Anti Emperyalizm Meselesi (Sadık Varer)
Ulusalcı, İslamcı ve faşist siyaset, uzunca bir süredir anti emperyalizm kavramını ‘sahiplenmiş’ bulunuyor.
Siyasal sahtekarlığın sınırı yok; anti emperyalizm bahsinde, ulusalcı ve faşist siyaset erbabı ile patırtılı bir yarış içine giren İslamcılar, yaklaşık bir asır boyunca emperyalizme karşı mücadelenin merkezinde yer almış sol güçleri de baypas ederek, Türkiye’de ve dünyada “tek anti emperyalist damar”ın kendileri olduğunu iddia ediyorlar.
Bu konuda, anti emperyalist siyaseti merkeze alarak güç biriktirmeyi kafasına koymuş sol’un bir kesimince İslamcılara ‘mütevazı bir katkı’ yapıldığı gerçeğini de görmek lazım. Yakın geçmişte, Arap coğrafyasında emperyalist işgale karşı sürdürülen direnişin içinde yer alan şeriatçı örgütler, kimi sol çevreler tarafından, “ittifak (bile) yapılabilir, anti emperyalist teşkilatlardan” sayılarak, selamlandılar!
Gerçekte, emperyalizm karşıtlığını test etmek, son derece basit, bağıntılı iki soruluk bir iştir; “emperyalizm nedir?” ve ” emperyalizmin neyine karşısınız?.”
Kapitalizm öncesi emperyalizmi geçelim; Osmanlı yayılmacılığı ile ya da Büyük İskender’in işgal ve talan ‘maceraları’ ile ilişkilendirilen emperyalizm ‘tarifleri’ konu dışıdır. Günümüzde, yalnızca sol için değil, liberal iktisatçılar için de tartışmaya değer görülmeyen şey, kapitalizmle ilişkilendirilmeyen emperyalizm tanımıdır. Sözü edilen emperyalizm, yirminci yüz yılın başında ‘tanıştığımız’ kapitalist emperyalizmdir.
Emperyalizm, merkantilist dönemden başlayarak belirli aşamalardan geçmiş kapitalizmin, tekellerin ve finans kapitalin mutlak egemenliğiyle karakterize olan bir aşamasıdır. Lenin buna “kapitalizmin en yüksek aşaması” diyordu.
Anti emperyalist siyaset erbabının kabul etmek zorunda olduğu gerçek budur: emperyalizm, kapitalizmin ta kendisidir!.
Buradan hareketle, emperyalizme karşı olanın, kaçınılmaz olarak kapitalizme de karşı olduğu düşünülür. Ne var ki, bu güne değin, kapitalizme karşı bir İslamcıya, bir ulusalcıya veya bir faşiste rastlanmamıştır. Bunların emperyalizm karşıtlığı, emperyalist politikaların şekline – şemaline ayarlıdır.
Emperyalizmin değer aktarımı mekanizmaları işgal politikası üzerine kurulmuşsa, tankıyla, topuyla, askeriyle ortada duran işgalci emperyalist devletlere karşı tepkiler kaçınılmaz olarak çeşitlenmeye başlar. Emperyalist işgale karşı, sol güçlerle birlikte işgal mağduru burjuvazinin bir kesimi ile ulusal gururu kırılmış halk da savaşa çıkabilir.. Emperyalizmin Irak işgali örnek olsun; Irak’ta işbirlikçi küçük bir grup hariç, işgal mağduru ‘ulusal’ kesimler ve İslamcılar, emperyalist işgale karşı savaşıyorlar.
Peki ama bu güçler, işgal sonrası Irak’ta emperyalist – kapitalist ilişkilerin dışına çıkıp farklı bir düzen mi kuracaklar?.. Hayır; işgal öncesinde olduğu gibi, işgal sonrasında da aynı emperyalist haydutlarla, uluslararası sermaye ile sömürü ve talan ortaklığı yapacaklar, şimdilerde biriktirdikleri gücü de bu amaç için kullanacaklar.
Yine de emperyalist işgal koşullarında siyasetin merkezinde yer alan ‘emperyalizm karşıtlığı’nın anlaşılır bir yanı vardır. Ama öyle görünüyor ki, işgalin yaşanmadığı ve fakat emperyalizmin yeni yöntemlerle iktisadi hayatın bütününü kontrol ettiği ülkelerdeki anti emperyalizm meselesi, ‘anlaşılmaya’ muhtaçtır.
Emperyalizm, yüksek maliyetli ve o ölçüde ‘sorunlu’ askeri operasyonlarla yürütülen klasik sömürgecilik yöntemini terk edeli çok oldu. Emperyalizm, Türkiye benzeri ülkelerde, verili kapitalizme içerili, içsel bir olgudur. İktisadi ve siyasi hayat, küresel sermayenin iradesine tabii kılınmıştır. Özgünlüğüyle ayrıca değerlendirilebilecek Irak gibi bazı istisnalar hariç, genel olarak, pazar ülkedeki sömürüyü ve talanı gerçekleştiren emperyalizmin varlığını ortalama bir yurttaşın ‘görmesi’ mümkün değildir artık.
Ulusal sermaye ile yabancı sermaye ayrımı yapmaya çalışmanın beyhude bir ‘zihinsel çaba’ haline geldiği günümüz dünyasında, küresel düzeyde işlevsel emperyalist sermaye, örneğin memleketin en ücra köşesinde yaşayan bir köylünün yıllarca didinip biriktirmeyi başardığı üç beş kuruşu bile anında ‘eritebilecek’ denli etkin ama gözle görünemez bir biçimde hayatımızın içindedir. Ve ne kadar çok anti emperyalist siyaset yaparsanız yapın, o köylü ya da işçi, mücadele edeceği varsayılan emperyalist güçleri görememektedir. Görünen tek şey, uluslararası sermaye ile kurduğu gönüllü işbirliğini hiçbir biçimde gizleme gereği duymayan, tersine bu durumla böbürlenen ‘ulusal’ sermaye taifesinin bildik düzeni, kapitalizmdir.
Kavramların, zamanı, mekanı ve değişimi gözetmeksizin, gelişigüzel kullanılması, çoğu kez umulanın dışında, hesapta olmayan siyasi sonuçların ortaya çıkmasına neden olur. Samimiyetinden kuşku duyulmaması gereken anti emperyalist sol güçlerin, zamanı, mekanı ve değişimi hesaba katmadan geleneksel bir siyasal refleks düzeyinde ifade ettikleri emperyalizm karşıtlığı, sosyalist gelecek açısından, umulanın dışında, pek de ‘hayırlı’ sayılamayacak sonuçları ortaya çıkartır; anti emperyalist merkezli siyaset yaparken kapitalizm karşıtlığını önemsizleştirmek gibi, ulusalcılığın yeniden ve yeniden üretilmesine dolaylı ‘katkı sunmak’ gibi ya da sermayeyi kutsal sayan İslamcıların ‘anti emperyalizm’ sahtekarlığına şapka çıkarmak gibi…
Anti emperyalizm meselesinde turnusol, kapitalizm karşıtlığıdır. Emperyalizme karşı iseniz, kapitalizme de karşı olmalısınız. Ya da pratik karşılığı olmayan uyduruk bir emperyalizm ‘teorisi’ kurup, o ‘emperyalizmi’ siyasi hedef haline getirmeyi başarmalısınız!..
Anti kapitalist mücadele, kaçınılmaz olarak anti emperyalist mücadeleyi de içerir ve hiçbir biçimde emperyalizm karşıtlığını gölgelemez, fakat anti kapitalist mücadeleyi merkeze almayan anti emperyalist siyaset, kapitalizm karşıtlığını gölgeleyip silikleştirebilir.
Sadık Varer