Ömer Faruk Ciravoğlu / YABA Dergisi ve Bizim Aydın Doğan
12 Eylül sonrası UFUKLAR dergimizi sıkıyönetim kapatmış, yeni dergi çıkarmamız izne tabi olduğundan olanaksız hale gelmişti. Yayınını sürdürenlere bir şey diyemiyorlardı. Bu nedenle yayınını sürdüren bir organ bulunabilir miydi?
Ankara’da arkadaşımız Aydın Doğan, YABA adında bir edebiyat dergisine hayat vermeye devam ediyordu. Bu dergide görüşlerimizi yayınlayabilir miydik?
Gün Zileli, Aydın Doğan’la görüşmemi ve YABA’yda yazmamıza olanak verip veremeyeceğini sormamı istedi. Büyük bir hevesle Ankara’ya gittim ve Aydın Doğan’la görüştüm. Adını tabii ki biliyordum. Ama bu ilk karşılaşmamızdı. Birbirimize hemen ısındık. Severek isteğimize onay verdi.
Birkaç ricası vardı. Özellikle kapak formatını değiştirmememizi istedi. Ayrıca Dergide yer alan KALIT köşesini muhafaza etmemizi talep etti. Belki şimdi anımsayamadığım birkaç küçük nokta daha vardı…
Bu dönemi, Gün Zileli anılarını yazdığı SAPAK’ta şöyle anlatıyor:
“Dergiyi yasal planda çıkartmamızın önünde önemli engeller vardı. Çünkü cunta yönetimi yeni dergilerin başvuruları konusunda önemli zorluklar getirmişti. Bu durumda en akılcı yol, halihazırda çıkış izni almış bir dergide yazmak ya da böyle bir dergiyi satın almaktı. O sırada Ankara’da, Yaba adlı küçük bir edebiyat dergisi çıkmaktaydı. Ömer Faruk, dergiyi çıkaranlarla temas kurmuş, derginin belli sayfalarında teorik yazılarımızın yayımlanması için anlaşmaya varmıştı. Yaba‘nın1983 yılı sonbaharında çıkan birkaç sayısında bazı yazılarımız yayımlandı. Hatta ben böyle bir edebiyat dergisinde yazıyor olmamızdan cesaretlenip, eski öykücülük günlerimi hatırlayarak bir öykü bile yazdım, bu öykü Yaba‘da başka bir isimle yayımlandı. Ne var ki, Yaba‘nın sınırlı bir edebiyat çevresine hitap ediyor olması, bizi kısıtlıyordu, uzun teorik yazılarımızı burada yayımlayamazdık. Kısacası, “sivil toplum”culuğa karşı ilân edeceğimiz “savaş” için elverişli değildi bu küçük dergi.” (Sapak, s.16)
YABA’yı birkaç sayı çıkardık. Ben koordinatör görevi üstlenmiştim.
Sözümüze sadık kalmanın bir göstergesi olarak KALIT sayfasına, ilk yazıyı da ben yazmışım.
Fakir Baykurt ve Fikret Otyam’ın bana yazdıkları anılarından hareketle, bir Cemal Gürsel güzellemesi yapmışım.
O günkü anlayışlarımıza uygun olarak belki. Henüz her türlü darbe kötüdür fikrinde değildik anlaşılan.
Kapak konusunda kırdığım bir cevizi de anlatmalıyım. Ressam Kasım Koçak’ın bir resmini ondan izin alarak kapağa koydum. Ancak kapak formatına uygun hale getirmek için sağından solundan çekiştirince Kasım’dan şiddetli bir protesto işittim. Haklıydı, geç de olsa anlamıştım. Diyecek bir şey yoktu.
O günlerde Cağaloğlu’nda karşılaştığım ve sevdiğim eski arkadaşım Lütfü Tınç, “madem böyle işlerle uğraşıyorsun, dikkat et, tekniğe düzülme” demez mi? Bir hafta önce neredeydin, diyemedim.
Ben, Kasım Koçak’tan zılgıtı çoktan yemiştim.