde ve İdlip kırsalında Türkiye destekli grupların elindeki bölgelerin tutulmasıyla ilgili. Maalesef bazı Türkmenler de bu oyunda kullanıldı.
Ve sonuçta herkesin korktuğu oldu: Türkiye Soğuk Savaş Dönemi’nde bile herkesin sakındığı bir şeyi yaptı, Rus uçağını düşüren ilk NATO üyesi oldu. NATO açısından da ‘öngörülebilir’ ülke olmaktan çıktı. En önemli komşusu ve ticari ortağı Rusya ile düşman haline geldi. Bizse stratejik derinliğin dip noktasını göremez hale geldik!
İktidarın hesabı nedir?
IŞİD-AKP ittifak derinliği nedir?
Tanıyoruz; her şey mümkün! Her şey!
*
Rusya ile Batı arasındaki zayıf ittifakı kısa yoldan çöpe attırma girişimi mi? Bölgede ABD-Batı’nın dayanacağı tek güç olmak ve “kendi hesabına” da işler çevirmek! (Kürtleri de aynı amaçla tasfiye etmek de aynı arzunun parçası..) Esad, Halifeliğin önünde bir engel; dolayısıyla Rusya da.. Mısır yolunu da Esad kapatıyor!!!!!
Şanghay beşlisine de katılabilirdi! Korkunç Makyavel oyunlar; ucu bucağı yok; kestirilemez ne yapabileceği; peki asıl amaç ne; bu manevraların…
Ülke ona küçük geliyor! Yağmalanacak çok şey yok! Halifelik alınacak.. Suriye’den sonra Mısır’a da sıra gelecek.
IŞID’i ikna eder! Olmadı mı SA muamelesi çeker; Batı ile birlikte IŞİD’i halleder; sömürge valiliği üstlenilir.
Bu arada İsrail de ikna edilir! (Ömrü olursa da 10 yıl sonra İsrail’i bölgeden silmeye çalışır!
Çılgınlığın sonu yok; tarih kitaplarında milyonlarca cesedin kanı, acısı yok.. O mavra, fetih mavraları ile büyümüşsen…
*
Her şey mümkün..
Bu ülke yüzde 60’ı ile tarihsel olarak hak edilmiş kanlı bir rezalete sürüklenecek görünüyor; “kılavuzunu” buldu!
Bu süreci geriye döndürmek zor görünüyor..
Sanırım biz “yıkım sonrası” nasıl bir ülkede yaşayacağımızı konuşmalıyız!
SA muamelesi ne demek?
http://www.hurriyet.com.tr/otelciler-panikte-zarar-cok-buyuk-40018768
Dünya savaşı mı istiyorsunuz?
Gerçek
Kasım 25, 2015
Bir Rus uçağının düşürülmesi, medyada yer alan haberler doğruysa pilotlardan birinin öldürülmesi, hatta linç edilmesi, pilotlara yardıma giden bir Rus helikopterinin ayrıntıları tam belli olmayan bir biçimde düş(ürül)mesi ve bir Rus askerinin hayatını yitirmesi, Türkiye’yi, bölgeyi ve dünyayı en ağır şekilde alarma geçirmesi gereken olaylardır. Bu olaylar, kendi başına ve derhal değil ama yol açacakları bir dizi yeni olaylar zinciri aracılığıyla Türkiye’yi ateşe sürükleyebilecek bir vahamettedir. Türkiye dünyanın ikinci büyük askeri gücü ile karşı karşıya gelmiştir. Bunun da ötesinde, Suriye’nin nasıl patlamaya hazır bir barut fıçısı haline gelmiş olduğu hatırlanırsa, bu olayların bir bölge veya dünya savaşına gidecek bir süreci bile besleme potansiyeline sahip olduğu dahi söylenebilir. Tayyip Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin bu politikasına karşı bugünden tavır almayan ve aktif bir mücadele vermeyen herkes felakete çanak tuttuğunu bilmelidir.
Burada kötülük kampının büyük bir avantajı vardır: Rusya’yı Türkiye’nin “ezeli” düşmanı olarak sunacaklar, “milli çıkarlarımız”dan dem vuracaklar, halkı şovenizme, yani aşırı ve saldırgan bir milliyetçiliğe sürüklemeye çalışacaklardır. Suriye (Bayırbucak) Türkmenlerinin “soykırım”la karşı karşıya olduğunu ileri sürüp, “soydaşlarımız” edebiyatı yapacaklardır. Aklı biraz işleyen herkese, 20. yüzyılda yaşanan her iki dünya savaşında savaşan bütün ülkelerin liderlerinin halk kitlelerine aynı yalanları söylediğini, bu yalanların sayesinde 10 milyonlarca insanın (iki savaşta toplam 70 milyon) öldüğünü, bütün dünyanın sefalete sürüklendiğini hatırlatırız. Bu ülkenin tarihini biraz bilenlere, Birinci Dünya Savaşı’na giderken Enver Paşa ve öteki yöneticilerin milli çıkarlar propagandası yaptığını, sonra bütün coğrafyalar ve bütün nedenler (askeri zayiat, soykırım, salgın hastalıklar, açlık vb.) göz önüne alındığında toplam 3,5 milyon Osmanlı vatandaşının hayatını yitirdiğini hatırlatırız. Hiçbir ulusun çıkarları kitlesel olarak ölmekte olamaz!
Hele hele amaç Türkiye burjuvazisinin enerji yoksulluğu sorununu çözmek için Ortadoğu petrollerinden pay almak, İslami finans diye anılan tefecilik sisteminden nemalanmak, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden başlayarak İslami pazarlara iyice nüfuz etmek, bütün bu amaçlara hizmet etmek üzere İslam dünyasında yeni bir “reis” yaratmak ise! Türkiye işçilerinin, köylülerinin ve yoksullarının, Türkiye’nin gençlerinin Koç’lar, Çalık’lar, Sabancı’lar, Ülker’ler kasalarını doldursunlar diye savaş meydanlarında canlarını vermekte, sefalete düşmekte hiçbir çıkarı yoktur!
İşçiler ve emekçiler, “Rus’un uçağını indirdik!” edebiyatına karşı mücadele etmelidir! İşçi sınıfı, bu oyuna gelmemelidir çünkü bu savaş bizim savaşımız değildir!
Uçağın düşürülmesinin arkasındaki politika
Gerçekgazetesi ve Devrimci İşçi Partisi, Ekim başında Rusya’nın Suriye’ye ilişkin büyük siyasi ve askeri atağının öncelikle Tayyip Erdoğan ve AKP’nin Suriye politikasıyla ilgili olduğunu iddia etti. Her şeyi anladığını sanan ama kendi hâkim sınıfının, yani Türkiye burjuvazisinin ve onun siyasi temsilcilerinin, yani en başta AKP hükümetinin suçunu görmemekte ısrar eden her siyasi eğilimden akımlar ve ideologlar işin bu yanını ihmal ettiler. Uçağın düşürülmesi ile birlikte mesele çıplak biçimde ortaya çıktı. Bakın Gerçek sitesinde Rusya’nın siyasi ve askeri atağı nasıl niteleniyordu:
Neden şimdi? Rusya neden Mart 2011’den Eylül 2015’e kadar Suriye kargaşa içindeyken asker yollamadı ve savaşa müdahale etmedi de şimdi dört buçuk yıl bekledikten sonra bu hamleyi yaptı? (…) her şey bize bu hamlenin Tayyip Erdoğan’ın savaş stratejisinin önünü tıkamak için yapıldığını gösteriyor.
(…)
Şunu iyi anlamak gerekir: Türkiye’nin Suriye savaşına dâhil olması, zaten kargaşa içinde bulunan Ortadoğu’yu bir mukatele (karşılıklı katliam) sahnesi haline getirebilir. Suriye iç savaşının Arap devriminin ayak izinde başlamış bir mücadeleyi Suudi Arabistan ve Katar’ın, ardından Türkiye’nin Şiilerle (ve onların müttefiki Alevilerle) bir hesaplaşma arenası haline getirmesinin ürünü olduğunu biliyoruz. Sünni İslam dünyası üzerinde “reis”lik hayalleri içinde olan Tayyip Erdoğan’ın Türk ordusunu Suriye’ye sokması, Türkiye-İran ve İran-Suudi savaşlarını kışkırtabilecek bir gelişme olur. Rusya güney kanadında, Kafkasya yoluyla komşu olduğu bu bölgede, kendi Müslüman nüfusunu da etkisi altına alacak olan bu felaket senaryosunun oynanmasına izin veremez.
İşte Putin bu aşamada iki hamleyi birden yapmak istemiştir. AKP hükümetinin yönetiminde felakete doğru sürüklenmekte olan Türkiye’nin önünü tıkamak için iki alanda tedbir almıştır. Askeri alanda Rusya’nın kendi silahlı güçleriyle Suriye’ye girmesi, Türkiye’ye çok sert bir uyarıdır. Siyasi olarak ise sorunun artık bir şekilde çözülmediği takdirde istismar edilmeye çok açık olduğunu gördüğünden dolayı iç savaşı bitirecek bir çözüme doğru yürümeye karar vermiştir. Kendisi Esad’ın gitmemesinde inat ederse Suriye iç savaşının bitmeyeceğini görmüştür. Bugün Suriye’de DAİŞ’in on binlerce askerini saymadan bile 100 bin silahlı muhalif vardır. Esad’ın Halep’ten Lübnan’a uzanan bir hat dışındaki Suriye topraklarına yeniden hâkim olabileceğini beklemek savaşın yıllarca uzamasına razı olmaktır. Savaşın bitirilmesi için ortam başka bakımlardan da uygundur: En önemlisi, Avrupa Kalesi’nin kapılarına dayanan yüz binlerce mülteci AB ülkelerinin, çıkmasını kışkırttıkları Suriye iç savaşının kendilerini de zorlamaya başlayacağını berrak olarak görmesini sağlamıştır. İşte, Rusya “Esad’lı geçiş, Esad’sız çözüm” formülü üzerinde bu bağlamda ABD ile anlaşmıştır. Bunu yapmakla Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahale olasılığı karşısında siyasi bakımdan da bir engel yükseltmektedir. (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/putinin-hamlesi-erdoganin-onunu-kesmek-icin.)
O günden bu yana Rusya sadece DAİŞ’e değil, yukarıdaki alıntıda kullanılan ifadeyle Suriye savaşını “Suudi Arabistan ve Katar’ın, ardından Türkiye’nin Şiilerle (ve onların müttefiki Alevilerle) bir hesaplaşma arenası haline getirmesinin” aracı olan bütün mezhepçi ve tekfirci örgütlerin mevzilerini bombalamaktadır. Şimdi Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi bu politikaya askeri-siyasi bir cevaptır. Her kim ki bu askeri saldırganlığı destekler, o AKP hükümetinin 2011 sonbaharından beri Suud ve Katar’la birlikte Suriye’yi Sünni-Şii mezhep savaşının hesaplaşma alanı haline getirmeye çalışan politikasını destekliyor demektir.
Biz Rusya’nın anti-emperyalist bir politika izlediğini söylemiyoruz. Rusya, kendi oligarklar kapitalizminin çıkarlarının peşindedir. Ama Putin’le başa çıkması gereken Rus işçileri ve emekçileridir. Bizim insanlığa ve kendi halklarımıza karşı sorumluluğumuz, AKP hükümetinin savaş kışkırtıcılığına karşı mücadele etmektir.
Mesele sınır ihlali değil!
Türkiye hükümeti uçağın düşürülmesini sınır ihlaline bağlıyor. Ama diplomasinin d’sini uygulamayı bilmedikleri için hemen ardından meselenin bu olmadığını itiraf ediyor.
Tayyip Erdoğan şöyle diyor: “…bölge DAEŞ terör örgütünün olduğu bölge değildir. Kimse kimseyi kandırmasın. Orada sadece Bayırbucak Türkmenleri vardır, soydaşlarımız vardır, akrabalarımız vardır ve DAEŞ terör örgütünü vuruyoruz diyerek orada Bayırbucak Türkmenleri vurulmaktadır.” Davutoğlu daha da ileri gidiyor: “Bayırbucak Türkmenlerine, Halep Araplarına ya da Azaz’daki Araplara, Kürtlere, Türkmenlere ateş yağdıran kim olursa olsun, ister Suriye rejimi ister terör örgütleri isterse dışarıdan müdahale eden unsurlar, onlara karşı da mesajımız açıktır.”Niye daha ileri gidiyor? “Tekrar düşürürüz” diyor!
Demek ki mesele sınır ihlali meselesi değil Türkmen’lerin korunmasıdır. Peki, Suriye ordusu, Rus bombardımanı desteğinde “soydaşlarımızı” durup dururken mi bombalıyor? Mesela Nusaybin’de (Nusebîn) olduğu gibi sobasının külünü dökmek için kapı önüne çıkmış bir anayı mı katletmek için orada? Hayır, Türkiye Türkmenleri silahlandırıp kendine bağlı bir vekâleten savaş gücü kurmuş olduğu için ortada bir askeri hedef vardır. İç savaş devam ediyor. Yaşanan budur. Sen önce elalemin topraklarında silahlı güç oluştur, ona yok Yavuz Sultan Selim Tugayı, yok Sultan Murat Tugayı diye Osmanlı özentisi adlar koy, ondan sonra da bu askeri gücü bombalayamazsınız de!
Türkiye’nin kendine bağlı bir Türkmen çetesi kurdurmuş olduğundan en ufak bir kuşkusu olan, son günlerin tartışmasını hatırlasın. Ahmet Davutoğlu, Burhan Kuzu ve çeşitli AKP’liler son günlerde Suriye ordusu Türkmen güçlerine karşı bir saldırı başlatınca MİT TIR’larına karşı çıkanları “hainlikle” suçladılar. Tabii MİT TIR’ları meselesi ilk ortaya çıktığında başbakan olan Tayyip Erdoğan dâhil resmi yetkililer TIR’larda silah olduğunu yadsıyıp yapılanın ilaç, çocuk bezi vb. gibi masum maddelerin sevkiyatı olduğunu iddia etmiş olduğu için AKP muhalifleri (ama CHP ya da MHP değil, halk!) “Türkmenler kendilerini çocuk bezi ile mi koruyacaktı?” sorusunu sormaya başladı. Bu soruya dün en yüksek yerden cevap geldi. Tayyip Erdoğan’a kulak verelim: “MİT TIR’ları ihanetini biliyorsunuz değil mi? Hâlâ utanmadan, sıkılmadan bunları gazetelerine başlık yapanlar var. İşte o TIR’lar bizim Bayırbucak Türkmenlerine yardım götüren TIR’lardı. Bazıları diyor ki, ‘Başbakan Erdoğan, diyordu ki, onların içinde silah yok’. Yahu varsa ne olacak, yoksa ne olacak?”
Durumu görüyor musunuz? Bir, bu ülkenin cumhurbaşkanı “ben yalan söyledim, ne olmuş?” diyor. İki, Suriye sınırları içinde kendine bağlı bir çete kurmuş olduğunu itiraf ediyor. Üç, bu siyasi tutumla Türkiye felakete doğru ilerliyor.
Bugüne kadar Tayyip Erdoğan’a muhalefet etmiş, ama şimdi “soydaşımız” diye Türkmenleri korumayı kendine görev bilen bütün siyasi odaklar “soydaş” edebiyatı altında, AKP tarafından silahlandırılmış bir çeteyi korumuş ve hükümetin Suriye politikasına destek vermiş olacaktır.
İnsanlığı savunmak için kararlılık ve berraklık gereklidir!
24 Kasım günü Türk uçaklarının bir Rus uçağını düşürmesiyle açılan dönem karşısında hükümete yarım eleştirilerle karşı çıkmak, ama bir yandan da “Rus uçağını düşürdük!” edebiyatına sarılmak veya “vah vah, savaş tırmanıyor, insanlar ölüyor” pasifizmine sığınmak, insanlığa gelecekte hesap verme günü geldiğinde suçlu sandalyesine oturmak demektir.
Biz açık konuşuyoruz: Tayyip Erdoğan’ın savaşı bizim savaşımız değildir!
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/dunya-savasi-mi-istiyorsunuz
Rus Ruleti Kürdler Ve PKK
Kürdlerin Ulusal Hakları’nı engellemek için piyasaya sürülen PKK, tarihinin en zor dönemini yaşıyor. Çünkü ortalama bir zekaya sahip insanlar bile artık PKK’nin ulusal bir hareket olmadığını ve sömürgeci devletlerin taşeronu olduğunu görebiliyor. Kürdlük iddiasında inandırıcılığını kaybeden PKK, ulusal zeminde meşruiyet kazanmak ve “Kürd Hareketi” imajını tazelemek için umut bağladığı “Ulusal Kongre”yi toplatma girişiminden de sonuç alamadı.
31 yıllık savaş ve büyük yıkımlara karşın bir karış toprağı bile özgürleştiremeyen PKK, Güney’de hayali kahramanlık destanlarıyla kitlesini avutuyordu. Şingal olayında maskesi düşen ve “kurtarıcı” imajı yerle bir olan PKK’nin sadece Kürdlerin özgürlüğü önünde bir engel olduğu açıkça görüldü. Yalan haberler ve kurgusal “özgürleştirme” senaryoları tutmayan PKK, resmen alay konusu oldu. Böylece “Güney macerası” hüsranla biten PKK’nin provokasyon ve kirli oyunlar dışında Güney’de bir şey yapmadığı/yapamayacağı herkes tarafından görülmüş oldu…
Son yıllarda PKK’nin en büyük dayanağı, meşruiyet aracı, propaganda malzemesi ve şantaj aracı kuşkusuz ki Güneybatı (Rojava) Kürdistan idi. Esad ile geliştirdiği gizli/kirli ilişki sonrası Güneybatı Kürdistan’ı Kürdlerden arındırma ve ulusal talepleri yok etme misyonunu üstlenen PKK, bu kirli rolünü fazlasıyla yerine getirdi.
Bir yandan Esad ile ilişkilerini sürdüren PKK, diğer yandan Türkiye’ye göz kırparak “burası senin olabilir” mesajı veriyordu. PKK/HDP’den yükselen Misak-ı Milli söylemleri ve İmralı’dan gelen “Eşme Ruhu” mesajı Güneybatı Kürdistan’ın Türkiye’ye katılabileceğinin ve bunun için pazarlık yapıldığının açık delilleriydi. Aynı dönemde Salih Müslim’in sık sık MİT yetkilerinin “özel misafiri” olarak Türkiye’ye gitmesi/getirtilmesi de bu pazarlığın bir parçasıydı. Bu pazarlıklar devam ederken, Esad’ın yıkılabileceği hesapları yapılıyordu PKK tarafından. Çünkü PKK’nin birincil tercihi Esad idi; şayet Esad gidici olursa Türkiye seçeneği devreye sokulacaktı. Her iki durumda da Güneybatı Kürdistan Kürdlerin olmayacak ve sömürgeci devletlerden birine peşkeş çekilecekti. Bu gerçeği görmeyen/görmek istemeyen Kürd politik çevreleri, yeni yeni kirli oyunun farkına varmaya başladılar ne yazık ki!
“Süreç” denilen ve sona ererek Devlet-PKK çatışmasının yeniden başlamasına neden olan gelişme ise, Rojava üzerindeki pazarlıkların sonra ermesidir. Çünkü PKK, özellikle de Rusya’nın açıkça devreye girmesiyle tercihini Esad’tan yana koydu ve Türkiye seçeneğini eledi. Bu durumda pazarlık şansı kalmayan PKK’nin Devlet nezdinde ciddiye alınması için sebep kalmamıştı. Son çatışmalar, PKK içindeki Rusya/İran/Esad yanlılarının tasfiyesi, en azından güçsüzleştirilmesi amacını taşıyor. Kuşkusuz ki devletin operasyonlarından PKK/HDP içindeki kanatların da (İmralı bağlantılı ve Türkiye seçeneğini, Suriye seçeneğine tercih eden kesim) haberi/payı/rolü vardır…
“Hendek terörüyle” Kuzey Kürdistan’ı cehenneme çeviren PKK/HDP içinde ciddi çalkantılar olduğu biliniyor. Altan Tan’ın “hendekleri eleştirmesi” ve bu eleştirilerden dolayı HDP içinden çok sert tepkilere maruz kalması; Leyla Zana’nın “yemin oyunu” ve bu oyuna yine HDP’den tepki gelmesi iç hesaplaşmanın bariz göstergeleriydi. PKK/HDP içinde yaşanan tüm tartışmaların temelinde genel olarak Amerika mı, Rusya mı tercihi yatmaktadır. Çünkü bu iki güç, Yerel Sömürgeci Güçler’in de konumunu belirliyor.
Kürdlerin önünde iki seçenek vardır: Ya Amerika, ya da Rusya ile aynı cephede yer alacaklar.
Amerika Cephesi aynı zamanda Batı dünyasını, AB(Avrupa Birliği) ve Türkiye’yi de kapsıyor.
Rusya cephesi ise, İran/Irak/Suriye devletlerini de kapsıyor. Tarihsel ve konjonktörel olarak bakıldığında Amerika Cephesi’nde yer almak en doğrusudur. Kürdler için var olmanın ve devletleşmenin yolu Batı cephesiyle ittifaktan geçiyor. Rusya tercihi ise açıkça intihardır Kürdler için. Amerika ile Müttefik olan Güney Kürdistan, zorunlu olarak Türk devleti ile de müttefiktir ve olası Güney Kürdistan Bağımsızlığı’nı tanımaya hazır tek sömürgeci ülke de Türkiye’dir.
Türkiye ile aynı cephede yer alan Güney Kürdistan, Türk devletinin tarafı veya yanında değildir; aksine Türk devletinden daha itibarlı ve bağımsız bir koalisyon ortağıdır. Bu açıdan bakıldığında sömürgeci Türk devleti ile aynı cephede yer almak bir taviz veya gerileme olarak değerlendirilemez.
Türk devleti birçok dış girişiminde (kendi başına Ortadoğu’da hareket etme ve ABD’den bağımsızlaşarak üçüncü bir güç olma gibi) umduğunu bulamadı ve hayal kırıklığı yaşadı. İç kavgada da oldukça yıpranan Türk devleti, çaresizce eskiye dönme, yani ABD/AB ve NATO gölgesinde yaşamaya mahkûm oldu. Özellikle Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonra Türk devletinin Amerika ve Batı’ya mahkûmiyeti arttı.
Dolayısıyla Türk devletinin başta Güney Kürdistan olmak üzere, genel olarak Kürd politikasında kendi başına hareket etme koşulları ortadan kalktı. Amerika ve Batı’nın Kürdler ile ilgili politikaları Türk devletinin de kabulü olacak bundan sonra. Bir anlamda Kürdlerin muhatabı Amerika ve Batı dünyası oldu denilebilir. Güney Kürdistan’ın itibarı ve Batı dünyasındaki özellikli yeri düşünüldüğünde, sömürgeci devletlerarasında Kürdlere en az zarar verebilecek olanın Türk devleti olduğunu söylemek mümkündür. Kürdlerin (Güney Kürdistan’ın) ABD/Batı tercihi olabilecek en iyi tercihtir ve bu tercih tüm Kürdleri (dört parçayı da) kapsamalıdır. Bu noktada Kürdlerin birliği ve ortak tercihi noktasında tek sorun PKK’dir her zamanki gibi.
PKK’nin Rusya tercihi Kürdlere zarar verdiği (özellikle Kuzey ve Güneybatı Kürdistan’da) gibi kendi sonunu da hazırlıyor. Bu noktada başta Başkan Berzanî olmak üzere, ulusal çizgideki tüm politik aktörlerin/yapıların daha gerçekçi olması gerekiyor. Zira “kardeşlik hikâyesiyle” fazlasıyla tolerans tanınan PKK, Kürdlerin tarihsel kazanımlarına telafisi imkânsız zararlar vermektedir/engellemektedir. Şingal zaferi öncesi ve sonrası dikkate alındığında PKK’nin asla diyalog ile düzelmeyeceği rahatlıkla görülebilir.
PKK’ye karşı tavır alınması ve etkisiz kılınması demek, PKK içinde yer alan insanların “yok edilmesi” demek değildir. Tam tersine PKK içinde yer alan Namuslu Kürdleri ihanet kurumundan kurtarmaktır. Bu açıdan bakıldığında “kardeşlik” söyleminin gereği PKK politikalarına sessiz kalmak değil, PKK’yi kurumsal olarak mahkûm ederek/sınırlayarak/tecrit ederek içindeki yurtseverleri ulusal saflara kazandırmaktır.
Başkan Berzanî’nin dünyada kazandığı haklı prestij ve Kürdler içinde sahip olduğu sevgi/saygı, birçok konuda belirleyici önemdedir. Bu nedenle başta Başkan Berzanî’nin PKK konusunda netleşmesi ve adım atması gerekiyor. Daha sonra tüm Ulusal Yapılar bu noktada netleşerek Ulusal Çizgi dışında kalan PKK ve benzeri entegrasyoncu/taşeron yapıları teşhir etmesi ulusal bir sorumluluktur.
PKK’nin “Kürdleri pazarlama” politikalarına sessiz kalmak çok pahalıya mal oldu/olacak. Kardeşlik duyguları tam da bu noktada belirleyici olmalıdır.
Kürdler, PKK’nin kirli rolünü ve Rusya (İran/Irak/Suriye) tercihini etkisiz kılmazlarsa, PKK tarafından tarihi bir satış ile karşılaşacaklardır. Yüz yılda bir gerçekleşen Ulusal Hakları elde etme olanağı ne pahasına olursa olsun değerlendirilmelidir. Aksi halde tarih bunun hesabını soracaktır.
PKK açıkça “RUS RULETİ” oynuyor ve silahı da Kürdlerin kafasına dayayarak. Tüm ihanet haklarını kullanan PKK’nin elindeki silahta sadece mermi var; boşluk yok. Tetiği çekerse Kürdler kaybedecek. Kürdlerin görevi, PKK’nin elindeki silahı almak ve Kürdleri ölümden/ölüm korkusundan kurtarmaktır. Sıkışan/çırpınan ve çırpındıkça batan PKK, kendisiyle birlikte Kürdlerin devletleşme hakkını da yok etmeye doğru hızla ilerlerken, dur demek her yurtseverin tarihi görevidir. Umarız ki duygusal yaklaşımlar bir kenara bırakılarak bu tarihi görev yerine getirilir. Ortadoğu yeniden şekillendirilirken, Kürdler tarihlerinin en avantajlı dönemini yaşamaktadırlar; bu avantajın kullanılmasına tek engel ise PKK’dir. Ya Kürdistan PKK’ye kurban edilecek, ya da PKK Kürdlerin Ulusal Hakları önünde engel olmaktan çıkarılacaktır…
Haber/Yorum
25.11.2015
http://www.nasname.com/a/rus-ruleti-kurdler-ve-pkk
http://www.haksozhaber.net/ortadoguda-putin-khamenei-esed-ekseni-29857yy.htm
Hitler’in iktidara giderken kullandığı “idealist” para militer örgütü. İktidarı ele geçirdikten sonra “Uzun bıçaklar gecesinde” bir katliamla yok edildiler.
SA’lar..Hitler’in iktidara giderken kullandığı “idealist” para militer örgütü. İktidarı ele geçirdikten sonra “Uzun bıçaklar gecesinde” bir katliamla yok edildiler
IŞİD de yürüttükleri vekalet savaşında, koşullar uygun olduğunda, asıl aktörler amaçlarına ulaştığında (kolay olmasa da, bir şekilde pasifize edilebilir..) aynı şekilde tasfiye edilebilir diye düşünüyorum.
“Ortadoğu Bataklığı” neden denilmiş ki? Din, Mezhep, Siyaset, etnik köken, grup-hizip-kişi… çıkarları ile paramparça. Ve ahlak yok! Ne siyasî, ne insani.. hepsi de kaypak.. İttifaklar her an değişebilir; bakınız RTE siyaseti…
sonsuz bir kargaşa.. 30 yıl sonra da benzer kaos sürebilir… bence..
Bu sorulara en kestirme yanıt dün İtalya’nın La Stampa gazetesinden geldi:
“Çar ve Sultan” başlıklı bir yazıda Putin ve Erdoğan’ın oynadığı satrancı mercek altına alan gazetenin Ortadoğu muhabiri Maurizio Molinari, “Ankara; Esad’ı devirerek Suriye’yi Müslüman Kardeşler ideolojisinin hâkim olduğu bir Sünni devletine dönüştürmek istiyor. Bölgede böylece Erdoğan sultanlığının temellerini atmak ve Ortadoğu’da bir neo-Osmanlı nüfuz alanı yaratmak istiyor. Putin öte yandan Ortadoğu’da ABD’nin zayıflamasından yararlanarak Esad’ı yerinde tutmayı hedefliyor. Kendisi için o da bölgede siyasi ve askeri zafer anlamına gelecek bir Çarlık rolü kapmanın peşinde.”
Kafa kafaya gelen bu karşıt iki strateji yüzünden Rus uçağının indirildiğini belirten gazete, “göklerde süren bilek güreşinin hedefini Halep’in fethi” olarak özetliyor.
Türkiye Rus uçağını niçin düşürdü?
Türkiye hiçbir zaman Suriye’de siyasi çözüm istemedi, diğer ülkeler ise bir şekilde çözüme varmak istiyor. Son dönemde Batı’da Suriye rejiminin çözümün parçası olacağı yorumları yapılıyor. Gidişattan memnun olmayan Türkiye, bütün kartları karıştırmak için böyle bir girişimde bulundu.
-Türkiye uçağı düşürerek Rusya ve Batı’nın anlaşmasına sabotajda mı bulundu?
Sabotaj demeyelim de böyle bir durum mevcut.
http://www.milliyet.com.tr/ukrayna-dan-biz-de-rus-ucaklarini/dunya/detay/2153522/default.htm
http://marksist.net/marksist-tutum/turkiye-rusya-gerginligi-filler-tepisirken-emekciler-eziliyor.htm
Rezalet ve ihanet size ait!
Gerçek
Başbakan Ahmet Davutoğlu HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Rusya ziyaretinde Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la görüşmesinde Rus uçağının düşürülmesinin hata olduğunu söylemesini “tam bir rezalet ve millete ihanet” olarak nitelemiş.
ABD başkanı Johnson döneminde yönetim bütün Amerikan halkına yalan söyledi. Kuzey Vietnam güçlerinin Tonkin Körfezi’nde ABD donanmasına saldırdığını uydurdu. Kongre bu yalan zemininde “Tonkin Körfezi Kararı” diye bilinen bir oylama yaptı. Ve ünlü ABD-Vietnam savaşı başladı. Milyonlarca Vietnamlı’nın ve şimdi konuştuğumuz konu bakımından daha da önemlisi on binlerce ABD askerinin hayatını yitirmesine yol açan bu savaş üstelik ABD’nin rezilce bir yenilgisi ile sonuçlandı. 1975’te Kuzey Vietnam, ABD’nin “komünizmden korumaya” çalıştığı Güney Vietnam ile birleşti. Daha bu savaş devam ederken, 1971 yılında Daniel Ellsberg adında bir gazeteci “Pentagon Papers” olarak bilinen ünlü belgeleri keşfetti, New York Times gazetesinde yayınladı ve ABD devletinin yalanlarını ortaya koydu.
Şimdi cevap ver Davutoğlu: Johnson’un yaptığı mı “rezalet ve millete ihanet” yoksa onun bu sahtekârlığını ortaya çıkaran Amerikan vatandaşının mı?
Cezayir halkı 1954 yılında 125 yıllık Fransız sömürgeciliğine karşı ayaklandı. Fransa ayaklanmayı bastırmak için 1 milyondan fazla Cezayirli’yi katletti. Menderes Türkiyesi utanç verici biçimde sömürgeci Fransa’yı destekledi. Ünlü Fransız filozofu Jean-Paul Sartre, Fransız devletinin işkenceye ve katliama dayanan rezil savaş politikalarına karşı Cezayir halkının ayaklanmasını destekledi. Bu savaş Fransa’nın binlerce genç askerinin canını aldı. Sonunda Fransa savaşı kaybetti, Cezayir hak ettiği bağımsızlığa kavuştu.
Söyle bakalım Davutoğlu: Fransa devletinin başındaki insanlık ve özgürlük düşmanlarının yaptığı mı “rezalet ve millete ihanet” yoksa onun karşısında kahramanca duran Jean-Paul Sartre’ınki mi?
Son örnek bizden. 1914’te Birinci Dünya Savaşı patlak verince Enver Paşa ve öteki İttihatçılar Göben ve Breslau (Yavuz ve Midilli) gemileri konusunda bütünüyle yalana dayalı bir senaryo üzerinden Osmanlı devletini Almanya’nın yanında savaşa soktular. Bütün amaç Osmanlı’nın Asya’da yeni sömürgeler edinmesi idi. Bu yağmacı politika 3,5 milyon Osmanlı vatandaşının çeşitli nedenlerle hayatını yitirmesiyle ve Osmanlı devletinin çöküşüyle sonuçlandı. İttihat ve Terakki’nin tarihi liderlerinden Ahmed Rıza bu politikayı mecliste ağır bir şekilde eleştirdi.
Şimdi haydi seç bakalım tarafını Davutoğlu: Enver, Talât ve Cemal Paşa’ların yaptığı mı “rezalet ve millete ihanet” idi yoksa bu rezilliğe neredeyse tek başına karşı çıkan Ahmed Rıza’nınki mi?
Size kim her verdiğiniz kararın “milli çıkar”a uygun olduğunu, kararlarınız milletin ve insanlığın bütünüyle aleyhine olduğu halde sırf siz yapmış olduğunuz için eleştirilemeyeceğini söyledi? Sen ne biçim siyaset bilimi profesörüsün? Sizi kim bu zehirli fikirlerle yetiştirdi?
Sen kendi sıfırın altı politikana bak, utan ve sus!
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/rezalet-ve-ihanet-size-ait
Ak-trollerin Suriye’ye müdahale çığırtkanlığı;
*
Suriye’de Bıçağın Kemiğe Dayandığı Noktadayız
Mustafa Siel
Beladan Kaçmakla Kurtulamazsınız
Siz ne kadar bela istemezseniz istemeyin, bazen bela sizin üzerinize üzerinize gelir. Hatta siz kaçarsınız, o sizi arkanızdan kovalar. Elbette bela istememeli, geldiğinde mümkünse dolaylı yollardan savmaya çalışmalı, fakat bunun da bir sınırı olduğu unutulmamalı.
Bir noktadan sonra belayla yüzleşmemenin bedeli, yüzleşmenin bedelinden kat ve kat fazla olur. Böyle bir risk ortaya çıktığında, her türlü bedeli ödemeyi göze alarak belanın üstüne gitmeniz farz olur.
Bu durumda belanın üzerine gittiğiniz takdirde elbette ağır bedeller ödeyebilirsiniz. Lakin bu bedeller her zaman, üzerine gitmediğiniz takdirde ödeyeceğiniz bedellerden kat ve kat az olur. Fakat üzerine gittiğinizde ödediğiniz bedeller peşin, gitmediğiniz takdirde ödeyeceğiniz bedeller veresiye olduğu için, peşin ödenen bedeller insanlara daha ağır gelirse de, aslında bu bir yanılsamadır.
Belayla Yüzleşmenin Getirileri İleride Görülür
Mesela yakın bir misal olarak, çözüm sürecini istismar eden PKK belası ile peşin bedelden kaçınılarak gerekli mücadele yapılmamış, bunu veresiye bedeli PKK’nın bölgede siyasi ve silahlı hegemonya kurması olmuştur.
Aslında çok daha önce başlaması gerekilen PKK ile mücadeleye, 6/8 Ekim olaylarından sonra mutlaka başlanmalı idi. Fakat yine peşin bedellerden kaçınılarak gerekli mücadele yapılmamış, bunun veresiye bedeli ise bölge halkının PKK hegemonyasına girmesi ve 7 Haziran seçimlerinin kaybedilmesi olmuştur. Eğer 7 Haziran sonrası bıçak kemiğe dayandığında da, ödenecek peşin bedellerden kaçınılarak PKK ile mücadeleye başlanmasa idi, şu anda ödenecek bedelleri tahmin bile edemeyiz.
Hülasa PKK ile mücadelede peşin bedellerden kaçınmanın veresiye bedeli ağır olmuş, bıçak kemiğe dayandığında peşin bedeller göze alınınca ise, umulanın altında peşin bedel ödendiği gibi, ödenmesi kuvvetle muhtemel veresiye bedellerin ortaya çıkma riski çok ve çok azalmıştır.
Aynı durum Türkiye’nin sınırı ihlal eden Rus uçağını düşürmesi olayında da yaşadık. Peşin ödenmesi göze alınan bedeller umulanın kat ve kat altında ortaya çıktığı gibi, şu anda hayal bile edemeyeceğimiz veresiye bedelleri engellemiş olup, bu bedellerin neler olduğunu ileride idrak edeceğimiz gibi, dürüst tarihçiler de tarihe şerh düşeceklerdir.
Suriye Müdahalesi Çok Geç Kalmış, Kangren Olmuştur
Elbette Türkiye’nin Suriye muhalefetine verdiği desteği hiç kimse küçümseyemez. Lakin Türkiye pasif destekle yetinmemeli, kıyamın ilk anından itibaren Türkiye Suriye’de daha aktif müdahalelerde bulunmalı, en azından muhaliflere ihtiyaç duydukları tüm silahları vermeli idi. Bu konuda peşin göze alınamayan bedellerin ağır bedeli şu anda ortaya çıkmış durumdadır.
Görünen köy kılavuz istemez. Batı, ABD ve Rusya’nın Türkiye’yi Suriye’den koparma hesabı ortadadır. Lakin bu hesap sürecin başında bu denli net ve kararlı olmayıp, süreç içinde belirginleşmiştir. Türkiye Suriye konusunda ilk dönemlerde batı ve ABD’ye güvenmekle büyük hata yapmıştır ve bunun faturasını bu gün ödemektedir.
Batıya Güvenmenin Bedelini Ukranya Gibi Ödemek
Kaldı ki, özellikle ABD başta olmak üzere Batı’nın Suriye hesapları ile Türkiye’ninki neredeyse taban tabana zıttır. Aynı olsa idi bile, Batıya güvenmenin bedelini Ukranya’nın halen ödemekte olduğu vakıası apaçık ortadadır. Bu nedenlerle Türkiye Suriye konusunda Batıya ve ne de NATO’ya zerrece güvenmemelidir. ABD ise zaten Türkiye’yi peşin peşin satışa el ovuşturmaktadır
Artık Türkiye için Suriye’de bıçağın kemiğe dayandığı noktaya gelinmiştir. Her türlü peşin bedeli göze alıp, ilerisi için altından kalkılamayacak veresiye bedellerin önünü almaya adeta mahkûmdur Türkiye. Zira gerekli müdahale yapılmadığı takdirde ödenecek veresiye bedeller, peşin ödenecek bedellerle kıyaslanamayacak derecede büyük olacaktır.
Suriye’ye Kapsamlı Müdahale, Hemen Şimdi
Suriye’ye müdahalede bir dakika bile geç kalma lüksü kalmamıştır Türkiye’nin. Öncelikle ve ivedi olarak muhaliflere ihtiyaç duydukları tüm silahları bir şekilde mutlaka ulaştırmaya başlamalıdır. Eğer önceden bu yapılabilse idi, muhtemelen şu anda buna bile ihtiyaç kalmayacaktı. Fakat şu anda sadece silah yardımıyla durumu kurtarmak mümkün değildir.
Bu nedenle Türkiye silah sevkiyatının ardından, Türkmen bölgesi ve Cerablus hattında kırmızı çizgiler ilan edip, bu çizgileri korumak için öncelikle top ve füze atışları, yetmiyorsa uçaklarla müdahale, yetmiyorsa askeri müdahalede bulunmalıdır.
Suriye’ye Müdahale Edilmezse, Suriye’den Türkiye’ye Müdahale Edilir
Rusya’nın tutumu değişmediği takdirde, eğer Türkiye müdahale etmezse muhaliflerin yenilip, rejimin pekiştirilmesi ihtimali yüksektir. Bu durumda Suriye dışında bulunan 4 milyon mültecinin Suriye’ye dönme ihtimali kalmadığı gibi, içeride muhacir konumda olan 6 milyon Suriyelinin de aynı akibete düşmesi kaçınılmazdır.
Türkiye eğer Suriye’de üzerine düşen müdahaleleri yapmaz ve Suriye muhalifleri yenilip rejim kontrolü ele geçirirse, sadece Suriye muhalefeti, halkı ve ümmet kaybetmeyecek, en az bunlar kadar Türkiye de kaybedecektir.
Bu durumda Türkiye kendi sınırları içinde önce gayri nizami, bilahare çeşitli bahanelerle nizami harp saldırılarının hedefi haline gelecektir. Yani Suriye’de şu anda peşin ödenmesi göze alınamayan bedellerin veresiye bedeli, Türkiye’nin bizzat saldırıya uğraması ve kendi sınırını koruyamaz duruma düşmesi olacaktır kuvvetle muhtemel.
Tarih Affeder, Düşman Affetmez
Türkiye öncelikle mazlum Suriye halkı için, Ümmet için, Suriye muhalefetine bu güne kadar olan desteğine sadakat ve vefa için, Türkiye’ye gelecek yeni göç dalgalarını önlemek ve Türkiye içindeki muhacirlerin tekrar vatanlarına dönebilmeleri için; tüm bunlar olmasa bile sadece kendi geleceği için, hemen şimdi en aktif şekilde harekete geçmek zorundadır.
Türkiye artık ne pahasına olursa olsun, tek başına da olsa Suriye savaşına aktif olarak müdahale etmek zorundadır. Aksi halde peşin ödenmesi göze alınmayan veresiye bedellerin ne olduğunu ortaya koyma işi tarihçilere bile kalmayacak, muhtemelen çok kısa sürede bu bedelleri hep birlikte, belki de yeni bir Ukranya yada Suriye olarak ödemek zorunda kalabileceğiz.
Evet sanılanın aksine tarih affeder, unutur, yamultur vs. Lakin düşman asla affetmez ve hayal bile edemeyeceğimiz kötülükleri ve zulümleri yapar. 100 yıllık yakın tarih ile en yakın Suriye tecrübesi ile sabittir bu acı gerçek.
http://www.haksozhaber.net/suriyede-bicagin-kemige-dayandigi-noktadayiz-30161yy.htm
vah vah 🙂
Rusya’da gerilim artırıcı çıkış: 1921 Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması’ndan çekilelim
Rusya Komünist Partisi milletvekilleri, Devlet Başkanı Vladimir Putin’in önüne 95 yıl önce Sovyet Rusya ile Türkiye arasında imzalanan “1921 dostluk ve işbirliği” anlaşmasının iptal edilmesini istedi.
İzvestiya gazetesinn haberine göre, Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma’daki Komünist Partili milletvekilleri Valeriy Raşkin ile Sergey Obuhov; Rusya Devlet Başkanı Putin Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’a yazdıkları mektupla 1921 anlaşmasının iptalini talep etti. Rusya’da Ermeni lobisi de bir süredir bu yönde çalışma yürütüyordu.
“1921 anlaşmasını lağvedelim” çağrısı yapılan mektupta şöyle denildi:
“Türkiye’nin artan saldırgan tavrı karşısında mevcut tüm ikili anlaşmaları hukuki açıdan revize ederek bizim ve müttefiklerimizin çıkarına olmayan anlaşmalardan çıkmalıyız. Ankara yönetimi seçtiği yolda ilerlemeye devam etmesi halinde bedelinin ne olacağını çok iyi anlamalı. Rusya ancak bu şekilde davranır ise yeni provokasyonların önüne geçebilir. Sovyet Rusya ile yeni Türkiye Cumhuriyeti arasında 16 Mart 1921 tarihinde Moskova’da imzalanan dostluk ve işbirliği anlaşmasının gözden geçirilmesi daha önce de gündeme gelmişti. İkinci Dünya Savaşı sonunda bu konuyu Stalin gündeme getirmişti. Ancak Stalin ölünce Sovyet yönetimi gözden geçirmeyi rafa kaldırmıştı. Şimdi biz Başkan Putin ile Dışişleri Bakanı Lavrov’a bu çağrıyla konuyu tekrar gündeme getiriyoruz. Üstelik 1921 anlaşması üç Kafkas cumhuriyetinden ikisi, yani Ermenistan ve Gürcistan tarafından zaten geçerli kabul edilmiyor. Burada müttefiklerimizin de çıkarı var. Çünkü Moskova anlaşmasının devamı sayılan Kars anlaşmasıyla Rusya imparatorluğunun parçası olan Kars bölgesi, Güney Batum bölgesi ve Ağrı bölgesi Türkiye’nin eline geçmiştir. Ermenistan, Kars anlaşmasını geçerli saymıyor. Benzer şekilde Gürcistan parlamentosu da Kars anlaşmasını 2005 yılında lağvetmişti”.
“Anlaşmanın iptal edilmesini, İkinci Dünya Savaşı sonunda Josef Stalin de gündeme getirmişti.”
“ANKARA NE YAPMASI GEREKTİĞİNİ BİLİYOR”
Öte yandan Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Aleksey Meşkov, Ankara’nın Moskova ile ilişkileri rayına oturtması için ne yapması gerektiğini çok iyi bildiğini söyledi.
Suriye krizinin daha büyük bir çıkmaza doğru yol aldığı sırada Moskova’da Türkiye hakkında açıklamada bulunan Meşkov, “Ankara, medeni davranmalı. Türk tarafı ikili ilişkilerin normalleşmesi için bizim aradığımız adil şartları çok iyi biliyor. Bundan birkaç hafta önce söylediklerimiz günümüzde de geçerliliğini koruyor” dedi.
Meşkov’un “İlişkilerin normalleşmesi için aradığımız adil şartlar hâlâ geçerli” dediği koşullar şunlar:
– Türkiye’nin Rus uçağını vurduğu için Moskova’dan özür dilemesi.
– Kaybedilen uçak için tazminat ödenmesi.
– Ölen pilotun ailesine tazminat ödenmesi.
Ankara, 24 Kasım tarihinde Türkiye ile Rusya arasında patlak veren uçak krizinde özür dilemesini gerektirecek bir durum bulunmadığını açıklamıştı. Uçağın hava sahası ihlali sırasında angajman gereği vurulduğunu açıklayan Türk Dışişleri Bakanlığı “Asıl biz hava sahamızı ihlal eden ülke Rusya’dan özür bekliyoruz” demişti.
http://www.hurriyet.com.tr/rusyada-gerilim-artirici-cikis-1921-dostluk-ve-kardeslik-antlasmasindan-cekilelim-40051055
Rusya’dan ‘Karadeniz’ açıklaması
Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov, Karadeniz’deki Rus filosu ve Türk Deniz Kuvvetleri arasındaki güç oranının son birkaç yıl içerisinde ciddi biçimde değiştiğini belirtti.
Sputnik Türkiye’nin haberine göre Rusya’nın güney askeri bölgesinde düzenlenen Kafkasya 2016 tatbikatlarının sonuçlarının değerlendirildiği bir toplantıda konuşan Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov, “Bundan birkaç yıl önce Rus (Karadeniz) filosunun askeri kapasitesi Türk Deniz Kuvvetleri’ninkiyle kontrast halindeydi. O zamanlar Türkiye’nin neredeyse Karadeniz’in efendisi olduğu söyleniyordu” dedi ve ekledi: “Artık her şey değişti.”
Rus filosuna Kalibr tipi cruz füzeleri taşıyabilen denizaltılar gibi yeni olanaklar eklenerek kapasitesinin artırıldığını söyleyen Gerasimov’a göre, Rusya’nın Karadeniz Filosu bugün ‘iyi bir izlenim bırakıyor.’
http://www.hurriyet.com.tr/rusyadan-karadeniz-aciklamasi-40223602