Birgün Gazetesi’ndeki Açıklamamın Tam Metni
Birleşik Muhalefet’le ilgili yaptığım beş cümlelik açıklama Birgün gazetesinde iki gün, iki parça halinde ve “TC” kısaltması çıkarılarak yayınlanmıştır. Açıklamanın tam metni aşağıdadır:
“Türkiye solu, ‘cephe’den çok söz etmesine rağmen tarihi boyunca ciddi bir cephe veya blok kuramamıştır. Bırakın bunu, kendi içinde de parçalanmıştır. Birleşik Haziran Hareketi ile ilk kez böyle bir şans doğmuş oluyor ki, bunun arkasında elbette büyük Gezi İsyanı bulunmaktadır. Öyle sanıyor ve umuyorum ki sol (elbette devrimci bir akim olarak anarsizmi de katıyorum) birlikte mücadele etmenin ve dayanışmanın değerini artık önemli ölçüde kavramış bulunuyor. Bölgesel hegemonyacı TC devletinin ve AKP diktatörlüğünün Ortadoğu’daki yayılmacı siyasetleri ve içerideki baskıcı yönetimi koyulaşarak devam ederken, Birleşik Muhalefet Hareketi bir an önce, aşağıdan bir hareket olarak toparlanıp Kürt devrimci hareketiyle de daha geniş bir blok oluşturmanın yollarını bulmalıdır.”
21 Ekim 2014
AKP diktatörlüğü ile TC devleti ayrı birer entite midir?
bugün birleşmişlerdir ama devletin sürekliliği içinde bakarsak AKP diktatörlüğünün ayrıca belirtilmesinde fayda var.
TC’yi çıkartmaları ulusalcı, devletçi solcu olmalarından mı kaynaklanıyor?
Bilemiyorum hangi mantıkla yaptıklarını ama bugünkü Birgün’de benim açıklamamın kestikleri bölümünü yayınlarken bir “laiklik” söylemi tutturmayı da ihmal etmemişler. Sanırım giderek TC’yi kutsamaya başlıyorlar.
Sizin lafınızı evirip çevirerek, “ulusal solu” da Birleşik Cephe’ye dahil etmek istemişler anlaşılan ya da bir diğer seçenek olarak her sabah plaza muhitlerinde yer alan metro çıkışlarında edindikleri beyaz yakalı, yeni okuyucu kitlesinin cebindeki para tatlı gelmiş, onları kızdırmak istememiş olabilirler.
Fırsatını bulmuşken, Mevsimler’i az önce bitirdim, emeğinize sağlık, bir solukta okunacak bir kitap yazmışsınız. Türkiye solunun birleşik bir cephe oluşturmadan ziyade bölünmeye olan kabiliyetini, küçük burjuvazinin bu hareketteki rolünü çok yerinde tespitlerle belirtmişsiniz. İmkanını bulup imzalatmak isterdim. Saygılarımla.
sağol Bahadır. 16 Kasım’da Akademi kitabevinde roman üzerine söyleşi var.
cephe diyorsunuz da, e hani nerede anti-stalinizm? Nerede cepheciligin elestirisi be hocam? Stalinin iyi yanlarini alalim kotu yanlarini almayalimcilik oluyor mu boyle simdi? Gel don geri 1933 Halk cephesi oldu bu.
Ohoo…
Sabah akşam Stalin Küfürnameleri yazan Zileli en doğmatik unsurlarla liberallerden oluşan sözde birleşik harekete bir de önermede bulunmuş: “Devrimci Kürt Hareketi” ile birleşmek.
Stalin küfürnamecisinin bu büyük siyasi öngörüsüne ne demeli?
Amerikan uçaklarından silah bekleyen ve CİA -cıların eğittiği PYD-YPG-PKK vb böylece “devrimci” yapılıveriyor.
Şimdi anlaşıldı mı Stalin küfürnamelerinin ardındaki aşırı sağcı ve düzen içi öz ?
Anarşistlerin en emperyalist,en saldırgan,en savaşcı kesimlerin sözcüsü olması böylece bir kez daha belgelenmiş oluyor.
Zileli okul yakan,kütüphane yakan,heykel yakan geriliğe sesini çıkaramaz.
Çünkü PKK imkanlıdır.İmkan dağıtmaktadır.
Stalin’e küfrettinizmi de imkan elde edersiniz.
Zileli bu tür hayalleri 80-lerden beri devrimci savaşımdan vazgeçmenin gerekçesi olarak bilinçli savunuyor.
Sizin gibi sanıyor ve umuyor olmak isterim. Ancak, herzaman patinaj yaparak kendi içimizde debelenip durmuşuzdur. Herzaman, umudumuzu, gücümüzü ve enerjimizi heba etmişizdir. Şimdilik, ne kadar “kavradıklarını” sadece sürece bırakmayı yeğliyorum. Aksinde, gereksiz umutlarla avunmuş olacağız.
Romandan söz açmışken bir şey sorayım. Kitap piyasasında telifler ne düzeyde şu anda? Mevsimler romanına ne kadar telif ödediler?
2000 adet basıldı. %12 telif ödendi. Sonuç olarak 4.500 tl civarında bir ödeme yapılacak.
Haklısınız.
Halk cephesiyle ilgisi yok. Cephe veya bloka doğmatik bir şekilde karşı çıkmak doğruf değildir. Bir cephe girişimi teslimiyete de götürebilir (Halk cepheleri örneğinde olduğu gibi), devrime de götürebilir.
Gün abi, kitapların telifleri sözleşme imzalandığında ödenmiyor mu? Dağıtımcıdan para gelmesini mi bekliyor yayınevleri? Bütün yazarlara mı böyle yapıyorlar? İhsan Oktay Anar veya Hasan Ali Toptaş’a da mı böyle davranıyorlar?
BirGün yazarken ‘G’yi küçük yazmışsınız. En az TC kadar önemli!
İletişim, kitap yayınlandıktan bir ay sonra iki taksitte ödüyor. çok satan yazarlara nasıl yapılıyor, doğrusu bilmiyorum.
Eminim siz benden iyi biliyorsunuzdur ama cephenin mantigi devrime goturmesi degildir. Halk cephesi (stalinist) ya da “tabandan” cephecilik (trockist) esas olarak “anti-fasist” mucadele yontemleriydiler ve maksadlari devrim yapmak degildi. Ornegin Fransiz halk-cephesi faszime karsi “ileri” fransiz kulturunu, ulusunu v.s. koruma rolunu bicmisti kendisine acikca.
Bu minvalde cephecilik siniflar arasi bir ittifak idi ozunde. Ama sinif kavramini analitik bir kavram olarak artik benimsemediginizi hissediyorum, o yuzden bu yazdiklarim sizin icin hic bir sey ifade etmeyebilir elbette.
Hiç de öyle değil. Sınıf kavramı benim benimsediğim ve çok önem verdiğim bir kavramdır. Geçmişteki cephe deneylerinin sınıf işbirliğine götürmesi gerçeği, sınıf mücadelesini ittifaksız yürütmek gibi bir anlayışa yol açmamalı. Her toplumsal mücadele kaçınılmaz olarak sınıfsal bloklarla yürütülür.
Sovyetler tabandan, tavandan ve ortalardan, birleşik işçi cephesi oluşumudur ve devrim yapma gibi kötü bir huyları vardır Mikail. Sonuçta 6 Kasım günü devrime çağıran “official” olarak Bolşevik parti değil, Sovyetlerdi. Sovyetleri, yani işçi temsilcileri konseyini nasıl sınıflar arası ittifak diye niteledin, ona kafam takıldı.
yanlis okumussun Yusuf Cemal;
Isci sovyetleri sadece iscilerden olusan organlardi. Farkli siniflari bir araya getiren cephe organlari degillerdi. Koylu sovyetleri farkli bir konu. Ama genel olarak sovyet iktidari kavrami diger siniflar ile cephelesmeyi dislayan, iktidarin iscilerde oldugu bir duruma isaret ederler.
Sovyet ve cephe kavramlari hem teorik hem tarihsel gelismede birbirleri ile zittir, zit olmustur. Gun Zileli bu acidan acikca hala leninizmin bir versiyonunu savunuyor belli ki.
Birlesik isci cephesi ise farkli bir kavram. 1917ye bunu tasimak anakronik. 1922-23te devrimin yenilmesiyle birlikte kominternin saldiri degil savunma taktiklerine gecmesine isaret ediyor. O donemde almanya’da sol komunistler ve sendikalistler buna siddetle karsi cikiyorlar. Cunku taktik sovyetlerde ve is yeri orgutlerinde degil sendikalar ve sol partiler temelinde bir birlige cagri yapiyor: Sosyal demokratlar ve KP arasinda. Amaci parlamenter mucadele esas olarak.
Sovyetler bir birleşik işçi cephesidir. Faşizme Karşı Mücadele’de Troçki açıkça bunu yazar. Lenin’in ve ardından Troçki’nin önerdiği Birleşik İşçi Cephesi taktikleri sınıflar arası bir cephe değildir. İşçi sınıfı partileri arasında (buna burjuvazinin güdümündeki işçi partileri dahil) herkes dahildir. Eğer 1930larda Almanya’da ortada Sovyetler gibi bir kurum olsaydı, o çağrıyı sendikalar ve partiler aracılığıyla değil, Sovyetlere yaptırmaya çalışırlardı. Ki, o toplama kitabın (FKM’nin) ilk makalelerinden birisi, “Sovyetler yok, acaba Fabrika komitelerine o çağrıyı yaptırabilir miyiz?” konusundadır.
Yalnızca bu değil, aynı zamanda saldırı ve savunma durumlarını bu şekilde karşı karşıya koyman da ilginç. Kornilov darbesi bir saldırı değil savunma durumudur. Generalin teki Petrograt’ı alıp, Sovyetleri temizleme göreviyle birliklerini toplamaya başlar ve o ana kadar onunla işbirliği yapan “dönemin başbakanı” Kerensky, bir anda Kornilov düşmanı kesilir. Bunun üzerine Bolşevikler de Kornilov’a karşı harekete geçerler. 1917’nin Ağustos’unda olur bunlar. Yani senin savunma değil, saldırı taktiği dediğin anda.
Saldırı ve savunma taktikleri bıçakla kesilmiş gibi birbirlerinden ayrışamazlar. Bunu düşünmek bile Kantçı “aşkınlık durumu” olarak devrim kavrayışına kapılmak demektir. Walter Benjamin türü bir kıyamet-hüküm günü beklentisi.
Sonuçta devrimci hale gelmiş bir sınıfın içindeki alt-özneler olarak partiler (zamanında çok işe yarayan organizasyon çeşitleri) birbirleriyle ittifak da yaparlar, işbirliği de yaparlar, cephe de kurarlar, birleşirler de. Bu bir takrik sorunudur. İlkesel bir sorun değil.
Yusuf Cemal
Konunun Kant ile Benjamin ile bir iliskisi yok. Ama ele alinan metni dikkatle incelemek ile ilgisi var. Su ana kadar Trocki disinda bir referans vermedin. Trockinin referans verdigin toplama kitabinda 1921 oncesinden tek bir yazi oldugunu ise sanmam.
Trocki malum, Almanya’da iscileri katletmis SD ile stalinist KPnin ittifakini savunuyor 1931de. Bu isci dusmani partilerin ittifakindan bir seyler umuyor. Trocki 1930lar boyunca acikca hayal dunyasinda yasiyor. Cunku 1920ler boyunca Alman sol radikallerine karsi mucadelede kendi olumsuz payini asla kabul edemiyor. Komintern’den KAPD atildiginda Trocki bunun arkasinda duruyor. 1921 Birlesik Cephe taktiklerinin arkasinda duruyor. 1921, ironik bir bicimde Kronstadt’in Trocki onderligindeki kizil ordu tarafindan ezilme tarihidir de.
Kornilov darbesi de Trockistlerin sik kullandigi bir ornektir ama baglami yine yanlis; Kornilov darbesi doneminde;
1) Ikili iktidar vardi – yani isci sinifinin TEK BASINA HAKIM OLDUGU sovyetler bir yanda, diger yanda ise gecici hukumet iktidari paylasmis durumda idi. Kornilov darbesi bu ikisi arasindaki gerilimde sovyet karsiti kuvvetin durumun surdurulemezligine verdigi tepkiyi temsil ediyordu.
2) Sovyetler Kornilov darbesinden bir kac hafta sonra burjuva iktidarini tamamen tasviye ettiler.
Dolayisiyla klasik anti-fasist cepheciligin aksine, Kornilov darbesi durumunda isciler ortalama bir burjuva liberalizmi icin degil, kendi iktidarlari ve komunizm icin mucadele ettiler.
Cepheciligin bu tarz savunularini ise ilk kez goruyorum: trockizm ile sendikalizmin (Yusuf Cemal), maoizm ile anarsizmin (Gun Zileli) karisim teoriler bence bunlar; ne yardan ne serden vaz gecememek…
Cephecilik ise kesinlikle isci sinifina ait bir teori degil. Karsit cikarlara sahip siniflar anlasamazlar. Isci sinifi bugun yalniz ve butun somurucu siniflar, lumpenler, kucuk burjuvazi vs. ona karsi tek bir cephede toplanmis durumda. Sosyal Demokratlar ve sendikalar vs. isci sinifi dusmani bu cephenin icindeler.
“Cephecilik” diye ad takarsan tabii ki sen haklı çıkarsın Mikail. Ben de cepheciliğe karşıyım. Cephecilik, işçi sınıfını düzen içi uzlaşmaların içine katar. Fakat cephecilik zıddı olan devrimci cephe ya da blok taktikleri de vardır ve sınıf mücadelesinde bloklaşma veya cepheleşme kaçınılmazdır. Önemli olan bu cepheleşme ya da bloklaşmanın saınıf uzlaşmasına mı, yoksa sınıf mücadelesine ve devrime mi hizmet ettiğini saptamaktır. Tarihteki cephe taktikleri ve uygulamaları yüzde doksan ölçüsünde olumsuz olduğundan böyle bir sonuca varılıyor gibi geliyor bana. Oysa sorun cepheyi reddetmek değil, teslimiyetçi cephe taktiklerini reddetmektir.
Benim ortaya attıklarıma cevap vermediğini görüyorum Mikail. O zaman bir kez daha vurgulayıp geçeyim: Savunma ve saldırı, birbirlerinden bıçak gibi ayrılan “aşamalar” değildir. Eğer tersini iddia ediyorsan, düşüncelerini duymak isterim.
Senin öne sürdüklerine gelince…
Eğer Kornilov darbesi sırasında bolşevikler sol komünist bir tutum takınsalardı ve mesela “Kornilov Kerensky’i ezsin, sonra bizim günümüz başlayacak” deselerdi, Kornilov’un darbesinin başarısız olma ihtimali az değildi. Ve eğer Kornilov başarılı olsaydı, bugün o zamanlar için devrimden vsden bahsedemezdik. Kaldı ki, FKM’den referans verdiğim gibi Fabrika Komiteleri işçi sınıfının “TEK BAŞINA HAKİM OLDUĞU” örgütlenmelerdir. Buna Troçki ekonomik ikili iktidar der. Bunu politik ikili iktidara dönüştürmek için neler yapabiliriz diye sorgular.
Unutmamak gerekir ki, bu aşamalar teorisi yalnızca bir kısım sol komüniste ve bir kısım Tuhaçevskivari fütüriste ait değil (Kızıl ordu doktrinleri, prolekült hareketi vs.), Lenin sonrası giderek bürokratikleşen Komüntern’e de aittir. 3. dönem politikası, tam da bu hayali saldırı düşüncesine dayanır. Hani “Sosyal faşizm” diyerek sosyal demokratları hedef aldıkları zamanlar.
Sonu da malum. Faşizmin iktidara gelmesini ve sonra da tüm işçi sınıfı partilerini yok etmesini sağlayan bu sol komünist politikalardı. İşçi katili SPD ve stalinist KPD ile birlikte KAPD’nin eskileri ve SAP’nin oportünizme bulaşmış tipik orta yolcularını da yok eden faşizm. “Hitler Hindenburg’u ezsin, sonra bizim günümüz başlayacak” diyen stalinist bürokrasiden yüz bulmuş utangaç sol komünist Thaelmann’dır.
Ve 1. madden için şöylenecek şey şu: Kornilov darbesine karşı Kornilov’la savaşmak isteyen menşevik ve Sosyal Devrimci işçilerle ittifak kurmak/cephe kurmanın neresi yanlıştır?
2. maddende ise zaten o cephe kurulmasaydı Sovyetler iktidarı alamazdı. Yani iktidarın Sovyetlere verilmesini sağlayan şey, bir birleşik işçi cephesidir. İster “saldırı” de, ister savunma” de. Hiç farketmez.
Gün Zileli’nin buradaki vurgusu önemli: Problem “cephe” kelimesi değil. Cepheyi kurabilmek için ne taviz verdiğin. Eğer cepheni 1930ların Halk Cepheleri gibi kurarsan, burjuvaziyi elde tutmak için tüm devrimci amaçlarını geriye atarsan, tabi ki mahvolursun. Ama 1917’deki gibi, ortak düşmana karşı ortak hareket etmek için düşüncelerinden ve eylemlerinden taviz vermeden bir cephe kurarsan bambaşka bir sonuçla karşılaşırsın.
Ve şu sendikalizm-troçkizm meselesine gelince. Her kim, ister kendine anarşist desin, ister sol komünist desin, ister troçkist desin, ister kara bayrakla meydanlara insin hiç farketmez… Her kim çalışan sınıfın kendi öz örgütlenmesini ve kendisi için sınıf olma sürecini yükseltmek amacıyla değil, “Ben iyi şeyler söyleyeyim, iyi şeyler yapayım, kitleler beni desteklesinler, yok beni değil, konseyleri desteklesin, partiyi desteklesin, yok oy alayım, yok kitlem çok olsun, olunca da iktidara konayım, devrim yapayım” düşüncesindeyse, o kelimenin tam anlamıyla burjuva devrimcisidir.
Çünkü, kitleleri belli politikaları “destekleyen”, belli politikaları “benimseyen”, belli politikaları “alkışlayan” konumda tutmaya çalışıyor demektir. Oysa “İşçi sınıfının kurtuluşu, yine kendi eseri olacaktır” fikrini benimseyen herkes, bu tip “devrimcilere” karşı olmak zorundadır. İster karşılarında Lenin olsun, ister Troçki olsun, ister Pannekoek olsun, hiç farketmez.
Senin sendikalist olarak gördüğün şey, muhtemelen popülist Türkiye solunun kafasına bir daha hiç çıkmaması için çakmak zorunda olduğumuz şey. Yakında o eksiklikler tamamlanınca, kavramlar yerine oturacaktır.
Savunma ve saldiri ile ne kast ettigini anlamadim. Neyin savunmasi? Demokratik cumhuriyetin mi? Taktiklerden daha onemli olan sey, evreler ve donemlerdir ve taktikleri bunlar belirler. Eger kapitalizmin emperyalist asamasindaysan sorun sosyalizm veya barbarlik diye konmustur ve burjuva guclerle ittifak degil, butun kapitalist duzenin ve devletin kosulsuz yikimidir hedef – en azindan komunistler icin.
Ben sendikalist-trockizm diyerek az demisim. Sadece trockizm goruyorum senin yazdiklarinda. Ustelik Trockinin zamaninda sol komunistlere yonelttigi en ucuz hakaretleri siralamisin. Niyetini sorgulamiyorum ama bunlarin hic birinin tarihsel zemini yok.
1) Eger SDlerle isbirligi yapmamak “fasizmin” eline su doktuyse, o zaman 1914-1918 arasindaki emperyalist savasta Lenin, Luxemburg, ve Pannekoekde “demokratik” devletleri desteklemeyerek “alman otoriteryanizminin” ya da “rus despotizminin” eline mi su dokmuslerdi? Sol enternasyonalistler bu donemde baris yanlisi bile olsa uzlasmaci SD partilerin isci sinifina ait olmadigini, devrimci mucadelenin gerekli oldugunu soylemislerdi. Bu taktiksel degil donemsel bir cozumlemeydi.
2) Bir sendikalistin sovyetleri neredeyse parlamentoya indirgedigini ilk kez goruyorum. Trockistler icin evet, sovyet parlamentonun sadece sol partilerden olusan bir formu olabilir. Ama sovyet esas olarak parti baglarindan ziyade is yeri/fabrika/mahalle duzeyinde proleterlerin temsil edilmesine dayanir. En saglikli doneminde sovyetlerde temsil parti temelli degil yerellik temelindeydi. Bu ilke eriyip, delegeler uzerinde parti kontrolu arttikca devletci dejenerasyonu da getiren bir unsur oldu. Trockinin asla anlamadigi bir baska seyde budur. O yuzden trockist indirgemeci mantiga gore sovyet sadece partileri bir araya getiren bir form olabilir elbette.
3) KAPD eskileri falan bunlar oldurulmus devrimcileri ufaktan lekelemek icin kullanilan cirkin laflar gibi geliyor ve cevap bile vermiyorum. Thalmann’in “sol komunist” oldugu seklindeki iddian ise gulunc. Kendisi stalinist KPDnin sefi olur. Yok eger kominternin 3. donem politikalarina, Trockinin her zamanki yuzeyselligi uzerinden “sol komunist” diyorsan, kusura bakma ama bu da inanilmaz cirkin bir iddia. 1.si 30larda oldurulmus bir cok Rus devrimcisini hice sayiyor. Ama sasirmiyorum cunku Trockinin oportunist cepheciligini reddettikleri icin, SKlar her zaman onun yuzeysel alayciliginin hedefi olmustur.
Su kadarini soyleyim; SKlar acisindan ne sosyal demokratlar ne de komunist partiler bu donemde desteklenmistir ve trockinin yalpalamalarinin aksine, SKlar devlet kapitalizmi olarak analiz ettikler Rusya’yi savunmak icin ne bir cephe ne de baska bir sey onermemistir. SKlar sadece yaklasan savasa karsi enternasyonalist cizgilerini korumustur bu donemde. Kominternin 3. donem politikalari ise tamamen Rusya’nin cikarlarina hizmet etme hedefiyle dizayn edilmis, batidan umidi kesen Stalin’in Almanya ile gecici ittifakinin araci olmustur. Hala Trocki’nin Rusya savunusunun mazereti olan “cepheciligi” devam ettiren, ehveni serci trockistlerin bunlari asla goz onunde bulundurmayacagina eminim.
Birbiri ardına, birbiriyle çelişen şeyler söylüyorsun ve bunun farkında bile değilsin. Boşuna değil, size matematik öğretmemiz gerektiğini söylememiz. Yoksa kelimeleri birbiri ardına söyleyince cümleler kurduğunuzu, cümleleri birbiri ardına söyleyince de analiz yaptığınızı zannediyorsunuz.
Bir kere saldırı ve savunmadan ilk bahseden sensin. Sen söyle asıl, sen ne demek istedin?
Şu cümlelerinle devam edelim: “Neyin savunmasi? Demokratik cumhuriyetin mi? Taktiklerden daha onemli olan sey, evreler ve donemlerdir ve taktikleri bunlar belirler. Eger kapitalizmin emperyalist asamasindaysan sorun sosyalizm veya barbarlik diye konmustur ve burjuva guclerle ittifak degil, butun kapitalist duzenin ve devletin kosulsuz yikimidir hedef – en azindan komunistler icin.”
Bu cümle, Thaelmann’ın sözlerinin yankısı. Bu sözler üçüncü dönemciliği anlatıyor. “Artık savunma zamanı değil saldırı zamanı” diyerek yapılan her türlü saçmalık bu cümlelerle desteklenmiş durumda. Sen bir üçüncü dönemcisin. Bunu farketmiyorsun bile. Ve söyleyebildiğin şey, (şu şehitler demagojisini geçiyorum) Stalin’in bunu SSCB’nin çıkarı için yaptığı, ama Sol Komünistlerin bunu ilkesel amaçlarla yaptıkları. Bu sebeple ayrı ha? Yani KPD, SPD ile ittifakı SSCB için değil, ilkesel olarak reddetseydi belki başka sonuç alınabilirdi ha? Ya da belki de, o noktada değil, ondan önce sol komünist politkalar uygulansaydı sonuç böyle olmazdı diyorsundur? O politkalar 1926-27’den beri uygulanan politkalar. KPD’nin işçi sınıfından tecrit olmasını sağlayan politkalar. Açıklayacağım meraklanma. Şu SSCB’nin çıkarına da döneceğim birazdan.
Tekrar ediyorum, üçüncü dönemciliği, yani Stalinizmin Almanya proleteryanın Hitler karşısındaki yenilgisine neden olan politikaları belirleyen fikir, şu ifade ettiğin fikirdir. Ama bu “çirkin iddia” oluveriyor. Neden? Sen kendini haşa stalinist görmediğin için mi? Bal gibi de stalinizmin ilk dönem anlayışları bunlar. İster SK ister SSK densin.
Mantık der ki, bu noktadan sonra bunun aksini iddia ediyorsan, KAPD ile KPD arasında Sosyal Demokratlara bakış konusunda fark göstermelisin ve yetmez, aynı zamanda SPD’nin olayın kilidi olmadığını iddia etmelisin, yoksa SSCB’nin çıkarı için de olsa, ilkesel nedenlerle de olsa sonuç değişmezdi. Ki bu ikincisi zaten Hitler Münih’te darbe yapmaya kalktığında iktidarı çoktan almıştı demektir. Yani gerçekten iktidarı almadan yaklaşık 10 yıl önce. Beer Hall’da! Sarhoş kafayla. Seni tanıdığım kadarıyla bunu iddia edemeyeceğine göre, ilk noktaya geri döndük, bari onu göster. Senin sözlerinle KPD’nin 1933’de Reichstag yangınına kadar SPD konusundaki sözleri arasında fark nedir? Bu noktada fark yoksa, Hitler’i SPD ile ittifak yapmadan yenmenin yolu neydi? Hadi anlat.
Tek tek söylediklerinden gidersem…
1) Nazizmin ne olduğunu bugün bile anlamamışsın. Nazizm işçi sınıfı partilerinin, örgütlerinin, en küçük kazanımlarının tamamen yok edilmesi, işçilerin tamamen atomize edilmesi, bunun için toplumun tüm artık sınıflarının kullanılması, bu bittikten sonra azınlıklara karşı sonu gelmez bir terör dönemi anlamına geliyor. 1930’larda bunun görülmemesi normaldi. Zaten bunu öngören bir iki kişi vardı. Ama koskocaman 2. Dünya Savaşı üstümüzden geçmişken, hala Nazizmi Rus otokrasisiyle, Alman militarizmiyle eş tutmak kadar en hafif tabirle mantıksız çok az fikir var. Belki İspanyol İç Savaşıyla Türkiye’de 1977-80 arasını eş tutmak anca bu kadar “mantıksız” olabilir.
Sana diyorum ki Kornilov ayaklanması sırasında Bolşevik işçiler, Kerensky’yi destekleyen Menşevik ve Sosyal Devrimci işçilerle birlikte Kornilov’a karşı birlikte savaştılar. Ve Lenin’in ifadesiyle bunun için Kerensky’yi devirmeyi o an için kenara koydular. Eğer bu yanlışsa bunu ispatlarsın. Doğruysa, mantıklı bir insanın yapması gereken, Troçki’nin Alman hükümetini Nazilere karşı desteklediğini göstermektir. Aksi halde bize cebirle yetinmememiz gerektiğini göstermiş olursun. Ama sana söyleyeyim, nerden bunları duydun bilmiyorum ama bu “destek”e ilişkin tek bir kelime bile bulamayacaksın.
2) Şu sizin ona buna etiket yapıştırmanız, komik ama işimize yaramıyor da değil doğrusu. Ben sendikalist felan değilim. IWW da anarkosendikalist felan değil. Sendikalizm yok olmuş bir çıkmaz sokaktır. IWW’da bu tartışmaların esamesi bile yoktur. Biz yalnızca yapacağımız işler için analiz yaparız. Somut durumun somut tahlili diyelim.
Neyse, Sovyetlerin parlamento olması hadisesine gelirsek, burada donmuş kalmış bir fikrin kalıntılarını bulmamak mümkün değil. Sovyetler ilk çıktığında, Paris Komününe benzemedikleri için onu alternatif işçi partisi zanneden Bogdanovgillerdir. Lenin bu düşünceye müdahale etmiştir ve zaten Troçki o sırada Sovyet’in başındadır.
Neyse, şimdi bunun neresi “neredeyse parlamento”? Parlamento işlevi var kuşkusuz. Ve fabrika komiteleriyle birebir bağı olduğu için üretimi de denetliyor. İyi de, böyle olmasının, Çar’a karşı çıkan grevci işçilerin hep birlikte -yani birleşik bir cephe kurarak- kendi kararlarını alabilecekleri bir ortam kurmalarının neresi parlamentoya indirgenmişlik? Bence Sovyetlerin bal gibi de birleşik bir cephe olduğu hiç aklına gelmedi. Onları o kadar geleceğe ait, o kadar kutsal kurumlar olarak gördün ki, şekline takılıp kaldın. Sana şimdiden söyleyeyim, geleceğin Sovyeti Whatsapp gibi bir uygulama bile olabilir. Kızıllar filmindeki sahneler için fazla umutlanma.
3) Sorumu tekrarlayayım. Yukarıda ifade ettiğin fikir, Stalinizmin 3. dönem fikridir. Eğer senin sosyal demokratlar konusundaki fikrinle, 3. dönem anlayışı arasında bir fark varsa, bunu bize göster. Bu fark ne için dizayn edildiğiyle ilgisiz olmalı. Stalin bunu bilmem ne için yaptı, ama biz farklı amaçla yaptık bahanesi, bırak inandırıcılığı hiç mantıklı bir savunma değil. Aynı şeyi yaptın, sen SPD’ye işçileri katletmiş diyerek faşizmle savaşmak isteyen milyonlarca işçinin oy verdiği, destek verdiği bir partiyi direk sildin. Stalinistler de “sosyal faşist” diyerek o partiyi sildi. Ve ittifak felan olmadı. Milyonlarca işçi koyun gibi Hitler zulmünün altına girdi.
Ve tabi ki, bir ölüye ölü demenin neresi çirkin? “Troçki kafasına baltayı yemiş bir ölüdür!” Eee? Ne biçim kutsallarınız var sizin böyle yahu? Kimseyi lekelemeye gerek yok. Ama kimin ne yaptığını incelemenin gereği var. Acımadan…
SSCB’nin çıkarı iddian için çok şey söylenebilir. İspanyol İç Savaşı için söylenebilecek bir açıklamayı, 1933 Almanyasına uyarlıyorsun. Bunu söyleyebilmen için, mesela “Fas’tan İspanya’ya geçen darbecileri durdurabilmek için Deniz Kuvvetlerini kullanarak bir ablukaya girişmek varken, İngiliz ticaret filolarının etkileneceğini düşünüp bunu yapmamak ve Franco’nun birliklerinin İspanya’ya çıkmasına seyirci kalmak” gibi bir olay bulman gerek. Ya da “Mücadelenin faşizme karşı olduğunu, sosyalist bir devrimin amaçlanmadığını iddia edebilmek ve böylelikle Batı’nın hışmını çekmemek için fabrikalara el koyan işçileri silah zoruyla çıkarmak” gibi. Oysa Almanya’da böyle bir durum bulamazsın. Oradaki durum, Hitler’le kapışmak isteyen SPDli işçilerin SPD tarafından engellenmesi, KPD’nin de buna yardımcı olacak şekilde sanki bir ayaklanmanın hemen öncesindeymişlercesine kendi işçilerine esas düşmanı SPD olarak göstermesi”dir. Bu politikalar ise, bildiğimiz sol komünist politikalardır. İster uluslararası çıkarlar için dizayn edilmiş olsun, ister olmasın.
“Takım tutar gibi kendinize etiket bulup, sonra da o etiketin söyleyebileceği şeyleri söylüyorsunuz. Sıfır mantık, sıfır derin düşünce. Kelimeleri yanyana, cümleleri alt alta koymak. İlk cümle ikincisiyle çelişkili olabilir, olsun canım. Önemli olan “Yanıldım” dememek. Bir de okumadığın birisine çok rahatlıkla sığ diyebilecek cürret gerek. Al sana kitleler tarafından desteklenecek solcu lidercikler. Yukarıda bir yerlerde bahsettim. Bu ancak burjuva devrimcilerinde olur. Çalışan sınıfın devrimcileri, yanlışlarını gördüklerinde onları düzeltir. Ego yapmaz.”
Yukarıda sorduğum sorulara mantıklı, kendisiyle çelişmeyen ve gerçeklerle uyumlu cevap ver ve bu ettiğim tırnak içindeki lafları bana yedirt. Beni rezil et. Ama yapamazsan, dön ve fikirlerini sorgula. Sana bir iyilik borcum vardı. Ne olduğu önemli değil. Bu meydan okuma o iyilik borcunun karşılığı varsay. Ya idrakini, aklını kullanmaya başla, ya da ezberlerini tekrarla ve diğerlerine katıl. Seçim senin Mikail.
Önümüzde somut bir sorun var.
“Yav, ne olacak bu memleketin hali?”
Bu sorunun yanıtı bence de Birleşik Muhalefet Hareketi….
***
Biliyoruz, sözcükler hayatı karşılayamaz. Çıplak kanıt ortada…
Nasıl ki Gezi İsyanı öngörülemediyse ve hala anlaşılamadıysa! Sözcüklerin ve bu ülkedeki siyasal “sefilliğin” kanıtı hala “tarih” olmamışken
***
Tarihsel gerçeklikler önümüzü aydınlatabilir; karartabilir de! Önümüzü karartması iki şekilde gerçekleşir; birincisi “yanlış yorumlama” ile… İkincisi fazla önemsenmesi; güncelin üzerinde yoğunlaşmayı önlemesiyle… Geçmiş bir yanıyla tez-antitez ise o “gerçekliklerden” 100 yıl sonra, o gerçekliklerin en az “yarısının” artık bir “kıymet-i harbiyesinin” bulunamayacağı dünyamızda, “sentez” adına daha “yeni” tez-anti tezler üretmemiz gerekiyor ki… yeni bir “sentez” üzerine “üretim” olsun!
Cephe değil; iktidar isteyen bir hareket değil… Birleşik Muhalefet Hareketi….
*
Burada yazılmıştı….
“Gezi bileşenleri olarak; tüm çalışanlar, tüm mülksüzler, sigortadan alacakları emekli maaşı ile yaşayacak olanlar ve bu maaşı da alamayacak olanlar, tüm işsizler, özgür, neşeli bir ülkede yaşamak isteyen tüm gençler, taşeron sistemin ucuz işçileri olacak üniversiteli delikanlılar, Neo-Liberal kapitalizmin önünde sonunda tüm ülkeyi vahşi bir orman hayatına döndüreceğini anlayanlar, Din ticareti yapan Dincilerden olmayan dindarlar, anadilde eğitimi “kutsal” hak görenler, emeğe ve kutsallara saygı duyanlar, kadın ve çocuk şiddeti-istismarına öfke duyanlar… Bir ORTAK MUHALEFET ÇATISI altında, BİRLİKTE MUHALEFET neşesiyle Devrimi mümkün kılacak “kültürel bir Devrim” için yola çıkılması gerekiyor.
Cephe değil!
Cephe “zamanında ve gerektiğinde” saldırma, iktidar amacıyla da kullanılabilir; oysa bu yapı yalnızca bir “savunma tahkimatı” içindir! Her bireyin varsa, ait olduğu siyasi yapısının-örgütünün ‘iktidar’ mücadelesi ile bu yapıdaki varlığı, iktidar oluncaya dek çelişmeyecektir!
Bizi-kendimizi iktidarın kötülüklerinden korumak için; salt savunma amaçlı bir ORTAK MUHALEFET!
Read more: http://www.gunzileli.com/2014/09/10/o-gurselgezi-ve-sol-muhalefet-uzerine-dusunmek-2/#ixzz3HYUvzde1”
*
Şu lanet olası egolarımızın, kişisel siyasal “ikbal” beklentilerimizin dahil olmayacağı, kirletmeyeceği bir Ortak Muhalefet üzerine daha çok tartışmamız gerekir.
“Babalarımızı” gömeriz; bize kalan anılar! İnsan karıştırabilir; bize kalan işlevsel “anılar” yerine “çürüyen cesetle” mi daha çok uğraşıyoruz?
Son tartışmalar bana bunu düşündürdü…
Dilerim ki, kusur “düşünene” ait olsun….
Gün Zileli’nin ya da sizin iyimserliğinize katılmıyorum. Altı dolu olmayan hiç bir hareket işin yönünü değiştiremez. Altının dolu olması, karşı tarafı pes ettirecek, en azından masaya oturtacak güçle mümkündür. Ki bu da Batı için ancak çalışan sınıf hareketinin gücüdür. Ancak bu sağlandıktan sonra, ya da en azından bunun sağlanma şartları ortaya çıktığında bir muhalefet cephesi -ya da ortak muhalefet- anlamlıdır. Yoksa “baharda sular çitleri yıkar, o halde çitleri yıkalım, belki sel gelir” düşüncesinden farkı kalmaz.
Üstelik bunun diğer ortaklıklara, birleşik partilere, cephelere, ittifaklara benzememesi için katılımcıların, bileşenlerin, atomlarının dikkatini çekecek, bütün düşünüş şekillerini ortaklaştıracak bir ana “hakikat olayı” gerekiyor. Bu gerçeğin birleşik hareketin niteliğiyle ilgisi yok. Dolayısıyla ÖDP’nin başına gelen rahatlıkla örnek alınabilir. KÇSK-KESK süreci varken ÖDP hep “ilerledi”. KESK ne zaman çökmeye başladı, ÖDP ana ilkeyi, “doxa”sını kaybetmeye başladı ve paramparça oldu. Gezi eğer daha uzun sürseydi, şu anda önümüzde olsaydı, bu gerçekleşebilirdi. Ama artık yok. RIP.
Geriye, o “doxa”nın, o ana ilkenin irade gücüyle yaratılması kalıyor. Bu da çalışan hareketinin tutuşturulması görevini önümüze koyuyor. Başka hiç bir güç, o doxayı yaratamaz. Başka hiç bir şey o ortaklaşmayı veremez. Negatif anlamda belki Kürtleri hedef alan bir faşist dalga bu işlevi yerine getirebilir. Shiva korusun.
O sebeple birleşik hareketler yaratıp, etrafımıza insanların birikeceğini düşünmektense -bunun burjuva devrimci bir anlayış olduğunu unutmadan-, o insanları yaratmak, AKP’lileri kazanmak, sınıf hareketini tutuşturmak zorundayız. Eğer kendiliğinden patlarsa, ne kadar ateşli ve militan olursa olsun hareketin gerici bir ortamdan çıktığını unutmadan, buna uyum sağlarız. Ama şimdi görev hala sınıf hareketinin patlatılması için çabalamak. Muhalefeti yanyana getirerek değil, muhalif insanları donatıp, alanlarda mücadeleye başlamalarına yol açarak.
Ki bu da “yanyana” getirmek değil, anlayış değişikliği, davranış değişikliği, tüm politika yapış tarzının değiştirilmesi demek. Ama zaten değişmesi gereken tam da “Birleşirsek güçlüyüz!” fikri değil mi? Mustafa Kemal’den çok önce territoryal savunma denen bir taktik vardı. Ama onun cümleleriyle daha güzel betimlenmiş olay: Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır. Birleşik cepheleri unutun, bize toplumun dokusuna dalacak, orada belki hiç bir ideolojik beslenme olmadan yıllarca var olacak ama orada inatla ve dirençle savaşacak, tek tek hatlar kuracak binlerce militan devrimci gerekli. “Ortam solcuları”ndan mütevellit solcu ortamlar değil.
Elbette…
Çalışan sınıflar hem ideoloji, hem de fiziksel olarak lokomotif olmak zorundadır.
Bu saptamanız çok önemli…”Muhalefeti yanyana getirerek değil, muhalif insanları donatıp, alanlarda mücadeleye başlamalarına yol açarak….”
Sanırım son 10 yılın giderek gerileyen muhalif “şeflikler” dönemi, bugün bu yöntemi zorunlu hale getiriyor…
***
Diğer yandan bu yapı içinde “birleşmeyi” sağlayacak en önemli “ideoloji”, iktidarı doğrudan ele geçirmeyi değil, “hareketin” çalışanların iktidardan, ekonomik hakları ve toplumsal özgürlüklerini “kopartma” üzerine kurgulanması olabilir.
Ancak böylece çalışan sınıf insanlarının “kişisel” dinsel, siyasal, etnik farklılıkları bu yapı içinde “önemsizleşecektir.” Gerçek sınıf çıkarları giderek kendini daha çok baskın hale getirecektir…
Bu “işin” kolay olduğunu kimse düşünmez ama Sosyalizm’e, Anarşizm’e ait “derin sorunlar” varlığında bu yöntemin çalışan sınıflar adına yakın ve orta vade için “en uygun yöntem” görünmekte… Kaldı ki süreç içinde bu “birlik” siyasal ve toplumsal okul işlevi de görecektir…
Denemeye, uğrunda çaba harcamaya değer sanırım…
Bu işin “teorik” tarafı oturtulursa, pratiği de nasıl yapacağımız konuşulmaya başlanabilir…
(Kuşkusuz ki şeflik ve hiyerarşi içermeyen yapılar olacaktır!)