Okuyan’ı Anlamak (III)
Bu yazı dizimizin bir pehlivan tefrikasına dönüşmemesi için geriye kalan konuları toparlayıp yazıyı bitirmek niyetindeyim.
Şiddet
Bugün de bazı sevimsiz mevzuların üzerinde durmak zorundayım.
Bizim gençliğimizde, 1960’ların sonlarında Dev-Genç çevrelerinde bir “devrimci şiddet” lafı moda olmuştu. Bu laf herkesin ağzındaydı ama kimse bunun ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordu. Bu, bazen “silahlı mücadele”, bazen “küçük burjuvaziyi döverek adam etme”, bazen de aynı fikirde olmadığı arkadaşının kafasına sopayı indirip “aklını başına getirme” olarak anlaşılıyordu.
Görüyorum ki, aradan geçen uzun yıllar, dayakla değil ama toplumsal tecrübelerle bile bazılarının aklını başına getirmemiş. Kısaca söyleyecek olursam, Okuyan’ın kitabı tam bir şiddet savunuculuğudur. Hayır, yanlış anlamayın, iktidarın alınması için “silahlı mücadele” gibi sert solcu tavırlardan söz etmiyorum. Kemal Okuyan bunun kenarından bile geçmemektedir ama Stalin’in devletinin ayakta tutulması için uygulanan her türlü şiddete koşulsuz taraftardır. Hepsini, neredeyse o günkü Bolşeviklerden bile daha acımasız bir şekilde savunmaktadır.
“Aklını Başına Getirin!”
Geçerken söylüyormuş gibi yapıp aradan laf sokuşturmanın ustası olan Okuyan, Brest-Litovsk barışını devrime ihanet olarak görüp, kısa süre önce aynı hükümette görev aldıkları Lenin iktidarına karşı başkaldıran Sol SR’lerle ilgili olarak “geçerken” şöyle deyivermektedir:
“SR’ları, onların aklını başına getiren Çeka’yı bir kenara koyalım ve Sovyet diplomasisine dönelim.” (s. 113)
Eh ne de olsa diplomasi, Okuyan’ın alanıdır. Bu yüzden SR’lerin kanının akıtılması gibi kirli işleri erbabına bırakıp geçmekten yanadır. “Diplomatımız” böyle mide bulandırıcı şeylere bulaşmak istememektedir ama Çeka’nın, bazılarının “aklını başına” getirmek için ne gibi yöntemler kullandığını çok iyi bilmekte, bunları onaylamaktadır. Sofrasındaki leziz et yemeklerini mideye indirmekten haz alan beyefendiler asla mezbahanın uzağından bile geçmez!
Şu “aklını başına getirmek” bana o kadar çok şey anlattı ki. Bu, polis mahzenlerinde defalarca rastladığımız bir profesyonel polis deyişidir. Karşısına getirilen devrimci “konuşmamakta” direniyor mudur? Amir bey, işkencecilerine emreder: “Aklını başına getiriverin” ya da “hafızasını toparlamasına yardımcı oluverin.”
Çeka, Sol SR’lerin “aklını başına getir”miş! Bu işlemin yöntemleri konusunda Okuyan hepimizden daha fazla bilgi sahibi tabii ki: en ağırından başlayacak olursak, işkence, kurşuna dizme, bastırma, sindirme, korkutma, ağzını tıkama, tehdit etme, kovalama, şantaj yapma, yasaklama vb. vb.
Sayın “diplomatımız” iktidara gelirse bizlerin de nasıl “aklımızın başımıza getirileceği” belli değil mi!
Ama şiddet savunusunun sonu yok. İktidar için her şey mubah. Sırf Çar’ın oğlu olduğu için boğazlanan on iki yaşındaki hemofili hastası çocuklar da dahil buna.
“Adaletsizlik, zulüm ve zorbalığın simgesi Çar’ın hayatına 17 Temmuz 1918’de son verirken Bolşevikler intikam duygusuyla değil, bu simgenin emperyalistler tarafından devrime karşı kullanılmasını engellemek kaygısıyla hareket etmişlerdi. Haklılardı, ölüsü bile dert çıkarıyordu.” (s. 22-23)
Önce Okuyan’ın malum yazım hilelerine değineyim. Birincisi, “devrime karşı” kullanılması değil, kendi iktidarlarına karşı kullanılması. Kısacası, Bolşevik iktidar ile devrim ne özdeş, ne de aynı şey. Hatta bence bu ikisi birbirine karşı ama şimdi bu tartışmaya girmeyelim.
İkincisi, Bolşevikler yalnızca Çar II. Nikola’yı değil, Çariçe Alexandra’yı, kızları Olga, Tatyana, Marie, Anastasya ve on iki yaşındaki hasta oğlu Alexis’i de, mahpus tutuldukları evin bodrumuna indirerek topluca kurşuna dizmişlerdir. Okuyan’ın bu toplu cinayetleri sadece Çar’ın öldürülmesi olarak gösterme hilesi bir yana, bu canilik hiçbir gerekçeyle savunulamaz. Efendim, hayatta bırakılsaymışlar iktidara rakip olurlarmış. Doğru ya, Fatih Sultan Mehmet de daha beşikteki kardeşlerini aynı gerekçeyle boğdurmuş, hata bunu Osmanlı hanedanlığının geleneği haline getirmemiş miydi? Ne farkı var! Hatta daha bile korkunç. O beşikteki bebekler daha ne olup bittiğinin farkında bile olamadan boğdurulmuştu. Çar’ın çocukları ise her şeyi algılayabilecek yaştaydılar. Okuyan böylesi büyük bir caniliği bile savunacak ya da daha kötüsü kısmen gizlemeye çalışacak kadar iktidar hırsıyla gözü dönmüş biridir.
Ayrıca ben Çarlık diktatörlüğünün Bolşevik diktatörlüğünün yanında çok daha yumuşak kaldığı kanısındayım. Evet, Çarlık rejiminin zulüm ve zorbalığın simgesi olduğu doğrudur ama bu rejim, bırakın devrimcileri aileleriyle birlikte katletmeyi, genellikle onları sürgüne göndermekle yetinmiştir. Çok sayıda devrimci ve Bolşevik bu rejim altında sürgünlerden kaçarak yeniden mücadeleye katılma olanağı bulabilmiştir, Stalin de bunlardan biridir. Ayrıca Çarlık rejimi baskıcı falandı ama basını sadece sansürledi, yani Bolşeviklerinki de dahil olmak üzere basın organlarını sürekli kapatmadı; Duma’da Bolşeviklerin her zaman temsilcileri ve grupları var oldu.
“Haklılardı, ölüsü bile dert” çıkarıyordu demiş Okuyan. Bakın burada haklı. Ne Bolşevikler ne de başkaları aradan yüz yıl geçtikten sonra dahi Çar ve ailesinin hunharca katledilmesine ikna edici bir açıklama getirebilmişlerdir. Okuyan ise daha kurnazca davranıp ölü çocukların cesetleri üstünden atlamayı görmüştür tek çare olarak.
Hizip Yasağı ve 21 Koşul
Kraldan fazla kralcı Okuyan, mesele parti içi uygulamalara gelince Berlin-Varşova-Ankara hattında seyreden diplomat tavrını bir anda bırakıp yalın kılıç bir parti bürokratına dönüşmektedir. Bu bağlamda elbette Komintern’e üye olmak için Lenin’in koyduğu “21 Şartı” ve 1921 yılındaki 10. Parti Kongresi’nde konan hizip yasağını da kayıtsız şartsız savunmaktadır.
“Komünist Enternasyonel’e Katılmanın 21 Koşulu çok özel ve köşeli bir metindir. Her şeyden önce devrime önderlik edecek bir partinin nasıl bir parti olması gerektiğini en anlaşılır şekilde ifade etmektedir: Reformizmden, parlamenter sapkınlıklardan mutlak kopuş. Ayrıca III. Enternasyonal’in ve Sovyet Rusya’nın kısa sürede sağladığı prestije doğru yönelenlere “hooop, komünistim demek komünist olmaya yetmez” diyen temel bir belge.” (s. 130)
“… 21 Koşul ‘siz nasıl bir örgüte üye olduğunuzun farkında mısınız’ uyarısıydı bir bakıma.” (s. 132)
Şu kibre bakın! İnsanın burnunun direği kırılıyor! Bana soracak olursanız, o gün 21 koşulu destekleyenler, Lenin, Troçki ve Stalin bile Okuyan’ın şu kibrinin boyutlarına yetişemezler.
“Devrime önderlik edecek bir parti” tariflerle, koşullarla mı yapar bu “önderliği”? Bolşevik partisi 1917 yılında bu tür yönergelere sahip miydi? Daha 1917 Nisan’ında bile, Lenin Petersburg’a gelinceye kadar bu parti Menşeviklerin ılımlı çizgisine benzer bir çizgi izlemiyor muydu? Eh o zaman nedir bu aciliyet ve bu ketumiyet.
Üstelik dünyanın devrimci olsun olmasın hiçbir örgütü kendisinin kapısını çalanlara karşı böyle bir tutum takınmaz. Onlara şartlar ileri sürmez. 1917 Ekim’i dünyada muazzam bir ilüzyona yol açmıştı. O kadar ki, ta Amerika’daki Emma Goldman ve Aleksander Berkman gibi deneyimli anarşistler bile Sovyetler Birliği hayranlığıyla kendilerini bu ülkeye atmışlardı. Bir iki yıl sonra kendilerini Sovyetler Birliği’nden zor attılar o başka.
Bütün dünya sosyal demokrat partilerinde büyük bir erozyon başlamıştı. Eğer Lenin 21 Şartla bu partilerde oluşan büyük akışın önünü kesmeseydi II. Enternasyonal’in işi bitmişti. Kısacası, II. Enternasyonal’in ayakta kalmasını sağlayan Lenin’in Komintern’in kapısını kalaslarla tahkim eden bu sekter tutumu olmuştur.
Peki Lenin neden yapmıştır bunu? Hiç de sanıldığı gibi “Bolşevik pürlüğü” savunmak için değil. Lenin, nasıl 1917 Ekim’i öncesinde bütün Sovyet partilerinin ittifakını sabote etmiş ve Bolşeviklerin tek başına iktidarını sağlamışsa, aynı şekilde, kapıdan kovulan sosyalist partilerin bacadan girmesini önlemek üzere sosyalist partiler arası birliği bir kere daha sabote etmek gereğini duymuştur. Çünkü böyle yapmasaydı, Bolşeviklerin Komintern üzerindeki tekelini muhafaza etmesi zor olacaktı. Aynı, 1917 Sovyet’inde bütün Sovyet partilerinin ortak iktidarı kurulduğunda Bolşevik tekelin kurulmasının zor olacağı gibi. Kısacası, Lenin’in 21 Şartı, “müthiş bir parti” çağrısı değil, hem Sovyetler Birliği içinde hem de dışında Bolşevik tekelini korumaktı.
Son olarak, Okuyan, hizip yasağını savunurken, “şecaat arz ederken merdi Kıpti sirkatin söyler” sözünde ifadesini bulan bir tutumla, parti içinde farklı görüşlerin kendini ifade etmesini “”her kafadan bir ses çıkması” (s. 108) olarak tanımlamaktadır.
Artık bu kadarına da bir şey demeyelim!
Son Birkaç Nokta
Yazıyı bitirebilmek için bundan sonrasını kısa kısa geçmek zorundayım. Kitabın Ankara bölümünde okurun karşısına yeniden diplomat kılığıyla çıkan Okuyan, Sovyet yöneticilerinin Mustafa Kemal’in otoriter tavrını hiç de “dert” etmediklerini söyleyerek bu tavrı onaylıyor (s. 267). Nasıl dert etsinler ki! Kendileri totaliter olanlar otoriter olanlara elbette tek laf edemezler. Zaten Okuyan da, hem totaliterleri hem de otoriterleri pek sevmektedir. Ankara yönetimine karşı hayırhah tutumunun ve Mustafa Suphi’yi kimlerin öldürdüğü baklasını bir türlü ağzından çıkaramamasının nedeni de sanırım bu.
Diplomatımız, mesleği icabı ülkelerin içlerindeki yerleştirme ve istihdam politikalarından pek iyi anlamaktadır.
“Sovyet iktidarının ülkenin doğusunda çareyi proletaryanın maddi varlığını güçlendirmekte gördüğünü biliyoruz… parti… Rus işçilerinin bu bölgeye (Kafkas bölgeleri kastediliyor, G.Z.) transferini özendirerek ‘milliyetçi’ direnci kırmaya çalışıyordu.” (s. 271)
Oysa Rus köylülerin ve işçilerini Kafkasya’daki Türki vb. bölgelere yerleştirmek, adaletsizlik, zulüm ve zorbalığın simgesi Çarlığın kadim kolonyalist geleneğinin uygulamalarıydı. Sovyetler Birliği işçileri o bölgelere yerleştirirken bu kolonyalist geleneği devralmıştır. Çar’ı ve ailesini öldürmek kolaydır da Çarlığın kolonyalist politikalarını öldürmek o kadar kolay değildir. Bırakın öldürmeyi aynen devralmışlardır.
Son bir nokta. Okuyan, kitabında hiç yeri yokken Wallerstein’e de bir çelme atmış. Wallerstein, yalnızca iki büyük devrim tanıyormuş; biri 1848, diğeri 1968 devrimiymiş. Okuyan bu sözlerden hareketle araya yine bir şey sokuşturmuş:
“1968 toplumsal hareketlerden komünizmi eksiltme girişimiydi.” (s. 56)
Dayanamamış, 1968’e düşmanlığını bir cümlede açığa vuruvermiş.
Wallersten’in 1917’yi atlayarak neden böyle bir değerlendirme yaptığını bilmiyorum. Bence 1917’yi atlaması büyük hata. Bence 1917 Devrimi (ama Ekim değil, Şubat-Ekim’i kapsayan dönem) dünya devrimlerinin en büyüğüdür.
1968’in “komünizmi eksiltme girişimi”ne gelince! Saçma! 1968, Lenin’e, Troçki’ye, Mao’ya ve komünizme hak etmedikleri bir yer vermesi açısından eleştirilebilir belki ama “komünizmi eksiltmekle” asla eleştirilemez. Ama 68 hareketinin Stalin’e hiç mi hiç itibar etmediği doğrudur. Anti-bürokratik karakteri dolayısıyla bundan daha doğal bir şey olamazdı. Ama Okuyan’ın alındığı da bu zaten. Onun kafasında komünizmle Stalinizm özdeştir.
Gün Zileli
29 Eylül 2019
Hakkında yazmaya değmeyecek bir kitap/yazar.
Çok güzel bir yazı olmuş. Diğer iki bölümle birlikte iyi olmuş. Kemal Okuyan ve arkadaşlarının bu despotik, otoriter yüzünü çok iyi göstermişsiniz.
Ancak Mustafa Suphi’leri kemalist güçlerin öldürtdüğü görüşü, yeni belgelerin ışığında artık çürümüş durumda. Şu yazıya göz atabilirsiniz:
https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1190077-mustafa-suphiyi-kim-oldurttu
Bardakçı’nın yazısını okudum ama cinayeti aydınlatacak bir belge sunuyor değil. Söylediği, bu cinayetin ne Enver ne de Kemal tarafından işletildiği. Yani onunki de sonuç olarak bir yorum. Zaten ben cinayetin doğrudan M. Kemal tarafından yapıldığını söylemiyorum. Bu tür işlerde daha çok kurumlar araya girer. Ben cunayetin bugünkü MİT, o zamanki Mah tarafından örgütlendiği kanısındayım. Bütün belirtiler, o kışkırtıcı gösteriler falan bunun MAH tarafından örgütlendiğini gösteriyor. Son boğma olayı da işi kim vurduya getirmek üzere düzenlenmiş bir mizansendir. O kısmında sanki devlet doğrudan işin içinde değildir de Yahya Kaptan ve çetesi bunu yapmıştır. Yahya Kaptan fason iş yapan bir katildir. MAH neden doğrudan kendini ortaya koysun. Bu TÜR CİNAYETLER ARACILARA İYLETİLİR. aMA SONUÇTA BU O ZAMANKİ DEVLETİN İŞİDİR VE BAŞKASININ İŞİ DE OLAMAZ.
Kışkırtıcı gösteriler kemalist güçlerce düzenletiliyor. Ama bundaki amaç Suphi’leri geri döndürmek. Öldürme kısmı hesapta yok. Tıpkı Madımak katliamında olduğu gibi.
BELKİ “BU YÖNETİMİN ÖLDÜRDÜGÜ” diyerek fazla ileri gitmiş olabilirim. Fakat cinayetin devletin bir kesimince işlendiği kesindir. Belki Kemal, geri dönmeleri için gösterilerle yetinmek istiyordu ama bence MAH işin geri kalan kısmını kendi tamamladı ve böylece M. Kemal’e bir emrivaki yapmış oldu. Tarihte böyle olaylar çoktur. Keza Madımak’ta da devlet güçlerinin o ölçüde felç edilmesi devletin katillere ortam hazırlaması olarak görülmelidir. Sonuç olarak “yönetimin” yerine “devletin bir kesiminin” demek daha doğru olabilirdi.
Wallerstein iki “büyük devrim” değil ama iki “dünya devrimi” olarak 1848 ile 1968’e işaret eder. İşin ilginç yanı bu iki devrim de yenik devrimler olmasına rağmen.
Sebebi şu: 1848’i en geniş anlamıyla merkezci liberalizmin hegemonyasını kurduğu, 1968’i ise yitirdiği tarih olarak görür.
Wallerstein bir çok kavramı yaygın kullanımdan farklı kullanır. Buradaki “liberalizm”in içine liberallerden (sosyal ve asosyal) demokratlara, bolşeviklerden ulusal kurtuluş hareketlerine kadar herkes sığıyor. Liberalizmi, ilerici değişimin sahiplenen ama değişimin yavaş yavaş gerçekleşeceği vaadiyle dünyayı değiştirmeyi sürekli ileriye öteleyen tüm ilerici akımların ortak mantığı olarak kullanıyor.
Teorisine göre 1848’den sonra gericilik iktidar modeli olarak uygulanamaz hale gelmişti. Bu saatten sonra en muhafazakarlar bile ilerici değişimi durdurma iddiasında bulunamayacak, ilerici değişimin hızını belirleme paradigması içinden hareket etmek zorunda kalacaktı. Buna en kızıl iktidarlar, örneğin bolşevikler de dahildi çünkü onlar da geri bir ülkede aşamacı ilerlemenin niteliği ne olmalı sorununa saplanmışlardı, “dünyayı değiştirmeye” asla sıra gelmeyecekti.
1968’i bu dönemin kapanışı olduğu için bir dünya devrimi olarak görür. Hem sosyal demokratik kapitalist batıda, hem devlet-sosyalist doğuda artık sabır taşmıştır ve insanlar dünyayı değiştirme hayallerini bilinmez bir geleceğe ertelemeyi kabullenmemektedir. Kapitalist dünya sisteminin tüm iktidarları meşruluk krizine girmiştir, kapitalist, reel sosyalist, ulusal kurtuluşçular dahil. Halen de 1968 dünyasındayız.
Teorik çerçeve bu şekilde.
MAH 1926 da kuruldu, Suphi’ler öldürüldüğünde MAH yoktu. Ayrıca MAH MİT’in tersine operasyonel değildi. Yalnızca İstihbarat ile uğraşan bir kuruluş idi. Eski istihbarat kuruluşlarının hiçbirisi operasyonel değildir. Mesela CİA öncesi OSS de istihbarat kuruluşu idi ama CIA operasyoneldir. Zaten sanırım MAH2ın kapatılma ve yerine MİT’in kurulma sebebi buydu. Mustafa Kemal Suphilerin ölümünü istemesi için bir sebeb de yoktu bence. Öldürenler, organize edenler hepsi Enver tarafının adamlarıydılar. Bana öyle geliyor ki SSCB ile Ankara arasına kazım sokmak isteyen Enver’in ya da envercilerin işi idi bu. Daha sonra hepsi başta Yahya Kahya olmak üzere Mustafa kemal tarafından tasfiye edildi, bazıları idam edildi.
devletlerin tipik tavrı, önce cinayet işletmek, sonra da cinayet işlettiklerini ortadan kaldırmaktır. Nitekim Topal Osman olayı da bunu gösterir. Bence son tahlilde bir devlet cinayetidir bu. Kemal’in doğrudan bağlantısını bilemiyoruz tabii. MAH’la ilgili bilgiye teşekkürler. Babamı da padişahın hassa biirliğinden kaçıp Ankara’ya katılmaya çalıştığında geri çevirenin MAH olduğunu sanıyordum. Demek adı MAH değilmiş o zaman ama yine de bir istihbarat örgütü vardı. Teşkilatı mahsusa artıkları belki.
Üzerinde durulması gereken bir başka konu da Suphi’nin Galiyev ile yada genel olarak Türkçü ideoloji ile bir paralerliği varmıydı.Enver Paşanın bile çıkar gereği solcu görünmeye çalıştığı bir ortamda sanırım bu soruyu sormak için yeterli neden var.Tabii Okuyan’ın yaptığı gibi yargıçlık yapmak için değil dönemi ve siyasetleri anlamak için.Bununla beraber iddialı konuşamam ama benim de okuduklarımdan edindiğin izlenim 15ler katliamının Enver tarafından planlandığı yönünde.
ama unutmayalım ki enver’in taraftarları büyük ölçüde Kemal’in denetimi altına girmişti.
Zorunlu askerlik uygulamasi hakkinda ne düsünür Zileli? özgürlükçü Pentago-Revolusyoner PYD ve mizikacilarinin zorunlu askerlik uygulamasi konusunda ne düsünür, soruyu soranin Kürt alerjisi oldugunumu düsünür hemen?
Zorunlu askerliğe karşıyım.
Zorunlu askerlige karsiyim. Harika cevap. Zorunsuz olunca peki? Parali olunca peki, ABD nin parali askeri olmaya peki, karsimisiniz?:)
Zilelinin muarizlarina yönelttigi elestrilerde konumlandigi yere Dogru gidince, onun elestrilerini varabilecegi en Ileri noktalara tutarli olarak götürünce karsima hep, Emperyalist Hegemon sistemin olumladigi, populerlestirdigi kabul ettigi bir solculuk cikiyor. Okuyan elestrilerine gelince , Okuyan daki kibiri elestrirken takintili oldugu satasmalari cikarirsak hakli Zileli. Ama bu kibirlilik Zilelide alcak gonulluluk seklinde yine var. Yöntem aynisi. Hatta daha geri yönler var Zileli de, yanlis bilgilerle yanlis yargilamalar yaptiginda yanlis bilgileri gözünede soksaniz gayet rahat bana ne bana ne diyebilir . Gercekleri carpitma hastaligi o cok elestirdigi sol gelenegi aratir mesela. Ahbab cavusculuguna hic girmeyelim. vs vs.
Gün bey,
Sorumu size, ‘Sizin vereceğiniz cevaba göre alıp almamaya karar vereceğim.’ minvalinde sormuyorum.
Yıllara yayılan tecrübeniz, gözlemleriniz, okuduklarınız neticesinde neler dersiniz, bu minvalde soruyorum:
Nikolai Nikolaevich Sukhanov’un ‘The Russian Revolution 1917: A Personal Record’ kitabını çevirdiğinizi ve önümüzdeki aylarda yayınlanacağını duyurmuştunuz.
İletişim Yayınları’ndan çıkan; ‘Rus Devrimi 1917 (Rex A. Wade)’ ve ‘Rus Devrimi’nin Kısa Tarihi (Geoffrey Swain)’ kitapları ile Sukhanov’un kitabı arasındaki belli-başlı farklar neler olabilir? Gözlemleriniz nedir?
Sukhanov’un kitabı, sözünü ittiğiniz kitaplardan farklı olarak bir tarih kitabı değil. Olayların içinde doğrudan doğruya yaşamış ve örneğin Troçki’nin 3 ciltlik Rus Devrim Tarihinde tam 113 kere atıfta bulunduğu çok önemli bir tanıklık.
tabii ki ona da karşıyım. Ama bugünkü Türkiye’de sistem zorunlu askerlik olduğu için buna vurgu yaptım.
devgenc cevrelerindeki devrimci siddet kavramini gerilla savasini disarida birakan bir sekilde sunmak ancak Zileli nin tarzina Uygun bir yöntem. 1971 deki gerilla savasi anlayisini elestirseydi bir ciddiyeti olurdu ama, sirf yola getirici dayak tan devrimci siddet dev genc elestrisi yapmak tam Zileli ye tam bir eski Aydinlkci (ama yöntemde hala Aydinlikci ) kafaya Uygun bir demagojik yöntem. Zileli bunu hep yapar yapar yapar.Bir nevi Post Truth u var onun, inaklari var.
O dönemi yaşamadığınız anlaşılıyor. Bu “devrimci şiddet” lafının moda olarak yayıldığı sırada henüz gerilla savaşı gündemde değildi. Uzaktan uzağa bir Che Guevara hayranlığı söz konusuydu elbette ama “devrimci şiddet” dendiğinde somut pratikte gerilla savaşı anlaşılmazdı. Pratikte bu, “oportünistlere” ya da “yeni oportünistlere” veya sosyal demokrat gençlere şiddet uygulanması ve onların bu yolla “akıllarının başlarına getirilmesi” ya da “adam edilmeleri” anlamına gelirdi. Siz benim söz ettiğim 1967-70 süreciyle, daha sonraki 1970-71 sürecini karıştırmışsınız. O yıllarda bu küçük yıl farkları çok önemliydi, çünkü olaylar çok hızlı gelişiyordu.
“Zorunsuz olunca peki? Parali olunca peki, ABD nin parali askeri olmaya peki, karsimisiniz?:)”
Ben şahsen karşı değilim.
Çünkü, TKP ve türevi devrimcilerin “sınıfsız bir toplum düzeni” getireceğine, yani “devrim mahşerinden sonra kurulacak olan cennet dünya”ya inanmıyorum.
Ortada sadece iki seçenek olduğu anlamına geliyor bu:
– Zorunlu askerliğin olması
– Zorunlu askerliğin olmaması
Üçüncü bir seçeneğin var olduğuna, yani “devrim mahşerinden sonra kurulacak olan cennet dünya”nın gerçek olabileceğine inanan herkese iyi eğlenceler!
Soru:
Ahiretteki cennetin müminleri ile dünyadaki cennetin (sınıfsız toplum) müminleri arasındaki fark nedir?
El-Cevab:
Günümüzde birincilere “gerici”, ikincilere ise “ilerici” denmesidir.
Bazıları, 2010’ların “çok değiştiği” iddia edilen dünyasında, artık 1700’lerin sonu ve 1800’lerin başında olduğu gibi, nüfusun sadece bir avuç süper zengin kapitalist burjuva ile, inanılmaz uzun ve kötü çalışma koşullarıyla fabrikada boğaz tokluğuna sömürülen fukara proleter işçi sınıfından ibaret olmadığını söylüyorlar.
Yani, artık nüfusun çok önemli bir kısmını bu iki sınıfın dışında kalan kesimlerin, örneğin, süper zengin kapitalist burjuva bir aileden gelmemekle beraber, hali vakti gayet yerinde olup refah içinde yaşayan, örneğin yazın trafikte “tatilci kuyruklarına” neden olan beyaz yakalı ana-babalar, ve onların çocukları olup birçoğu özel okullarda okuyan öğrenci gençlik gibi “yeni sınıfların” oluşturduğunu iddia ediyorlar.
Buradan yola çıkarak da, geçmişte nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturup günümüzdekinden çok daha kötü koşullarda sömürülmüş olan bu “işçi-emekçi sınıfı” ile, günümüzde nedense “işçi-emekçi” sınıfına dahil edilen bu “yeni orta sınıflar”ın, örneğin 2010’ların öğrenci gençliğinin mensubu olup “Instagram” hesaplarında yaz tatillerinde çektikleri bikinili resimlerini paylaşan kızların oluşturduğu bir “işçi sınıfı”nın nasıl olur da “aynı” işçi sınıfı olabileceği sorusunu soruyorlar.
Dolayısıyla da, 2010’ların bu yeni “devrimci gençliğinin” de 1848’in, 1917’nin, hatta 1968’in “devrimci gençliğinden” bir farkları olup olmadığını, örneğin “tüketim toplumunu” devirecek yeni bir “devrimi” gündemlerine alıp almadıklarını da merak ediyorlar.
Eger bir seytan araniyorsa, seytan Stalin in kisiliginde degildir. Seytan, `ya bilmem kac yilda kalkinir sanayilesiriz yada bizi ezip gecerler` mantigini Stalin in beynine isleyen mantiktadir.O Mantik Troçki dede tersinden vardir. Gelismek yerine Hazir gelismis olan a devrimi götürmek geregi sarti na tapmak.Ve bilimsel sosyalizm karmatilerin ilkel komunist toplumundan daha uzun yasiyamadi.
Bugün herkes Sarı Yelekli, her yer Tahrir, her yer Gezi Parkı, her yer günlük-güneşlik olur, kuşlar öter, çimenler yeşerir, ve martılar gülerdi.
Kısmet!
Ulan bi ton marxizm elestrisi yazdim, iclerinden sadece Stalin gecenini secmis Zileli. ne takinti ama:)
diğerleri fazla takıntılıydı da ondan 🙂
ay alindim sindi:)
beynindeki kliselerden az bisey kurtulabilmis olsaydin o takintili yorumlar en azindan bir perspektif verebilirdi sana, o Kadar elestirel takiliyorsun ama, elstirdiklerinde ayni merada otluyorsun.
1968 hemen ıslah edildi ve katılanlar hemen uslandılar. Batıʼda, başını çekenlerin, özellikle büyük beyinlilerin, Silicon Valleyʼin ilk akıncılarından tut, olgunlaştıkça yeşilleşen Cohn-Bendit ve onun gibi ışığı görüp 1968ʼi ʻʻgençliğin idealizmiʼʼ, ʻʻgençlik coşkunluğu, delikanlılığıʼʼ ebedi ilahisini okuyanlara kadar hemen hemen hepsi gerçekçi, yani paracı oldu. Bolluk ve zenginlik kazandı.
Başını Rusya ve Çinʼin çektiği DOĞU DA 1968ʼlileri bolluğa kavuşma ve zenginleşme ile ıslah etti ama para azdı. Önce FABRİKA, EMEK, BİLİM, TEKNOLOJİ ve hepsinden önce, hepsinin motoru, KAPİTAL, kapitalistsiz KAPİTAL lazımdı. Kapitalistlerin yerini apparatçikler (apparatchik) dolduracaktı.
Bu sayfada atıp tutanlar işte Doğuʼnun ıslah edip uslandırdığı, apparatçik olma hayalleri yaşayan 1968 Türk solu. Yazdıklarım Zileliʼnin nevraljik noktalarına dokunduğundan yayınlamıyor.
1968ʼin yenilgisi çok daha karmaşık ama ʻʻ6 MS ʼʼin Utopistics kitabında hasır altı ettikleri işimi kolaylaştırdı.
O da, pişman olmuş Zileli ve pişman olmamış ʻʻfaydalı salakʼʼ Kemal Okuyan gibi Büyük Bolşevik Devrimi hayalleri içinde büyümüş gibi. Bolluk, zenginlik, mutluluk, kısaca mavi gözlü sarışın olma veya olma yolunda ilerleme masallarıyla. Osmanlılar ilk vitese taktı, Atatürk ikinciye, Marks ve müritlerinin müritleri üçüncü vitese takmak istediler. Şimdi bir de anarşistlik çıkmış. Eski Marksist, ve bence hâlâ Marksist, Zileli ve benzerleri dördüncüye takma derdinde, ʻʻyabanılcıʼʼ gibi anarşistler geri vitese takma derdinde. Hayırlısı olsun.
Wallerstein dedikleri ʻʻ6 MSʼʼın duymadıkları:
1. Eğer şu an, Kapitalizm krizi 50 yıl önce olsaydı, çareyi Marksizmʼde bulurlardı.
2. Devrim olmayan ülkelerdeki sosyal değişmeler Büyük Fransız Devrimʼi ve Büyük Bolşevik Devrimiʼnin olduğu ülkelerdeki değişmelerden çok daha büyük oldu. Mesela şu an tüm dünya sarışın mavi gözlü, eski adıyla burjuva, yeni adıyla orta sınıf olmuş veya orta sınıf olmaktan başka bir gelecek düşünemez olmuş. Kendi ülkenize baksanız daha güzel görürsünüz.
Not: Bundan 7 yıl önce, buradaki gibi saçmalıklar kustuğumda, telefonunu cebinde taşıyan abim bana ʻʻunuttun mu?ʼʼ, ʻʻbundan sadece 50 yıl önce Diyarbakır postanesinde sabahlara kadar beklerdik bağlanıp telefonla hasta ablanın durumunu karşı tarafta sabahlara kadar bekleyen zavallı ihtiyar annene anlatmak içinʼʼ dedi.
3. 1848, 1789 FRANSIZ DEVRİMİʼNİN FİYASKOSUNA KARŞI; 1968 DE 1918 BOLŞEVİK DEVRİMİʼNİN FİYASKOSUNA KARŞI.
Not: İşte Wallersteinʼin bu dediği tamamıyla hasır altı edilmiş.
Not: Sayın ʻʻ6 MSʼʼ Bey, nasıl oldu da, Türk solu hem 1968ʼin hem de 1968ʼin karşı çıktığı fiyasko vermiş devrimlerin müritleri oldular? Nasıl oluyor da, hemen göze batan bir türlü görülmüyor? DEVRİMLER FAKİR ÜLKELERDE OLDU!
Allah ölürse, her şey mümkün! Utanma kalmazsa, her şey mümkün!
Not: Daha eklenecek çok var ama kısa kesmek istiyorum. Bu site ıslah olmuş, evcilleşmiş, uslanmış solcu devrimcilerin dedikodu sitesi. Her şey modern selamlaşma gibi kısa ama yoğun hislerle dolu. Hemen iPhone ve sosyal medyaya dönülür, onlar çok daha enteresan!
Wallersteinʼin inceledeği krizin ekonomik nedenlerine değinmeyeceğim ama bir tanesi çok önemli ve bu sitede asla ciddiye alınmaz. Bu site hâla ʻʻgüzel günler gelecekʼʼ komisyoncuları kuyruğuna yapışmış, hâlâ İLERLEME peri masallarına uyuyor. Diğerleri ekonomik krize neden olan bir sorunu, İLERLERLEMEDEN vazgeçmeden arıyorlar. Örneğin, İLERLERKEN geride bırakılan pisliklerle başa çıkamadıklarından ve artık iğfal edilecek yer kalmadığından, gezegeni terk etmeye hazırlanıyorlar. Diğer yanda, evrimi zaten çoktan kendi ellerine almış insanlar arasında bir avuç sapıklar, genetik kes-yapıştırmalarla herkesi kendileri gibi tamamıyla ruhani dünyada yaşayan ama tamamıyla materyalist bir felsefeninin yaygarasını yapan, ʻʻcheerful robotlaraʼʼ çevirme peşindeler. O da yetmez gibi, bu ikisinin arasında da sayısız ʻʻstartupʼʼlar türemekte. Bu ve buna benzer İLERLEMELER Wallersteinʼın da büyük beynini aşmış, Eski masalları yeni kılıfa sokmuş. Çareyi yine o TEK ve EBEDİ ümit kaynağı ümitsizlerde aramış. Kendi piri bile Kapitalizmʼin DİNAMİKLİĞİNİ kabullendi.
Çok daha kısa ve kabaca söylersem:
Trump ʻʻAmerica First!ʼʼ der. Tamamıyla orta sınıf olmuş Trump benzeri solcu devrimciler hep birlikte ve her yerde ʻʻHIC et NUNC FIRSTʼʼ ilahileri çekiyorlar. Son söz: Eğer Çinʼin harika başarısı siz solcu devrimcileri uyandırmazsa, bilmem ne uyandırır.
70’li yıllarda o zamanın Dev-Yol dergisinde bu çar hanedanının katledilmesi işi menşeviklerin veya SR’lerin üzerine atılmıştı. Güya bolşevikler o sırada yeterince hakim değillermiş ve bu katliama engel olamamışlarmış. Derginin yazarı böyle izah(!) etmişti olayı.
Demek ki o zamanın devrimcileri, şimdiki Okuyangilden daha erdemliymiş. En azından hayal mahsulü bir kurguyla olayın ahlakî sorumluluğunu başkalarının üzerine atarak kurtulmaya çalışıyorlardı. Okuyangil ise utanmadan bu katliamı savunabiliyor.
“1532 yılının Kasım ayında Peru’nun dağlık bir bölgesinde İspanyollar İnkaların imparatorluk ordusuna saldırdı. Güneş batmadan önce 7 bin insanı katlettiler ve İnka İmparatorluğunun denetimini ele geçirdiler. Bu savaşta tek bir İspanyol bile hayatını kaybetmedi.
Peki, bu savaşta kaç İspanyol yer almıştı sizce? Yalnızca yüz altmış sekiz! Nasıl olmuştu da 168 İspanyol 80 bin kişilik ordusu olan İnkaları yenip dize getirmişti? Ne yapmışlardı da yenmişlerdi? Ellerinde ne vardı? Ya da soruyu tersinden soralım, İnkalar ne yapmamışlardı da yenilmişlerdi? Öyle ya, yalnızca öldürülmüş olan 7 bin kişiyi bile hesaba katsak, ordunun diğer kısmının savaş alanında olmadığını varsaysak bile, bir tarafta 7 bin kişi, diğer tarafta yalnızca 168 kişi!
Altın ve zenginlik elde etmek için orada olan, başka hiçbir şeye değer vermeyen ve çoğu katil olan bu paralı askerler, emekli bir yüzbaşı olan Francisco Pizarro tarafından yönetiliyorlardı. Pizarro’nun Orta Amerika kolonilerinden yağmayla, katliamla elde ettiği bir serveti vardı. Orta Amerika’yı yağmalamak yetmiyordu onun gibilere. Askerlerini güneye doğru, daha önce gidilmemiş, bilinmeyen yerlere doğru sürüyordu. Onlar Antlara tırmanan ve Güney Amerika’da bu kadar güneye giden ilk Avrupalılardı. Güneye indikçe yerli büyük bir medeniyetin, İnka İmparatorluğunun izlerini buldular. İnkalar daha önce hiç beyaz adam görmemişlerdi ve bu adamların nasıl bir tehdit oluşturdukları hakkında herhangi bir fikirleri yoktu. Bu yabancıların dünyalarını birkaç gün içinde altüst edeceğini hayal bile edemezlerdi. Tarlalarında çalışan İnkalar atların üzerinde giden İspanyolları ilk gördüklerinde dehşete düştüler. Garip ve korkutucuydular. Çünkü görüntüleri sıra dışıydı. Daha önce atları da, hayvanlar tarafından taşınan insanları da hiç görmemişlerdi. O yüzden at üstündeki insanları gördüklerinde atla insanın tek bir canlı olduğunu, yarı insan yarı hayvan görünümlü bu garip yaratıkların tanrı olduğunu düşündüler. İnkaların daha önce görmedikleri atlar, motorlu araçların olmadığı bir dönemde insanlara hareketli olma, topraklarını kontrol etme, uzun mesafeleri aşma ve savaşta üstün olma olanağı veriyordu.
Tanrı benzeri bu yaratıkların haberi kraliyet habercisi tarafından İnka imparatoruna en kısa sürede iletildi. İmparatorluk kuzey Peru’daki Kahamarka vadisinde 80 bin kişilik bir ordu tarafından korunuyordu. “Güneşin oğlu” imparator Atahualpa’ya yaşayan bir tanrı olarak saygı duyuluyordu. Atahualpa atlı İspanyolların tanrı olmadığını biliyordu. İspanyolların ilerleyişini duyduğunda savaş ilan etmek yerine onlara hediyeler göndererek sarayına gelmelerini rica etti. İmparator, İspanyolların kendisine gelmesini istiyordu, ya ordusuna katılacak ya da teslim olacaklardı. İlk ziyarete gelen birkaç İspanyol, sarayın avlusunda Atahualpa’nın karşısında bile attan inmedi. Hatta atını İnka imparatorunun burnunun dibine kadar soktu. Atahualpa onlardan korkmuyordu. Kafalarında “yemek pişirmede hiç kullanılmamış küçük tencerelerle” oradan oraya gezen bu insanları adamdan saymıyordu. Birkaç atlı ve yüz kadar İspanyol İnkalara ne yapabilirdi? Nerdeyse hiçbir şey!
16 Kasım 1532’de ikinci kez İspanyol askerleri ve İnka savaşçıları bir araya geldi. 80 bin kişilik İnka ordusu ve süslenmiş bir şekilde tahtında oturan imparator karşıladı İspanyolları. Bu İspanyollar için oldukça korkutucu bir manzaraydı! İspanyollardan kalan günlüklerde “çoğumuz altımızı ıslattık korkudan” diye yazıyor. Oysa İnkalar silahsızdı. Atahualpa insanların sözde tanrıları görüp kaçmayacağı bir kutlama yapacaktı. İnsanların onları tanrı olarak düşünmesi sorun değildi. Tanrıları silahsız olarak yenmesi onu tanrılardan daha güçlü yapacaktı. Ama Atahualpa İspanyolların neye güvenerek geldiklerini bilmiyordu. İspanyolların ellerindeki silahların gücü hakkında hiçbir fikri yoktu. Silah teknolojisini sürekli olarak geliştirmek için uğraşan İspanya 1530’larda çakmaklı silahlarla savaşın seyrini değiştirdi. Çakmaklı silahla tek mermi atılıyordu, ikincisi için silahı yeniden doldurmak gerekiyordu. Bu esnada bir kılıç darbesiyle öldürülmek de vardı ama bunun için düşmanın panik olmaması gerekiyordu!
Pizarro en uygun olanın, beklenmedik bir saldırı olması gerektiği biliyordu. Daha önce aynı yöntemlerle Aztekler yenilmişti. Avrupalı yağmacı katiller geçmişten ders almayı biliyordu. Kendilerinden öncekilerin savaş ve katliam deneyimlerinden dersler almışlardı. Kalabalığın hazırlıksız olduğu bir anda silahlar patladı ve atlar ortaya çıktı. Günümüz insanı için çok ilkel olarak tanımlanacak bu silahların çıkardığı ses, duman ve gürültü İnkalarda büyük bir dehşet ve korku yarattı. İnkalar daha önce at görmemişti ama bu atlar da sıradan atlar değildi, İspanyol atlarıydı. Hiddetli, büyük, savaşçı atlardı. İnsanların arasına dalabiliyor ve insanları ezebiliyorlardı. Ama ne İspanyollar ne atlar yenilmez değildi. İnkalar eğer panik olup kaçışmak yerine atların üzerindekileri çekip aşağı indirselerdi her şey farklı olacaktı. Sayı olarak kıyaslanmayacak bir üstünlüğe sahiptiler. Fakat bunun bilincinde değillerdi. Bu yüzden panik olup saflarını dağıttılar, kaçmaya çalıştılar. İspanyollar atlarıyla aralarına girdi ve onları kılıç darbeleriyle öldürmeye başladı. Devasa farka rağmen İspanyollar atları, kılıçları ve stratejileriyle, kendilerini tükürükle boğabilecek çapta büyüklükteki bir orduyu yok ettiler. 1530’larda İnka İmparatorluğu çok büyük ve güçlü bir imparatorluktu. İlkel de olsa silahlara, imparatorun önderliğinde izledikleri bir savaş düzenine ve kendilerine özgü bir savaş stratejisine sahiptiler.
Tarihteki her olaydan günümüz için ders çıkarmamız mümkündür. Bir avuç İspanyolun on binlerce İnkayı katlederek bir tarih devrinin kapılarını kapatması da bize birçok açıdan dersler sunuyor aslında. Bugün çalışarak, üreterek dünya üzerinde kapitalist sistemin çarkının dönmesini sağlayan milyarlarca işçi ve emekçi, sermaye sınıfını yenilmez sanıyor. Elinde yenilmez silahlar olduğunu düşünüyor. Kendini ait olduğu kesimin yani işçi sınıfının ordusunun bir parçası olarak göremiyor. Bu düşünce onu felçleştiriyor. Oysa işçi sınıfı, sömürücülerin yenilecek bir güç olduğunun farkına varabilse, korku gömleğini yırtıp atabilse, diğer ezilenlerle bir araya gelmek için harekete geçebilse, karşısındaki gücü tükürüğüyle bile boğabilir.”
İnkaların Yenilgisinden Ders Çıkarabilir miyiz?
https://marksist.net/okurlarimizdan/inkalarin-yenilgisinden-ders-cikarabilir-miyiz
Donald J. Trump:
“As I have stated strongly before, and just to reiterate, if Turkey does anything that I, in my great and unmatched wisdom, consider to be off limits, I will totally destroy and obliterate the Economy of Turkey (I’ve done before!).”
Prof Dr Burhan Kuzu’dan Trump’a bir cevap:
“You don’t know Manzikert, Söğüt, Sakarya, or Gallipoli… History of Turkish nation is full of victories. We don’t care a hang for your threatening. This nation can do everything, when it unites. Don’t test our patience”
Kuzu’ya atılmış tokat gibi bir cevap:
“Yeah….we saw your empire crumble. Nations who are weak at present try and hide behind history. You can’t even fight with Israel.”
“İLERLERKEN geride bırakılan pisliklerle başa çıkamadıklarından ve artık iğfal edilecek yer kalmadığından, gezegeni terk etmeye hazırlanıyorlar.”
Harika tespit.
Fakat en önemlisini unutmuşsunuz:
Onların ilerlemesi yüzünden Amazonlarda çıkan bu orman yangınlarını söndürme çalışmaları sırasında ilerlemelerinin ürünü olan uçaklarıyla müdahale ediyorlar.
Halbuki kovayla su dökmeleri gerekirdi.
Değil mi?
Haydi, ilerleme ürünü bu uçakların hepsini çöpe atıp yangınları taşıma suyla söndürelim bundan sonra.
Taşıma suyla değirmen dönmez.
Ama yangınlar söndürülür.
Hele hele bir yangın çıktığı zaman müdahale için kalkan yangın söndürme uçaklarını kaçırmak çok ses getiren bir eylem olur.
İlerlemecilerin suratına inen bir yağmur gibi.
Insanlarin cikarlarina,parasina dokununca birbirlerini yemege baslar bizim yamyam gibi..
Vatan sakarya da bos laf olur.. Trump havada duran duran türk ekonomisini mahvu perisan ederse yesin millet birbirini…
savasa ne gerek var..
“Suriye krizi hepimize bir kere daha şu tarihi gerçeği bütün açıklığı ile gösterdi.
Ortadoğu’da Müslümanlık birleştirici bir unsur olamıyor.
Buna karşılık Arap dünyası için anti-Türk duygular Müslümanlığın üstüne rahatlıkla çıkabiliyor.
Birbiriyle kanlı bıçaklı Arap ülkeleri bile, anti-Türk duygular etrafında bir araya gelebiliyor.”
http://www.hurriyet.com.tr/samin-resmi-mektup-bahanesi-39041663
Ertuğrul Özkök yazmış bunu.
Hem de 7 Ekim 1998’de.
Tarihini bilmeseniz “Suriye krizi” dediğine bakarak bugünlerde yazdığını sanabilirsiniz halbuki.
Ekvador’da devlet başkanı Lenin Moreno’nun kemer sıkma politikalarına karşı eylemler devam ediyor. Ülkenin başkenti Kito’ya ulaşan binlerce kişi, hükümetin IMF politikalarına son vermesine dek eylemden vazgeçmeyeceklerini dile getirdi.
Leninistler Halk düsmani ,emekci dusmani olduklarini birkez daha göstermisler.
Ertugrul Kürkçü ABD nin Suriyenin Kuzey Dogusundan çekilmesi üzerine: kendi çikardiklari savas ile bölgeye gelip sonra SORUMSUZCA çekilip giden bir ABD elestrisi yapmis…:)
Bu demagoji Demirel i hüngür hüngür aglatirdi. Sorumsuzca çekilip gitme vurgusu üzerinden Emperyalizm elestrisi, geldin bari kal diyor. Sorumlu Emperyalist verin Ertugrul abime:)
37 Anonim 8 Ekim 19 / 4pm, sömürgeci TC’nin Batı Kürdistan’dan (“Suriye’nin kuzeydoğusu”ndan) çekilmemesi üzerine, kendi çıkardıkları savaş ile bölgeye gelip sonra SORUMSUZCA emperyalistleri suçlayan bir TC eleştirisi yapmış.
Bu demagoji Demirel’i hüngür hüngür ağlatırdı. Sorumsuzca emperyalistleri suçlama vurgusu üzerinden sömürgeci ezen ulusun eleştirisi, geldin bari kal diyor. Sorumlu Emperyalist verin Anonim abime.
“ABD’nin Suriye ve Irak’ta işi ne?
Suriye ve Irak, ABD değil Suriyeliler ve Iraklılar tarafından yönetilmeli!”
ezberini tekrarlayan “ezber bozucu” solcular, neden,
“Suriye ve Irak’ın Kürdistan’da (“Kuzey Suriye”, “Kuzey Irak”) işi ne?
Kürdistan, Suriye ve Irak devletleri değil, Kürdistanlılar tarafından yönetilmeli!”
diyemez?
Ağababalarından korktukları için.
Bu memlekette “Emperyalist ABD! Suriye’den defol!” diye bağırmak kolay.
Ama “İşgalci TC! Kürdistan’dan (“Güneydoğu Anadolu”dan) defol!” diye bağırmak yürek ister!
Gölgelerinden korkan “salon sosyalistleri” bunu yapamaz!
gittikce siz neymissiniz gun abi, yada yeminli karsi devrimcilerin yorumlarindan baska bisey yayinlayamaz hale geldin zileli,dibe vurduracagiz az kaldi
İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler ve Nazi rejimine karşı savaşan “ABD emperyalizmi”ne sessiz kalmak, “ne Naziler ne ABD” dememek yanlış mıydı?
“Hitler ve Nazi rejimine karşı ABD’yle ittifak yapmak” ile “Erdoğan ve AKP rejimine karşı ABD’yle ittifak yapmak” arasındaki farkı birileri açıklayabilir mi?
“Hitler ve Nazi rejimi” yerine daha konulabilecek çok şey var:
Taliban ve Afgan rejimi
Saddam ve Baas rejimi
Esad ve Baas rejimi
Hamaney ve İran rejimi
Kaddafi ve Libya rejimi
Kim ve Kuzey Kore rejimi vb.
Örneğin:
“Emperyalist ABD ordusu Berlin’i işgal ederek Nazi rejimini yıktı”
=
“Emperyalist ABD ordusu Bağdad’ı işgal ederek Baas rejimini yıktı”
gibi.
Öte yandan, sıkı ABD karşıtı “anti-emperyalist”ler ABD’de mi, yoksa adı geçen ülkelerde mi yaşamayı tercih ederlerdi?
Savas saraydan cıktı saraydada bitecek.sarayında bıtımı olacak.sıyası olarak,ekonomık olarak ve’de fızıkı olarak.
amerıkalılar bu ıstede ustalar.
Avrupalılar 5 mılyon tÜrkü suııyelı 4 mılyonla değışttırsın..
Zaten onlarda erdogancı,cok sevınırler..
Sen ne hayvan kafalı ıtoğlu ıtsın böyle! hertarafı karıştırdın bır avrupa kalmıştı!
Türkıyede tüm bâsın sarayın soytarısı olmuş.sanıyorum bazılarında zorla yada kendılerı yayızorlar.
ısmı burda bellı olanlar dıkkatlı olmalılar..itler saldırır..
Bu koşullarda yapılması gereken şey, “emin bir yere çekilmek”tir:
“Askerlikten istifasını izleyen günlerde başta kurmay başkanı Kâzım (Dirik) olmak üzere bazı kişilerin kendisini terk eder görünmeleri, M. Kemal’i derin bir “yeis ve fütura” sevk etmiştir. Kurmay başkanını eleştirerek kendisini “teselli ve teskine” çalışan Rauf’a cevabı ilginçtir: “Bu görüş hissen doğrudur ama Rauf, fiiliyatta yeri yoktur. Gerçeğe uymaz. Şimdi şahidi olduğumuz şu hareketin inşallah arkası gelmez. Yoksa, seninle birlikte yapacağımız bir şey kalır, o da ayak altında ezilmekten korunmak için, emin bir yere çekilmektir.” (Orbay III, s. 237).”
https://www.cafrande.org/milli-egemenlik-ilkesi-demokratik-bir-niyetin-ifadesi-midir-sevan-nisanyan/
“Trump”mış, “Erdoğan”mış, “Suriye”ymiş, “Rojava”ymış, “TC”ymiş, “Emperyalizm”miş, “Kapitalizm”miş, geçin bunları.
Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış.
Halbuki tavşanın yapması gereken de “emin bir yere çekilmek”ti sadece.
Şımarık Zenginler ve Zâlim İdâreciler
Buyurdular ki; “Şu dört şey kalbi öldürür: Günah işlemeye devam etmek, kadınlar ile fazla münâsebet, ahmaklarla sohbet, ölülerle oturmak.” Sohbetindekiler; “Ölülerle oturmak da nasıl olurmuş” diye sorduklarında şu cevâbı verdi: “Ölülerden kastım, şımarık zenginler, zâlim idârecilerdir.”
http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Ansiklopedisi/Detay/MUHAMMED-BIN-VASI/1048
1969’a Ay’a inen ekip, aylar öncesinde ıssız bir çölde eğitim görmüş.
Ay yüzeyine benzeyen bu çölde Kızılderililer de yaşıyormuş.
Yaşlı bir Kızılderili astronotların ne için orada olduğunu öğrenince, “Ay’da kutsal ruhların yaşadığına inanıyoruz. Onlara mesajımızı iletir misiniz?” demiş.
Astronotlar “Tamam” deyince yaşlı Kızılderili kendi dilinde bir şeyler söylemiş.
Astronotlar üsse geri döndüklerinde Kızılderili dilini konuşan birini bulmuş ve mesajı çözmüşler.
Meğer astronotların ezberlediği mesajda şöyle diyormuş Kızılderililer:
Bu adamların söylediği hiçbir şeye inanmayın, topraklarınızı çalmaya geldiler!
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/onur-basturk/brad-pittli-filmin-mesaji-uzayda-bosuna-dolanip-durma-41339978
göktürk alfabesi seçmeli ders olsun
“tabii lan manyak mısın, göktürk alfabesi kesinlikle öğrenilmeli. kütüphaneler dolusu göktürk edebiyatı gün yüzü görmeden çürüyor, evlatlarımız okusun anlasın bunları. ‘gerçek’ atalarımız kimmiş, nasıl yaşarlarmış, ne yer, ne içerlermiş hepsi gün yüzüne çıksın. türk’ün en büyük düşmanı ameriga o kütüphanelerin kapısına kilit vurdu, göktürkçe bilen uzmanlar da yerini sadece bağcılar gençliğin bildiği çok gizli bir üste tutuluyorlar. tarihimizi öğrenmemiz böylece engelleniyor. hemen süper hiper bir reyiz önderliğinde bu büyük oyun bozulmalı, gençlik atalarıyla buluşmalı.”
“saçma bir istek olduğu aşikar. bir de bunu “arapça öğretiliyor ama yaa” diye savunmak çok daha saçma geliyor bana. göktürkçe modern çağda ne işe yarayacak bilinmez ama öte yandan arapça güncelliği olan konuşulan bir dil. ayrıca arap alfabesi çok yaygın. etrafımızda göktürkçe konuşan milletler mı var? veya göktürk alfabesi ile bilim yapılıyor mu? neden insanlara işlerine yaramayacak bir dili öğretelim ki?”
https://eksisozluk.com/gokturk-alfabesi-secmeli-ders-olsun–5723699
Netice-i Kelâm:
“Eller Ay’a, Türkler Orta Asya’ya!”
Hortlak, Erdoğan, Suriye, Türk Solu
İnsan tarihi en azından 2 milyon yıl. Büyük beyinli Hortlak, bu sitedeki çoğunluk ve Türk soluna göre insan tarihi en fazla son 10 bin yıllık Medeniyet tarihi. Daha öncesi insan tarihinin kara deliği. Allah, allahlarına bağışlasın, sarışın mavi gözlü öncüler, kara zaman deliklerini keşfedip nur yüzleri ve eriştikleri aydınlığın ışığıyla aydınlattığında, kara deliklerde cüce kültürlü, hatta kültürsüz bir nevi yarı hayvan yarı insan, telgraf-telefon, internet yerine dumanla iletişim yapan vahşi çıplaklar ortaya çıktı. Çoğu, püfürpüfüreser Başıkayaʼnın överek bitiremediği Özgürlük Aydınlığına alışmadıklarından yanmışlar, sadece külleri bulundu. Ama küller işe yaradı: müzeler, okullar, püfürpüfüreserler, Türk İlkelcileri Yabanıllar falan filan. Bu çıplaklar yazıp çizmesini bile bilmezler. Yani bu dünyaya Marksʼı tutan Elif bacımızın AtıTürkʼü gelmeseydi, efendi köylümüz efendi olmayacaktı.
Dırdırı bırakıp siteye tam yakışır bilim dili matematiksel anlatıma geçeyim.
Akıl çağının akıllı Türk solcu devrimcilerinin beşi bir değil. Cömert ruhlu sağ ve sola göre, MEDENİYET = İNSAN TARİHİ, bir günün son 7 dakikası.
Marksist-anarşistleri Hortlak, Zileli, F. Başkaya ve genel olarak 68 Türk solcu devrimcilerine göre asıl insan tarihi, AYDINLIK ÇAĞI + BÜYÜK DEVRİMLER = İNSAN TARİHİ, bir günün son 13 saniyesi. Hatta, meslekleri icabı saray etrafında durmadan dolaşan, bu hakiki ve otantik ve orijinal solcu devrimcilere göre, , BÜYÜK BEYİNLİLER TARİHİ = İNSAN TARİHİ, günün son nanosaniyesi.
Hakiki devrimcilerin hakiki tarih öncesi ve hakiki tarih dışını kahve fallarında görüp ciddi, bilimsel, materyalist, laik siteye aktaranların saçmalıkları ne bilgi, ne bilim. Sosyolojik, ekonomik, biyolojik, filozofik, jeolojik, paradigmatik, travmatik değersen yoksun, idealist felsefe saplantılı salakların politik ideolojileri, ilkelciliği, ʻʻÇok Yeni=Çok Eski Partisi (ÇYÇEP)”. Arkadaşlar, bunlar o kadar enayi ki materyalist gerçek altına sarılacaklarına, kafaya hayali altına, Altın Çağıʼyla oynatmışlar. Bunların enayiliği sonsuzla bile ölçülemez. Kunderaʼnın ʻʻhayat daima başka yerdeʼʼ veya hatta Moreʼun ʻʻhayat hiç bir yerdeʼʼ laflarıyla simgeledikleri temel prensipleri kullanan reklam ve seyahat-turizm şirketleri ne köşeler dönüyorlar. Büyük Fransız, Büyük Bolşevik, Büyük Çin Devrimleri hakeza. Ama doğru ki bunlar hiç değilse bazılarına, cüzi bir özveri veya cüzi bir paraveri karşılığı bir şeyler veriyorlar. İlkelci enayiler salt laklak veriyorlar.
Erdoğan ile Suriyeʼye geleyim.
Taşıdıkları bayrakta hepsine ilham olan, coşturan bir devasa büyük beyinli Karl Marksʼın açık/gizli parolası: ʻʻDünyaya öküz trene bakar gibi bakmayın, trene atlayın, yol kat edin, dünyayı değiştirin!ʼʼ
Bu lafa daha önce coşan devasa kültürlü Avrupalılar, Darwin Evriminin gözden kaçırıp canlarına kıymadığı cüce kültürlü ilkellerin topraklarını ʻʻkeşfettilerʼʼ, evrimin gözünden kaçanları hakladılar. Solcu devrimci Marksist ve anarşistlere model olan, Aydınlık Çağı = Akıl Yürütme Çağıʼnın ilk akıncıları, ʻʻinsan olan yerin keşfedilmesinde bir akılsızlık olduğunu hemen çaktılar ve ilkellerin kökünü kazdılar, toprak boşaldı. Akıl, yürütülen akıl oldu, durdu, Marksʼın toprakları değiştirme zamanı başladı: Doğa + Emek = Sağcı + Solcu Devimci Devrimciler İlerlemesi başladı.
Dünyanın dürt bucağında, Trump, Putin, Xi Jinping, Modi, Bolsonaro, Macron, Johnson, Merkel falan filan poltikacılar ve asıl pompalayıcı Bilim ve teknik adam-karıların sayesinde hasıl olan Silicon Valley, Facebook, Amazon, Apple, Silah Şirketleri falan filan devimci devrimci cellatlar, doğa ve insanı her nanosaniye tam Marks’ın istediği gibi değiştirip duruyorlar. Allah hepsini Marksʼa bağışlasın. Ama asıl konu o değil.
Konum yerli malı, halis Türk-Müslüman, dünya değiştiricisi Erdoğanʼın Suriyeʼde giriştiği kırım, dünyayı değiştirme becerisi.
Hortlak & Co. = Büyük Devrimler + Aydınlık Çağı + Büyük Beyinlilik şakşakçıları ilkellerin kırımdan geçirilmesini iğrenç ve ırkçı bir tutumla ʻʻdumanla ilişki kurma/ sarışın mavi gözlü ışık dalgalarıyla ilişki kurmaʼʼ formülüne indirgemeleri. Bu hızlı solcu/sağcı devrimciler, eski adı ʻʻfelekʼʼ olana yeni ve cici bici bir isim taktılar: İlerleme Tarihi. Ağlanacak bir durum karşısında, Büyük Beyinli Marks-Engels-Lenin- vs. gibi İleriden haber veren bilimsel falcıların güzel güneşli günlerinde bürokratlar olma hayalleri kurdular, rekabet eden partilerle çenelerini güçlendirdiler.
Eminim, bazı benzeri sapık halis Erdoğancı Müslüman-Türkler de, UTANMADAN, daha BÜYÜK (dışarıdan alınmış olsa da) silahlarla donanmış Türk mehmetçiklerin Kürtleri öldürmesine karşı acı duymaktansa, aradaki kültür, materyalist, ekonomik, sosyolojik, lingüstik, politik, dumanla ilişki/elektronla ilişki farklar dırdırlarıyla avunurlar ve avuturlar.
Bir deney esnasında gözlemci deney icabı insana en yakın şempanzeye karşı saygısız davranınca, şempanze yüzüne tükürdü. Bunu gören Penrose, en sevdiğim felsefe hatırlatan tanım olan “tam şaşkınlık” içinde, canlıları ve özellikleri hayvanları ne kadar az tanıdığımızı söyledi.
Türk-Kürt BÜYÜK BEYİNLİLER, ʻʻYAŞASIN KAZANANLARʼʼ marşını kendi tuttukları tarafın kazananları anlamda kullanarak tiksindirici saygısızlıklara devam ederler. Sarı Yelekliler, Gezi parkı, Aydınlık Çağı, Büyük Bolşevik Devrimi simsarlığı yaparlar.
Bu İlerleme müminleri laik olduklarından çok tanrılı dinciler. Sol, Devrim, Aydınlık, Akıl, Marksizm, Anarşizm, Sosyalizm, Bekle Eşeğim Güzel-Güneşli Günler Gelecek, “Toplum Kötü/Toplulukçuluk İyi”, “Ayıp Kelime Kötü / Bakirelik İyi” falan falan, falan filan.
Fakat en önemlisi EKONOMİK KALKINMA ve GELİŞME ! İŞTE UNUTTUĞUNUZ BU!
Eldeki uçaklarla yangın söndürülemezse, eminiz, İLERDE, okullarımız ve 19 Mayıs Gençlerimiz, yeni nesil süt inekleri bilim-teknik adam-karılarımız, DAHA YENİ ve DAHA İYİ YANGIN UÇAKLARI geliştirirler. Onlarda işe yaramazsa, eminiz, İLERDE, …
Araştırma-Gelişme-Üretim = Doğa-Kapital-Emek = Kazık Atanlar-Kazık Yiyenler-Kazığı Anlatanlar (sağcı ve solcu aydınlar) = Baba-Oğul-Ruhülkudüs=Allah-Muhammed-Kuran.
Bu yazıyı, yazınızı çok sevdiğimi için yazdım. İnşallah şaka ettiğim belli.
Washington, Ankara, Kahire, Tahran, Riyad gibi şehirlerden, yani başkent olarak kurulmuş olan “siyasi merkez”lerden uzak durun!
New York, Los Angeles, İstanbul, İzmir, İskenderiye gibi “ekonomik” ve “kültürel” merkezlerde yaşamayı tercih edin!
ʻʻOkuyan’ı Anlamak (III)ʻʼ yazınızda ʻʻBugün de bazı SEVİMSİZ mevzuların üzerinde durmak zorundayım.ʼʼ dediniz.
SEVİMSİZ Mİ? KOLAY MI?
Aynı sayfada demokratik ʻʻhoşgörüʼʼ, daha doğrusu aynıgörü olan İnka hakkında basit tarih bilgilerden yoksun ama devrimci savsaklık dolu ʻʻ31 Anonimʼʼin https://marksist.net/okurlarimizdan/inkalarin-yenilgisinden-ders-cikarabilir-miyizʼʼ SEVİMSİZ değil galiba. ʻʻ31 Anonimʼʼ ve gönderme yaptığı site eski günlerinizdeki çılgınlıkları yeni diller ve yeni enayi avcılığı amacıyla devam ettiriyor.
Ama aşağıdaki yazımız hemen silindi.
ʻʻ30 Rusya, Sovyetler ve Irk Islahı 6 Ekim 19 / 8pm
Gün bey,
Rusya ve Sovyetler hakkında geniş bilgilerinizden yararlanmak amacıyla size bazı sorular sormak istedik.
Marksist günlerinizde, siz ve diğer Marksist arkadaşlarınız, önce Rusya ve daha sonra 1940ʼlara kadar Sovyetlerin sürdürdüğü öjenik çalışmalar hakkında bilginiz var mıydı?
Vardıysa tasvip ettiniz mi? Yoktuysa, ne zaman öğrendiniz ve kaynaklarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Ayrıca, sizce Marksizm ile öjenik çalışmalarla kusursuz insan türetme arasında çelişki var mı?ʼʼ
ve cevabınız,
ʻʻ31 Gün Zileli 6 Ekim 19 / 9pm
bilgim yoktu ama inanırım, olmuştur. ʼʼ silindi.
Acaba farkında / bilginiz olmadan o zaman katıldığınız ve hâlâ farkında / bilginiz olmadan katıldığınız Yeni ve Daha İnce Irk Islahı mı silmenize neden oldu?
”ÇELİŞKİ SORUSUNA CEVAP DA KOLAY DEĞİL GALİBA”
Not: Tabii, isterseniz daha da ayrıntılı yazar ve kaynak kitapların adlarını verebilirim ama şu an önemli olan bu IRK ISLAHI (öjenik) inançların solcuların ruhuna sandığınızdan çok daha derinde yattığı üzerinde durmak. Hem de çok hayran olduğunuz Batı ülkelerinin en güzel, en güneşi bol, en demokratik, en Medeni, en sarışın, en Aydınlık dolu ülkeler ʻʻöjenik ebedi dönüşüʼʼ yapar durmakta olduğunu da hatırlatmak. Bu sitedeki gibi, bu ırkçılık yeni şekillerle eskisi kadar canlı, eskisi kadar geleceğe dönük, eskisi kadar ilerici, eskisi kadar sizler ve rakipleriniz gibi sosyal mühendislik amaçları güder.
Bazı alıntılar doğrudan eski sevgiliniz Bolşeviklerle ilgili, bazıları onlarından ebedi sevgilileri Batı ile.
1. Sat 6 Mar 1999:
Sweden pays for grim past
Up to 63,000 people, mostly women, were sterilised under a racial purity programme approved by the state until 1976. After years of evasion, Stockholm is finally offering the victims compensation
After years of denial, Sweden began moves yesterday to compensate thousands of citizens sterilised in a grim social experiment in eugenics which lasted more than 40 years.
Stockholm’s social affairs ministry announced it would pay up to £13,430 to each surviving victim of the 1934-76 programme
Not: Hatırlarmısınız,
– Ogürsel adlı bir okkalı aydın, aynı sizin gibi, şimdilik İmamhatip olsun, sonra güneşli günler gelir, demişti?
Sesiniz çıkmadı: hoşgörü=aynıgörü. Ama bizi sildiniz.
– Hele Hortlak, forget it! Irkçı faşistliği her deliğinden sızar: hoşgörü=aynıgörü. Ama bizi sildiniz.
– ʻʻ6 MSʼʼin Wallersteinʼi akıl almaz yorumu hakeza. Tekrar ediyoruz:
Wallerstein, 1989ʼda, ʻʻeğer bu kriz 50 yıl önce olsaydı, kapitalistler çözümü Marksizmʼde ararlardıʼʼ dedi. Çin henüz bulmuştu ve bulmaya devam ediyor ama sizin zırh maşallah sağlam: ʻʻ bilgim yok ama inanırım ʼʼ. “Uygurları TEMİZLEME haberim var ama işim, eski solculuk hatıralrı daha tatlı”
Wallerstein, 1848, 1789ʼun fiyaskosuna karşı; 1968, 1917ʼnin fiyaskosuna karşı der.
Sizler, şimdi geyik sohbeti yapan 68ʼliler, 1917ʼye bütün varlığınızla sarıldınız. Belki MS de sizin gibi aynı çorbayı ısıtıp ısıtıp sofraya koyan 68ʼli, ʻʻ Wallerstein öyle der ama demokrasi de var. Biz 68ʼlilerin umurunda bile değilʼʼ der.
2
ʻʻThe spirit of eugenics is still with us, as immigrants know to their costʼʼ
Ben, Batıʼda büyüdüm ve sizin kalmamış saçlarınız kadar kadınların güzel ve seksi olmaları baskısını gördüm ve okudum.
Hatta son olaylardan dolayı, Kürt taraftarı biri, verdiği konferansta savaşçı kızların güzelliğini anlattı durdu. Bu adam da sizler gibi büyük gazetelerde, büyük yazılar yazan , büyük beyinli bir entelektüel. W. Benjamin ise henüz 1920ʼde ʻʻgüzelliğe eğilim çok arttı, bu totaliterliğin gelme habercisiʼʼ dedi ama en iyisi ʻʻ bilgim yok ama inanırım ʼʼ deyip silin gitsin.
3
ʻʻThe Eugenics Movement in Post-Revolution Russia
The American geneticist and Marxist sympathiser, Herman J. Muller (1890-1967), one of the leading geneticists at the time, proposed a fusion between Mendelian eugenics and socialism. In his 1935 book Out of the Night, Muller argued that economic inequality masks genetic differences and that only in a Communist society can eugenics improve the human race. Although a classically trained geneticist, having discovered the fact that genes can be mutated with the use of x-rays, he believed eventually humans could be altered with an improved environment.ʼʼ
ʻʻRussian eugenics movement in the early 1920s in part explains how far-reaching and alternate visions for the future of mankind were advocated in a revolutionary society, as this 1921 quote from the Russian Eugenics Society clearly indicates:
“The eugenics idea must sooner or later gather under its banner all intellectual aware human beings. We must hurry, while there is still time, while it is still possible to ward off many of the misfortunes that are threatening cultured society, misfortunes that are the results of the one-sided development of modern civilization.”
Like their BRITISH and GERMAN counterparts, the Russian eugenicists felt it necessary to elevate eugenics to a level of religious fervour deeply ingrained in the minds of the masses.
Biology would eventually hold the key to perfecting human nature, despite admitting lacking the technology and scientific knowledge to adapt it to society. Eugenicists believed, nevertheless, that mankind’s gene pool could be improved on an unprecedented scale through the state enforced implementation of ideas of biological and social selection, and much faith was placed in eugenics as the saviour of modern society.
… principally in the second half of the 1920s, with a fusion of Marxism and eugenics to create the ‘New Soviet Man’.
Yeti ya Hızır (Deus ex machina) ʻʻbilgim yoktu ama inanırım, olmuştur. ʼʼ / ʻʻbilgim yok ama asıl amacımız güzel güneşli günlerʼʼ / ʻʻ bilgim var ama burası biz eski Marksistlerin geyik sohbeti yeri, sizi kimse dinlemezʼʼ
Çok daha var ama son söz çok doğru. Geyik sohbetleri daha kolay!
Çamuroğlu da Zileli gibi düşünüyormuş;
“Ne Selçuklu ne de Osmanlı Anadolusu’nu bir “toplum” gibi ele almak doğru olmayacaktır. Özellikle de XIII. yüzyıl Anadolusu’nda Akdağ’ın “iğreti topluluk” dediği göçebeler, sonra da Babailer şüphesiz Selçukluları “iğreti topluluk” olarak görüyorlardı. Giriştikleri ayaklanma da bir yanıyla kimin “iğreti” olduğunun sorgulanmasıdır.”
Reha Çamuroğlu, Tarih, Heterodoksi ve Babailer, s. 176
Aynı yerden;
“Daha önce de heterodoks inançları tartışırken gösterdiğimiz gibi, bu insanlar için hükümet, II. Gıyaseddin hükümeti olduğu için ya da İranlılaşmış (yabancılaşmış) bir hükümet olduğu için kötü değildir. Hükümet, hükümet olduğu için kötüdür. d Daha önce Babailerin yayıldığı topraklarda büyük bir ayaklanma yaratmış olan Bizans “uyruğu” Paulusçular da -Babailere oldukça benzeyen fikirleriyle- “yabancılaşmış” bir hükümete karşı mı ayaklanmışlardı? Babailer için hükümet, zaten yeterince yabancı ve kötüydü.
d. Günümüz insanının zihniyetinde “onsuz olmaz” bir yer tutan hükümet, XIII. yüzyıl Anadolusu’nun sözünü ettiğimiz insanları için hiç de öyle değildir. Onlar için hükümetsiz bir yaşam, bulunmaz bir “lüks” olacaktır.”
s. 171, 176
bu ılkel wahsıyle delıdoganın ortak yanları; ikiside ilkel vede Amok,Amok läufer. ikiside dünyaya cephe almasi..
Su bizim wahsi su delidogani yanina alsada muradlarina erse,filmde bitse..
Kürt hareketi tüm dünyada yanki uyandiriyor,hicbir zaman bu kadar ilgi ve destek görmemisti..Türkiyeye karsi tüm Dünya..
Tam Amok! tam Amok läufer!tercüme edilemiyor.. Arap ligasi adami,ahlaksiz,alcak,asagilik…. olarak niteliyor..arablardan bende bunu beklemezdim dogrusu..Bastaki Amok olursa araplara kurban olalim..
Süriye devleti türkiyeye savasacak,,onuda Iran, rusya destekliyor..
Delice durum…Delinin marifetleri..Delinin son günlerimi?
Bu asık suratlı arkadaşımıza yanıt veren Marksist Argüman arkadaşımız şöyle demişti;
“insanlara bu arabesk lakirdidan ba$ka söyleyecek bir $eyin yoksa yorum yazmana da gerek yok. burasi kendini jiletleyen müslümcülerin takildigi bir site degil.”
Hep Müslüm dinlemek olmaz. Şunlara kulak vermeli biraz da;
“All I wanna do is have some fun!”
https://www.youtube.com/watch?v=tHEskz6IuBA
Biraz eğlen. Hayatın tadını çıkar azıcık.
“Batsın bu dünya!” diyenlere kulak asıp üzme kendini.
Hiç olmazsa kendinle beraber başkalarını da batırmaya çalışma.
Not: Eklediğim notlar [] içinde.
Tarih bilmeyen hızlı devrimci bir KADIN, bir hikayeyi Elif Bacı Marksistliği at gözlüğüyle okumuş. Sonuç çıkarmada zorluk çekmiş, ʻʻhttps://marksist.net/okurlarimizdan/inkalarin-yenilgisinden-ders-cikarabilir-miyizʼʼ sitesinin EMEK ile biriktirdiği parayla Amerikaʼdan son ithal ettikleri kendilerinden bile büyük yapay beyinli ve adı ʻʻElif Bacı-Türk Marksizm-Yapay Zeka-Robotʼʼa sormuş: ʻʻİnkaların Yenilgisinden Ders Çıkarabilir miyiz?ʼʼ
ROBOTUN cevabı: Marks-Trumpʼın ʻʻgreat and unmatched wisdomʼʼına göre, ʻʻSiz de yenenler gibi hırçın ve yırtıcı olmalısınız! Aslında henüz olmuşsunuz ama hastalığınızı hayran olduğunuz Avrupa Beyazları gibi yayamamışsınız.
DEVRİMCİ KADIN! Oku, tarih öğren! Saray meraklısı Marksist-anarşistler gibi her okuduğunu devrim diline çevirme!
1. 2010 by Michael B. A. Oldstone: Viruses, Plagues, and History: Past, Present and Future
Michael Oldstone, a recently elected member of the National Academy of Sciences
and a professor of immunology and microbiology.
ʻʻ Nearly 300 million people were killed by smallpox in this century alone. Earlier, the successful conquest of Mexican Aztec and Peruvian Inca empires by a handful of Spanish conquistadors led by Hernando Cortes and Francisco Pizarro, respectively, resulted in large part from epidemics of smallpox and measles virus infection that decimated the native defenders.ʼʼ
ʻʻ In fact, neither the obvious technical superiority of the Spaniards, the superstitions that Aztec god Quetzalcoatl or other gods would destroy the natives, nor the Spaniards’ʼʼ
[Not: DEVRİMCİ KADIN! Yılda 30 milyon, günde 100 bin eder. Bir ilkokul çocuğu Avrupa Atalarınızın Amerikalardaki nüfuslara göre hastalıkların yenilgisi aritmetiğine çevirsin!]
[Not: Who in the f*ck Quetzalcoatl, Mayalı Marks falan mı?]
Biraz daha geriye gidelim.
2. 1976 by William H. McNeil: PLAGUES AND PEOPLES
ʻʻNearly twenty years ago [1956ʼda], as part of my self-education for writing The Rise of the West: A History of the Human Community, I was reading about the Spanish conquest of Mexico. As everyone knows, Hernando Cortez, starting off with fewer than six hundred men, conquered the Aztec empire, whose subjects numbered millions. How could such a tiny handful prevail? How indeed? All the familiar explanations seemed inadequate. If Montezuma and his friends first thought the Spaniards were gods, experience soon showed otherwise. If horses and gunpowder were amazing and terrible on first encounter, armed clashes soon revealed the limitations of horseflesh and of the very primitive guns the Spaniards had at their disposal. Cortez’s skill in finding allies among the Indian peoples of Mexico and rallying them against the Aztecs was certainly important, but most of his Indian allies committed themselves to the Spanish side only when they had reason to think Cortez would win.
The extraordinary story of the conquest of Mexico (soon to be followed by Pizarro’s no less amazing conquest of the Inca empire in South America) was really only part of a larger puzzle.ʼʼ
[Not: kitaba giriş devam eder, OKU DEVRİMCİ KADIN HANIM, OKU, tamamını oku, solcular gibi atıp tutma!]
ʻʻA casual remark in one of the accounts of Cortez’s conquest—I can no longer tell where I saw it— [Not: Bernal Díaz del Castillo: [1632]. ʻHistoria verdadera de la conquista de la Nueva Españaʼ veya sitenin İspanyol anarşisti Zileliʼnin diliyle ʻ[1632]. The Conquest of New Spainʼ] suggested an answer to such questions, and my new hypothesis gathered plausibility and significance as I mulled it over and reflected on its implications afterward. For four months after the Aztecs had driven Cortez and his men from their city, an epidemic of smallpox broke out among them, and the man who had organized the attack on Cortez was among those who died. Such an epidemic, striking an entirely inexperienced population, was dreadful in itself, and no one knew how to respond or what to do. Since the population lacked inherited or acquired resistances, something like a quarter to a third of them presumably died from the initial onslaught.
Moreover, it is worth considering the psychological implications of a disease that killed only Indians and left Spaniards unharmed. Such partiality could only be explained supernaturally, and there could be no doubt about which side of the struggle enjoyed divine favor. The religions, priesthoods, and way of life built around the old Indian gods could not survive such a demonstration of the superior power of the God the Spaniards worshiped.ʼʼ
[Not: Vay be! Demek Elif Bacının Marksʼı çok haklıymış, din uyutmuş bu salakları. Şimdi bile, Afrikalı geri kalmışlar ʻʻtedaviyi cüzdanın yaparʼʼ diyorlar!]
3. [Aynı tarihçiden 1999] William H. McNeill: The Plague That Saved Jerusalem, 701 B.C.
4. [daha da eski 1935] Hans Zinsser (Harvard biologist): Rats, Lice and History
Ve nihayet eşsizler!
Üzüm üzüme baka baka kararırmış. Saray solcu devrimcileri de ʻyenilgiyiʼ, doğlal ki, bu anlamda kullanırlar. Yani akıl almaz savsaklık, solun çok çirkin ve çok yaygın özen yoksunluğu. Kelimeleri taraftar toplama amacına uydurulur.
Bakalım şu ʻʻyenilgiʼʼ dil çabukluğuna. En başta en son:
Which US states are celebrating Indigenous Peoples’ Day
https://www.aljazeera.com/news/2019/10/states-celebrating-indigenous-people-day-191014172801125.html
– John Collier: The Indians of the Americas (1947)
John Collier was educated at Columbia University and at the Collège de France in Paris. At Columbia, Collier began to develop a social philosophy that would shape his later work on behalf of American Indians. He was concerned with the adverse effects of the industrial age on mankind. He thought society was becoming too individualistic and argued that American culture needed to reestablish a sense of community and responsibility. FROM 1907 TO 1919, HE WORKED AS SECRETARY OF THE PEOPLE’S INSTITUTE, where he developed programs for immigrant neighborhoods, emphasizing pride in their traditions, sponsoring lectures and pageants, and political awareness.
John Collier (May 4, 1884 – May 8, 1968), a sociologist and writer, was an American social reformer and Native American advocate. He served as COMMISSIONER FOR THE BUREAU OF INDIAN AFFAIRS in the President Franklin D. Roosevelt administration, from 1933 to 1945. He was chiefly responsible for the “Indian New Deal”, especially the Indian Reorganization Act of 1934, through which he intended to reverse a long-standing policy of cultural assimilation of Native Americans.
Collier was instrumental in ending the loss of reservations lands held by Indians, and in enabling many tribal nations to re-institute self-government and preserve their traditional culture.
– Frederic Turner: The portable North American Indian reader (1974).
– Richard Drinnon: Facing West: The Metaphysics of Indian-Hating and Empire-Building (1997).
Bu kitabın şahane epigrafi:
ʻʻJollity and gloom
were contending for an empireʼʼ
[Not: Indians = Jollity; Gloom= ABD, Bolşevikler, Avrupa, Çin, bu sitenin pornografi ve şarkıcı Youtubeʼu, Facebook, Twitter, Silicon Valley … kısaca, kazananlar tarihi içinde kaybolmuş, saray etrafında tur atan solcu devrimciler, marksist-anarşistler.]
ʻʻWhich US states are celebrating Indigenous Peoples’ Dayʼʼ; adlarını yazdığım çok az sayıda ve diğer binlerce kitaplar, bu yavşak Elif Bacı-Marksisti soytarı DEVRİMCİ KADIN ve tüm solcular gibi taraftar toplama amacıyla anlatıp her türlü alçaklık, gaddarlık, hırsızlığı ʻyenilgiʼ laf çabukluğuna çevirmeler değil, iğrenç muamelelere rağmen ayakta durmayı başaranları anmalar ve hâlâ yaşadıklarını hatırlatmalar.
ŞAHANELER ŞAHANESİ BİR ÖRNEK:
Salt benim gibi minnacık beyinlilerin okuyunca beyninin durduğu bir yenilgi/zaferin efsanesi.
Theodora Kroeber, ʻʻISHI in Two Worlds: A biography of the last wild indian in North Americaʼʼ:
46 yıl (1865-1911), 7-10 yaşındaki çocuklara bile fahişelik ettiren, gözleri kan-altın bürümüş, medenilerin medenisi, sarışınlar sarışını, Bolşeviklerin İdolü, Çinlilerin İdolü, Türklerin İdolü, Kürtlerin İdolü, hatta şimdi Avrupalıların bile İdolü Amerika hırçın köpeklerine hiç bir iz veya koku bırakmadan kurtulabilenlerin efsanesi. Okursanız, ALTIN madalya kazanan sporcularla kıyaslayın.
Not: Belki, annesinin aşağıdaki, bu site ve Türk solcu devrimci marksist-anarşistler gibi, kıvır allah kıvırmaları, Ursula Le Guinʼin ʻʻanarşistʼʼ olmasına neden oldu.
Bakın Theodora Kroeber nasıl kıvırmış:
ʻʻIt is nearly a half century since lshi startled the Modern World by accidentally wandering into it from the Stone Age. There follows an account of all that is surely and truly known of him. What he BELIEVED AND FELT AND DID in THE MODERN WORLD AND, EARLIER, İN HİS OWN WORLD ARE the bone beads of his story. The stringing of such of these beads as could be recovered onto a single strand has been my task. Surprisingly, the circle of his life’s necklace appears whole despite its many incompletions.
The history of lshi and his people is, inexorably, part of our own history. WE HAVE ABSORBED THEIR LANDS into our holdings. Just so MUST WE BE the responsible CUSTODIANS of their tragedy, ABSORBING IT into OUR TRADITION AND MORALITY.
Not: Sağcı Devrimciphage-Solcu Devrimciphage ikizlerin ebedi oburluğu. Bunlar, her önlerine geleni yer, Sağ/Sol yaygarası kusarlar.
Tabii, yerliler kültürlerini tamamıyla koruyamadılar ama acaba bu solcu simsarlığı yapanlar onlar kadar koruyabildi mi? Çinliere bakın, hepsi maşallah sarışın mavi gözlü olmuş. Türkler hakeza. Hatta tüm insanlık hakeza, eğer politikacı marksist-anarşist solcular gibi kelimeleri lastikleştirirsek.
Söylediğimi, çok daha da kısa da olsa, ifade eden iki alıntı:
1. Çok sevdiğim ve koyu dinci (Marks+Laik Anarşist Allah göstermesin, ne devrimci günlere kaldık yarabbim!) bir anarşitten.
İki alem var: Gereklilik ve Özgürlük. Gerekliliği seçersen bu saray devrimcileri gibi saraya saldırma için taraftar toplarsın. İşte bu site, Marksist Elif Bacı soytarısı DEVRİMCİ KADININ aldığı ders.
2. Fukuyamaʼya ilham olan Hegel müridinden: Homo sapiens had arrived at the end of its history and at this point had before it only two possibilities: access to a post-historical animality (incarnated by the “American Way of Life”) or snobbism (incarnated by the Japanese, who continued to celebrate their tea ceremonies, devoid though they were of any historical meaning).
Not: Solcu devrimci marksist-anarşistler Japonlara benzerler. Bakın mesela sitedeki faydalı salaklar 1968ʼcilerin utanmadan ʻʻah o eski gençlik marksist-leninist,stalinist-maoist falan filanist günlerimizʼʼ tatlı dedikodularına.
Ama bir şey çok saygıya değer: Çoğunluğun demokrasisi. Bütün marksist-anarşist sitelerde solcular, devrimciler, laikler, partiler arası kavgacılar çoğunluk. Boşuna Medeniler arasında en yaygın hastalık yalnızlık değil. Sosyal Medya bir Yalnızla Kalabalığı, mesela.
ʻʻKürt hareketi tüm dünyada yanki uyandiriyor,hicbir zaman bu kadar ilgi ve destek görmemisti..Türkiyeye karsi tüm Dünya.ʼʼ
Hortlak, insan felaketlerini politika kozu etme alçaklığında yarışa girdiği Erdoğanʼı arkada bırakmış.
Canların verenler can derdinde, politikacı Hortlak et derdinde.
Galiba ʻʻilkel vahşiʼʼ haklı. Sağ ve Sol aynı madalyonun iki yüzü.
ʻʻÇamuroğlu da Zileli gibi düşünüyormuşʼʼ
Aslında her ikisi de modaya katılmada geç kalmışlar. Marks-Engels Merdiveninde çevik olmak gerekir, şartlar oluştuğunda hemen zıplayacaksın.
1970ʼlerde, petrol bunalımıyla tetiklenen ve ardından yaşanılan toplumsal/topluluksal bunalımına ÜÇ çare bulundu : Kadıncılık, Çevrecilik, Çok kültürlülük (Multiculturalism). Daha kısaca ʻʻkeep them busy!ʼʼ
Eğlence endüstrisi de takviye etti: şarkı-türkü-dans-seks-spor-filimler…
Kapitalistsiz kapitalizm, parti kapitalizmi soytarılığı eden Bolşevikler darmadağın olunca, ʻʻMulticulturalismʼʼ modası daha da büyük bir hız kazandı. Örneğin ʻʻÇorbaʼʼ olan ABD, malzemelerin tek tek tadı alındığı ʻʻsalataʼʼ oldu. Toplum, topluluklar oldu. Bok çukuru ülkelerin acı akibeti!. Zenon’un paradokslarının TOPLULUKLAR arası yarışması!
Ama bazen geride kalmadan daha acı, daha vahim maymunluklar da oluyor. Mesela 1968ʼe katılan Türk solu, yararlı enayiler olmaktan başka bir şey başaramadılar. Yapay Zekalı akıllı bombaların kapı kapı dolaşıp pislikleri temizlediği zamanımızda Kamil Okuyan salaklıkta dünya rekoru kırabilir, Hortlakʼı bile salaklığını Amerikan klavyesiyle yazdığı saçmalıklarla kapatıyor.
And Zileli is an honourable man; So are they all, all honourable men.
Bu faydalı salaklar, birbirlerini ciddiye almakla kendi kendilerini ciddiye alırlar. Hegel-Marks diyalektiği falan filan.
“Birtakım adamlarımız Yunan-Latin kültürünü Arap-Fars medeniyetine zıt bir seçenek ve yeni bir medeniyet yolu olarak sunup, yeni bir toplum yaratmaya kalktılar. Oysa tarihte Yunan-Roma-Arap-Fars kültürleri sandığımızdan daha çok kaynaşmış ve birbirini daha iyi tanımış beşeri kompartımanlardır. Türkiye’de hümanist tipte bir kültür tek boyutlu olarak kurulamaz, bunun için Doğu’yu, Batı’yı kapsayan yaygın ve renkli bir öğrenim şarttır. Bu yapılmazsa ne olur? Batı medeniyetinden söz edenler Yunancasız, Latincesiz, sadece Fransızca veya sadece İngilizce bilir.”
İlber Ortaylı
İlkel Vahşi, ilkel vahşilerin başına gelen felaketleri politika kozu etme alçaklığında yarışa girdiği Hortlak’ı arkada bırakmış.
Canlarını verenler can derdinde, politikacı İlkel Vahşi et derdinde.
Galiba Hortlak haklı. İlkel Vahşi ve Delidoğan aynı madalyonun iki yüzü.
“[Edward Said] Aynı bağlantıyı yine ünlü kitabında [Oryantalizm] yaptığı bir alıntıyla ortaya koyar:
“Avrupalıların düşündürücü ve vazgeçilmez tutkusu: güçlerinin yeni araçlarını kullanmak için gösterdikleri sabırsızlık…” (Edward Said, a.g.e., s. 57.)
Ve yaklaşımını derinleştirerek tahakkümün başka bir boyutuna işaret eder:
“Oryantalistler bireylerle meşgul olmazlar. Onlarla konuşmaya yetenekli değillerdir.” (Edward Said, a.g.e., s. 269.)
“Batı”nın, kurduğu tahakküme dayanarak bir “Doğu” ve “Doğu geçmişi” yaratmasına gösterilen bu şiddetli tepki, aslında birçok yaklaşımda “Doğu”nun da kurucu öğesiyle burun buruna geliyor, fakat bu noktada ani dönüşler yapıyordu. Yazdıkları eleştiriler ve tarih, tahakküme karşı yöneltilen acılı oklarla doluydu, ama sadece Batı tahakkümüne. Fatih Sultan Mehmed, toplarını Akkoyunlu atlılarına çevirdiğinde ya da Hendek Savaşı’nda hendekler kazıldığında “Doğulular” güçlerinin yeni araçlarını kullanmak için” acele etmiyorlar mıydı? Said’in ikinci saptaması çok daha derinlikli, fakat bireylerle konuşmaya yetenekli olmayanlar sadece oryantalistler değildir. Bireylerle konuşmaya yetenekli olmayan ister “oryantalist” olsun ister “Doğulu” olsun mütehakkimdir.
Kanımızca oryantalizm eleştirmenleri oryantalistleri eleştirirken yaratılan “Doğulu”yu reddetme çabası içinde bir “Batılı” yaratıyor ve sorunu bambaşka bir açıdan aldıklarını iddia ederken oryantalizmin onsuz var olamayacak tepkisi oluyorlar. Bu da ister istemez, “günümüzde oryantalistlerin elinde olan ve yüksek bir tanımlama/adlandırma gücü anlamına gelen iktidar Doğuluların elinde olsaydı, bu defa ağlamaklı bir yüzle sahneye çıkanlar belki de ‘oksidantalizm’ eleştirmenleri olurdu” dedirtiyor. Vakti zamanında güç “Doğu”nun elindeyken bunun olmamış olması (gerçi “mal bulmuş Mağribi gibi” deyimi de var) bir şeyi değiştirmez. Çünkü o dönemlerin iktidarı, bugünkü tanımlayıcılık gücüne sahip değildi. Bir oryantalizm eleştirmeni şöyle yazıyor:
“…bilginin değişmesi, iktidarın değişmesi ile mümkündür.” (Bryan S. Turner, “Oryantalizm ve İslamda Sivil Toplum Meselesi”, Oryantalistler ve İslamiyatçılar, s. 55.)
Katılmıyoruz, bu ancak bilginin yönünü değiştirir. Bilginin değişmesi “iktidarın” yok olmasıyla mümkündür.”
R. Çamuroğlu
“Son senelerde, 2003 yılında kaybettiğimiz İngiliz edebiyatı profesörü olan Filistinli Hıristiyan Edward Said’in çıkardığı Oryantalizm adlı eser, artık etkilerini duyurmuştur. O kadar ki bu eseri izleyenler Edward Said’i adeta zamanın bir mürşidi haline getirmişlerdir. Üzerinde doktora çalışmaları yapılmaktadır. Bu gayet normaldir; fakat işin asıl ilginç yanı bu tip bir düşünce üzerinde durularak Batı Avrupa ve Amerika’nın Şark çalışmalarını değerlendirmeye almaktır. Hiç kuşkusuz ki Edward Said’in taraftarları kadar düşmanları da vardır. Kendisine muarız olanların içinde Türk okuyucusunun çok yakından tanıdığı, Türkiye tarihi ve Osmanlılık üzerine önemli eserler yazan ve diyebilirim ki Türklere ve Türk tarihine hayırhah nazarla bakan zamanımızın ünlü doğubilimcisi Bernard Lewis de vardır. Bernard Lewis, Edward Said için şu eleştiriyi yapıyor: “Birisi çıksa, eski Yunan araştırmalarının sadece Yunanlılar tarafından yapılması gerektiğini, eski Yunan araştırmalarında sapma olduğunu ve Yunanlı olmayan Hellenizm araştırmacılarının casus ve art niyetli olduğunu söylese, kendisine deli diye bakarız.”
Oysa yaşayan Şark ve Şarklılar için ileri sürülen bu gibi görüşler taraftar toplayabilmektedir diyorum. Hiç şüphe yok ki yazarın da, eleştirmenin de sivri tarafları vardır ve bu, zamanımızda Amerika gibi, Şarklıların nezdinde kudret ve kuvvet sahibi ülkenin Şark edebiyatı, Şark tarihi kürsülerini ele geçirme kavgasıdır…
…
İşin çaresi aslında bizim de garbiyatçı, yani oksidantalist olmamız. Garp alemini, Hıristiyanlığı, onların tarihini, hukuki, sosyal yapılarını incelememiz gerekir. Biz İngilizceyi ve Fransızcayı biliyoruz; o medeniyetin kökü olan Yunanca ve Latinceyi bilmiyoruz. Biz o alemin tarihini, coğrafyasını, hukuki yapısını bilmiyoruz. Bizim bildiğimiz Batı kültürü ve dillerini İskenderiye limanındaki hamallar, tercümanlar ve rehberler de biliyorlar. Bunun dışında bir oksidantalizme yönelmediğimiz takdirde, bu gibi komplekslerden kurtulamayız, ki bunu son zamanlarda Ürdün’ün akıllı, eski prens veliahdı Hasan bin Talal da söylüyor. Birbirlerini tanımayan, birbirlerinden şüphe eden kitlelerin bulunduğu yerde ne sulhüsalah yani barış, ne de onurlu bir eşitlik olur.”
İlber Ortaylı
Okuyan, insan felaketlerini politika kozu etme alçaklığında yarışa girdiği Çarlık rejimini arkada bırakmış.
Canlarını verenler can derdinde, politikacı Okuyan et derdinde.
Galiba Zileli haklı. Çarlık ve Bolşevikler aynı madalyonun iki yüzü.
Kitap: Stalin ile Churchill Arasında: SSCB Londra Büyükelçisi Mayski’nin Günlükleri (1932-1943)
Hazırlayan: Gabriel Gorodetsky (Tarih profesörü)
Çeviren: Deniz Berktay
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
(Ivan Mikhailovich Maisky
1884-1975
Sovyet diplomat, tarihçi, siyasetçi, II. Dünya Savaşı dönemini de kapsayacak şekilde SSCB’nin Londra’daki büyükelçisi)
Kısa bilgi:
http://www.kitaptansanattan.com/kitap/stalin-ile-churchill-arasinda/
Gabriel Gorodetsky’nin Işın Eliçin’le kitap üzerine yaptığı konuşma (İngilizce):
https://www.youtube.com/watch?v=_VWyF-JItSA
Gün bey,
Yukarıdaki kitap, internet satış sitelerine henüz gelmedi. Yakında gelir.
Eğer İstanbul’a uğrayıp çeşitli kitabevlerine giderseniz, kitabı raflarda bulabilirsiniz.
İran’da Barış Pınarı’nı destekleyen futbolcuya men cezası
İran Futbol Federasyonu, Barış Pınarı Harekatı’nı desteklemek amacıyla sosyal medya hesabından Türk bayrağı ve Türk askerinin fotoğrafını paylaşan futbolcu Mehdi Bebri’ye sahalardan men cezası verdi.
İran Futbol Federasyonuna (FFIRI) ait internet sitesinde yayımlanan açıklamada, “Traktör Futbol Takımı oyuncusu Mehdi Bebri sportmenlik dışı davranışta bulunması nedeniyle geçici olarak sahalardan uzaklaştırılmıştır.” ifadelerine yer verildi.
1932’den 1943’e kadar Sovyetler Birliği’nin Londra Büyükelçisi olarak görev yapan Mayski’nin özgün ve büyüleyici günlükleri, Sovyetler Birliği’nde 1930’lu yıllarda ve II. Dünya Savaşı yıllarında görev yapmış üst düzey yöneticilerin tuttuğu çok az sayıda günlük arasındadır. Çünkü Stalin rejiminde günlük tutmak, son derece tehlikeli bir girişimdi.
Günlükleri Rus arşivlerinde çalışırken bir tesadüf sonucu bulan Gabriel Gorodetsky’nin, 15 yılı aşkın sürede, titiz bir çalışmayla notladığı ve yayına hazırladığı ‘Stalin ile Churchill Arasında: SSCB Londra Büyükelçisi Mayski’nin Günlükleri (1932-1943)’, II. Dünya Savaşı öncesindeki ve sırasındaki olaylara çok farklı bir ışık tutuyor. Münih Antlaşması’ndan Molotov-Ribbentrop Paktı’na, Churchill’in savaşma kararlılığından Almanların Rusya’ya saldırmasına, “ikinci cephe” açılması tartışmalarından Türkiye’nin savaşa girmesi için yapılan baskılara kadar birçok konu deneyimli ve geniş haber kaynaklarına sahip bir diplomatın kaleminden günlüklere yansıyor.
Churchill, Roosevelt, Lloyd George, Chamberlain, Stalin, Litvinov, Molotov, Tevfik Rüştü Aras, İsmet İnönü gibi siyaset sahnesinin önde gelen isimleri kadar, Bernard Shaw, Beatrice Webb, Mihail Şolohov gibi düşün ve edebiyat sahnesinin ünlü simaları da Mayski’nin portreler galerisinde kendilerine yer buluyorlar.
[ http://www.kitaptansanattan.com/kitap/stalin-ile-churchill-arasinda/ ]
çok ilginç. hemen alacağım.
Sovyet halklarına kan kusturan Bolşevik iktidarın “devrim” yaptığı iddiası bir yalandır.
“Devrimin koruyucusu” sanılan “Red Army” (Kızıl Ordu) bir illüzyondur.
Tıpkı “The Woman In Red” (Kırmızılı Kadın) gibi bir illüzyon:
https://www.youtube.com/watch?v=XaFoMpFeWlM
Hayvansal yaşamı yaşayan dıyojen great ıskendere kendisıni köpek dıyojen olarak tanıtmışmış. Oda havlamışmış..
no!
Köpek olamaz! Köpegın dısleri var,4 ayağı var,sindırim sistemı farklı,kan ısı ayarı farklı.
Köpeklerde kus gıbi yasayamaz.
Delıdogan da saddami,gaddafi hatta rüyasını hıtler gıbi olmak,yaşamak ıstiyor.
Boşuna uğraşıyorlar.olamaz.
“Ecdad”larının devletinin sonunu getirecek olan olaylar 1. Dünya Savaşı’ndan, hatta Balkan Savaşları’ndan da önce, 1911 Trablusgarp Savaşı ile başlamıştı.
Yani bugünlerde de Suriye – ve genel olarak Arap – bataklığına (yoksa “2. Arap Bataklığı” mı demeli?) girmeye başladıkları 2011’den tam yüzyıl önce.
Tesadüf mü?
Kader mi?
“Coğrafya kaderdir.”
(Yakup Cemil’in başarısız darbe girişiminin 15 Temmuz’dan yüzyıl öncesine denk geldiğini de unutmamalı bu arada.)
Neden herkes ona karşı?
fatih sultan mehmet’in tamamen balon olması
“türkiye tarihinde cok abartılır. dünya tarihinde ise hiç bir gideri yoktur. cağ mağ değiştirmeside yoktur. 1453′ te çağ değişti diyen sadece türkiyeli tarihcilerdir. tüm dünya çağın değiştiği tarih olarak 1492’yi yani amerikanın keşfi olarak kabul eder. fatihin adı dünya tarihinde gecmez bile.
200,000 kişi ile sadece 1200 kişinin korduğu istanbullu 53 günde zor bela alabilmiş bir liderdir sonucta. (başkada hiç bir gideri yoktur. istanbulun fetihininde gider bir tarafı yoktur aslında 200,000 osmanlıya karşı sadece 1200 bizanslı)
o bir büyük iskender, cengiz han, timur, sezar, eguen, napolyon olmadığı gibi, arnavut iskenderin canı sıkıldıkca patakladığı bir liderdir. dünya tarihinde bilindiği nokta budur. iskenderin zayıf kuuvetleri ile zırt pırt dövdüğü imparatordur.
arnanut iskenderin bir lafı vardır
”benim düşmanlarım anılmazken ben tarihte hep muzaffer bir komutan olarak anılacağım””
“büyük toplar döktürdü diye çağ açıp çağ kapandığına inanılıyor ne yazık ki.
fatih okumuş eğitimli bir adamdır. ama bizim cahil anadolu çomarının dedesi falan değildir. neyse ne banane.”
https://eksisozluk.com/fatih-sultan-mehmetin-tamamen-balon-olmasi–6216564
Delidoğan’a benzeyenler “ilkel vahşi” değil, ancak bir “ölüm tanrısı” olabilir.
HAYATTAN ve MUTLULUKTAN NEFRET eden, etrafa sadece MUTSUZLUK ve ÖLÜM saçan, insanlara ölüm getirmekten başka bir şey istemeyen insanlar bunlar.
Antrolopogların bulgularını ve tespitlerini bu sitede sert bir üslupla hatırlattığı için, bahsi geçen kişiyi; ‘delidoğan’, ‘wahsi’, ‘vahşi’, ‘ilkelci’, ‘ölüm tanrısı’ ve benzerleriyle nitelemek yanlış.
Pipsueak’in sorduğu temel sorular şunlar:
(1) ‘Medeniyet’ denen şeyi savunanlar (ve uygulayanlar); tarih boyunca, öteki olarak damgaladığı ‘ilkel’leri niçin katletti?
(2) ‘Medeniyet’in getirdikleri yüceltilirken, götürdükleri niçin saklanıyor?
(3) İletişim araçları (smartphones, whatsapp, instagram, twitter, facebook vb.) yaygınlaşırken; ‘iletişim’in bizzat kendisi niçin azalıyor? İnsanlar niçin hâlâ yalnız hissediyor?
(4) ‘Medeniyet’ yolculuğunda bir istasyon olan ‘Google’ aracılığı ile bilgiye erişim hızlanmış ve kolaylaşmışken, ‘hikmet sahibi olmak’ niçin erozyona uğruyor?
Bazı cevaplar:
‘Kızılderililer Nasıl Yok Edildi?’ (Bartolomé de las Casas)
https://www.babil.com/kizilderililer-nasil-yok-edildi-kitabi-bartolomeo-de-las-casas
‘Yerlilerin Gözyaşları: Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi’ (Bartolomé de las Casas)
https://www.kitapyurdu.com/kitap/yerlilerin-gozyaslari-amp-yerlilerin-yok-edilisinin-kisa-tarihi/136699.html
‘Tüketim Toplumu’ (Jean Baudrillard)
https://www.kitapyurdu.com/kitap/tuketim-toplumu/61520.html
‘İnsanın Eskimişliği: İkinci Endüstri Devrimi Çağında İnsan Ruhu Üzerine’ (Günther Anders)
https://www.kitapyurdu.com/kitap/insanin-eskimisligi-1-cilt-amp-ikinci-endustri-devrimi-caginda-insan-ruhu-uzerine/447282.html
‘İnsanın Eskimişliği: Üçüncü Endüstri Devrimi Çağında Yaşamın Tahribatı Üzerine’ (Günther Anders)
https://www.kitapyurdu.com/kitap/insanin-eskimisligi-cilt2-/480455.html
‘Yalnız Kalabalık’ (David Riesman)
https://www.kitapyurdu.com/kitap/yalniz-kalabalik/410091.html
Son not:
‘İlkellerin nasıl yaşadıkları ve başlarına gelen katliamlar’ ile ilgili yazılar yazmak, sert bir üslupla uyarılar yazmak; ‘ilkelci olmak’, ‘vahşiliği savunmak’, ‘mutsuzluğu savunmak’, ‘ölümü savunmak’ ve benzerleri değildir.
“Üslub-u beyan, ayniyle insan” derler.
İnsanın dışı, içinin aynasıdır.
Ağızlarından tükürükler saçarak herkese saldıran insanların, içlerinin de böyle olması bir yana, kendilerine hak ettikleri cevap verildiğinde itiraz etmeye hakları yoktur.
Önüne gelene saldır, sonra “niye bana saldırıyorlar?” diye sızlan.
İşte bu olmaz.
Anti-komünizm, daha önce Zileli’nin kullandığı bir ifadeyle, “reaksiyoner ve saldırgan, faşizan bir komünizm düşmanlığıdır”. Fakat komünizmi, komünist denen ülkelerdeki iktidarları ve uygulamalarını eleştirmek, olumsuzluklarına karşı çıkmak, başka bir şeydir.
Burada “komünizm” yerine “medeniyet” koyduğunuz zaman, kimin anti-komünistlere benzeyen “reaksiyoner ve saldırgan, faşizan bir medeniyet düşmanı” olduğunu, kimlerin ise “medeniyet”in olumsuz taraflarını eleştirenler olduğunu daha iyi görürsünüz.
“Medeniyet yüzde yüz olumsuz, ilkellik yüzde yüz olumludur” şeklindeki toptancı mantığın eleştirisine girmiyoruz bile.
Çünkü boşunadır, buna işaret ederek hiçbir şartlanmış zihni değiştiremezsiniz.
16. yüzyıldan sonra Avrupalı büyük beyinliler mantığı bir tarafa bırakıp sistem kurmaya önem verdiler. Türk aydınları da onları izlerler. Eğer güldürücü bir benzetme yaparsak, modernlik reklamcılık gibi ağız sulandırmayı amaç edinir.
Bu hipotezi irdelemek çok daha geniş alanlar kapsar ama aşağıdaki bu konuyu dah iyi açıklar.
Özgür Üniversitede solcu devrimci Türk-Kürt avangardı Marksist-Anarşist profesörlerimiz ve davet edilen teorisyenleri dinleme fırsatlarını iyi değerlendirdiğimizi düşünüyoruz. Devrimcilik eğitimimize sosyal medya katkısı da az sayılmaz.
Eğitimizde bizler büyük yardımları olanlar aşağıda:
Zileli ve Prof. Başkaya; Troçkist Sevran Sungur ve Ron Margulies; Marksist Hortlak, Argüman, Elif Çağlı, Kemal Okuyan, Demir Küçükaydın, Yalçın Küçük ve benzerleri. Maalesef, en uç solda olan ilkelci anarşistlerin sitesi ʻʻhttp://yabanil.net/ʼʼ ile ancak Big Brother aracılığıyla ilişki kuruluyor. Eğer polise kayıt ettirmezseniz televizyon gibi tek yönlü bir eğitim.
Bu büyüklerimize çok minnettarız.
Mantık sorunu nerede?
Yukarıdaki devrimci entelektüellere göre gerçekten eğlenmek, ʻʻhaving funʼʼ ancak ve ancak devrimden sonra gerçekleşecek. Eğer hatırlarsanız, Emma Goldman, “Dans edemeyeceğim devriminizde yer almamʼʼ (“If I can’t dance I don’t want to be in your revolution,” dedi.
Doğru ki, Marxist argüman arkadaşın ʻʻkendini jiletleyen müslümcüʼʼ dediği Pipsqueak, kendisi gibi, devrim konusunda bilgisi sıradan ve satıhsal. Saçmalıklar dolu yazılarla herkesle dalga geçen ve devrimi bile ciddiye almayan biri. Ama bunu yaparken EĞLENDİĞİNİ inkar edemeyiz. Yani, ANINDA, sizlerle eğlenirken, EĞLENİYOR (HAVİNG FUN). Halbuki, yüksek kaliteli ve yüksek zekalı gerçek devrimciler, EĞLENMEK İÇİN DEVRİMİ BEKLEMEYİ ÖNERİYORLAR.
Pipsqueak, yukarıdaki ağır başlı gerçek devrimcilere sürekli ʻʻkıçı sıkılarʼʼ (ʻʻtight assesʼʼ) diye hitap eder. Marxist argüman arkadaşın yanıt verdiği yazıda Bolşevikleri Mekkelilere benzetir ki o da biz Pipsqueakʼin ʻʻ müslümcüʼʼleri de sizler gibi alaya aldığını gösterir. Bizce, Pipsqueakʼin birkaç yazısını üstün körü okuyan biri bile onun zerre kadar dinci olmadığını anlar. Ama şu da doğru ki, Pipsqueak, siz devrimcilerin geleneksel dincilerden çok daha fanatik dinciler olduğunuzu da defalarca söyledi. Bu da sizleri, 0/1 mantığıyla, onun karşı dinci olduğuna inandırmış olabilir. Kısacası, hislerle değil, ağır başınızla okursanız, bilgi gibi, yazılan dini din yerine koymaz. Sizlerin inançlarınızla ilgili akan mürekkepler ise, arındırılırsa, dünya su kıtlığına son verebilir.
Diğer bir yazıda da sizleri ünlü bir Amerikalı yazarın aşağıdaki tespitinde sizleri suratı asık, aşır başlı, devrim ateşiyle yanıp tutuşan Püritenlere benzetir. Püritenler de, sizler daha iyi bilirsiniz ama fazla mal can çıkarmaz, Kudüsʼü Amerikaʼda, yeryüzünde, kurma peşinde koşturanlardan.
Ünlü Amerikan yazar Hawthorneʼnın, dünyayı pisliklerden arındıktan sonra eğlenmeye başlamayı düşünen sizler gibi gerçek devrimcileri, tasviri:
Eğlenenlerle asık suratlılar
Dünyaya egemen olma rekabeti içindeydi.
Tabii çok belli ki, ciddi ve asık suratlılar kazandı. Aslında siz ciddi devrimciler haklısınız ama Pipsqueak ANINDA EĞLENİYOR sizler BEKLEMEYİ TERCİH EDİYORSUNUZ.
Sayın 53 Anonim, siz ve Marxist argüman düşünmeden, büyük bir ihtimalle okumadan, daha büyük bir ihtimalle Pipsqueakʼin ciddi bir konuda soytarılık etmesine haklı olarak kızarak, yanıtlarda bulunmuş ve mantık hatası yapmışsınız.
Eminiz, Pipsqueak bu yazdıklarımızı görürse kahkahalara boğulur. Lütfen dikkatli olun. Kaç defa gülmeyi çok sevdiğini söyledi. Sizlerle dalga geçip duruyor. Gerçi, çok büyük beyinli olduklarından, bazı ağır başlılar cevap bile vermez oldular.
İlkel’den fazla İlkelcilik
Fear leads to anger. Anger leads to hate. Hate leads to suffering.
Bana “medeniyet iyi bir şeydir” dedirtemezsiniz!
Ey İlkel Gençliği!
Birinci vazifen, medeniyeti ilelebet yok etmektir!
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir!
Ne mutlu İlkel’im diyene!
Benim başörtüsüz (ve hatta tamamen örtüsüz ve üpüryan) ilkel vahşi bacılarıma saldırdılar!
“Ölüm Tanrısı”ndan sözedilmişken, bir şeyi unutmayalım:
Monoteist denilen modern Çok-Tanrıcılığın farklı bir şey olmadığını, daha doğrusu Antik Politeizm’in günümüzde hala devam ettiğini.
Yani, aynı tanrıların sadece Yunanca ve Latince isimlerinin farklı olması gibi.
Azrail; Ölüm Tanrısı, yani Hades/Plüton’dur.
Vahiy Tanrısı Cebrail; Tanrıların Habercisi Hermes/Merkür’dür.
Meryem/Artemis/Kybele ise; Efes’te tapınağı olan Ana Tanrıça’dır.
Bu Tanrıların ve Tanrıçaların yardımcılarını da unutmamalı tabii.
Aşk Tanrıçası Afrodit’in/Venüs’ün hizmetindeki Cennet kızları olan Huriler gibi mesela.
Bununla ilgili şöyle bir şey de varmış:
Seks Tanrıları: Seks, İçki, Seks Tapımı, Tektanrı ve Yardımcıları
Elvin Azar Süzer
Berfin Yayınları
İlkçağlarda Anadolu’da, Arabistan’da, Yakın Doğu’da, Hindistan’da, Kıbrıs’da insanoğlu tanrılara içkili-danslı şölenlerde seks yaparak tapardı. Sonra farklı bir din geldi: Bu dinin tek tanrısı sevişmeyi yasaklıyor, içkiyi kötülüyor, ona inanmayanları öldürüyordu. Ona göre insanlar günahkardı… temizlenmeliydi. Temizledi de! Garipti; bu yeni tanrının seçilmiş adamları insana hiç benzemiyorlardı. Doğalı yasaklıyorlardı; kendileri doğal değildi zaten; ve bu doğal olmayan hallerine “kutsallık” diyorlardı. Peki kimdi bu kutsallar? Ya da neydiler!
Bu kitapta Elvin Azar bu garip peygamberlerin insanlık dışı hallerini; eski seks tanrılarını; seks tapımı diyarlarındaki bolluk ile, yasakçılık sonrası insanoğlunun düştüğü durumu tarihsel gerçeklik bazında anlatıyor. Mısır firavunu Akhenaton’dan, İlyas’a; İsa’dan, Musa’ya; Süleyman’dan, Hezekiel’e; Demeter’e, Astarte’ye, Kibele’ye, Dionysos’a, Şiva’ya ve daha bir dolu tanrı ve peygamber bazında tek tanrıcı kutsalların gerçek kimliklerini, içki ve seks yasağının gerisindeki gizli gerçeği açıklıyor.
https://www.simurg.com.tr/seks-tanrilari-seks-icki-seks-tapimi-tektanri-ve-yardimcilari
Yukarıdaki, “doğal”ın neden “yasaklandığı” (aslında küçümsendiği demeli, kimse tamamen yasaklayamaz zaten) sorusuna şu ayetler cevap vermiş daha o zamandan:
“ye’kulune ve yeşrebune ke’l-en’am”
Yani, (inkarcılar) “hayvanlar gibi yiyip içerler” diyerek.
Özetle, insanlar da hayvanlar gibi yiyip içip seks yapacak ise, onlardan ne farkları kalır? diye sorarak.
ʻʻİnsanın dışı, içinin aynasıdır.ʼʼ klişesi daha çok atasözü, kahve veya burç falı, bilinmeyenlerin kehaneti…
Zaten insanın dışı içi bir olsa, ne dine, ne ahlaka, ne de sağcı/solcuların temel gıdası olan ʻʻ-izmʼʼlere gerek kalır. Hatta belki asıl allahlar, yani devletlerle politikacılar, bile yok olabilir. Ama nefesinizi tutmayın.
Klişenizi isteyen istediği bağlamda, istediğine saldırmak amacıyla kullanabilir.
Diğer yandan, insanın iç ve dış dünyalarının tamamıyla farklı olduğunu dile getiren ve bunu iki yüzlülük, kalleşlik, koyun postuna sarılmış kurtluk, politikacılık, yalancılık gibi sıfatlarla yerleyen sonsuz sayıda atasözleri var.
Böyle bakınca, bana dürüstlüğümden dolayı iltifat etmişsiniz. Teşekkür ederim.
Tabii asla okumamışsınız. Binlerce defa böyle lafların dizi filimler ve televizyon seyircilerinin asla anlamadıkları, ve maalesef anlayamayacakları çünkü büyük zaman ve gayret ister, dolayısıyla büyük beyinli uzmanlara bırakıp kendileri ucuz psikloji yaparak, dünyayı haklı olarak basitleştirip, mutfak psikolojiye indirgeme yaptıklarını söyledim.
Nereye baksan karşına çıkan reklamlar hakeza. İç dünyanı okurlar ve olduğu gibi dışa vurmana teşvik ederler.
Yanlış anlamayın. Fiyakalarından geçilmeyen bilimciler de sonsuz karmaşık toplumsal olguları ʻʻevolutinary psychologyʼʼ ve genetik bilgilere başvurarak basitleştirip, ciddi ciddi enayi emzikleri üretmekteler. Daha önce bilim filozofu Kuhn ve şimdi çok beğendiğim Penrose da, daha geçende, fizik ve kozmoloji dallarında bile bilimcilerin hemen modalara balıklama atlayıp komplocuları bile gölgede bırakacak çılgın kurgular yumurtladıklarını eleştirici bir kitap yazdı. Örneğin 10-20 yıl önce eğer ʻʻBig Bangʼʼden önce ne var dı?ʼʼ desen en büyük BİLİM dini günahını işlemiş olurdun. Şimdi kendileri aynı soruları hoplayıp zıplayarak soruyorlar. Ama solcularımız maşallah çok bilimci ama bilim hakkında bilgiler sıfır. 19. yüzyıl efendileri, Marks, anarşist baş yıldızlar, Atatürk, Muhammed (ʻʻbir bilgenin akıttığı mürekkep bin şehitin kanına bedelkine bedel) “bilimi sev” buyutmuş. E tabii dolandırıcılar enayi mi, bilimciler gibi sütü bol inekleri devletler başta tüm sahtekarlar çok severler. Bu sitenin en büyük sorunlarından bir bu, 19-20. yüzyıl televizyon dizilerine benzer devrim ilahileri dışında sıfır bilgili olmaları. Dünyaya asıl motor olan bilim- teknik bilgisi sıfır. İşleri güçleri saray ve etrafında olup bitenlerin dedikodusunu yapmak.
Ben de az hokabaz değilim. Sizin klişe atasözünüzü size uydurabilirim. Zaten bana verilen cevapların hemen hemen hepsi aynı sizinki gibi veya dediklerimi bana uydurmalar. İşte taklidim:
Yazdıklarımın sizleri rahatsız etmiş. Pislik dolu iç dünyanızı yüzlerinize vurduğuma dayanamamışsınız. İç dünyanızı bastırdığınız gibi dış dünyanızı da bastırıp, benzerlerinizden yardıma başvurmuşsunuz. İçiniz ve dışınızın aynı olduğuna inanmak, rahatlığa kavuşmak istemişsiniz falan filan televizyon dizisi.
20. yüzyılda bilimin sınırlarını çizmekle dünyayı sarsan filozofun ünlü iki lafı:
– Dünyada en zor şey kendi kendine yalan söylememek.
– İnsan ruhunun bu kadar iğenç olduğunu açıklayan psikoanaliz doğru olmayabilir ama sonsuz cazip.
Bilim felsefecisi Popper hem psikoanaliz hem de sizlerin göz bebeği Marksizmʼi burç falına benzetir. Bence Marksizim mükemmel orta sınıf Marksʼın ikinci derece ucuz orta sınıf dini. Asıl din İLERLEME (ve TARİH). Daha da yavan (prosaic) ve somut ismi: MUTLULUK, bollukla MUTLULUK.
Bu dediklerim rahatsız edici laflar olabilir. Ayrıca, ben atasözlerine ve basmakalıp laflara karşı değilim. Ama tarihte apaçık nedenlari olan kara cahilliği, dil çabukluğu bilime tapma masallarıyla örtmeye çalışan iki yüzlü de değilim. Bence sizlerin kullandığınız anlamda cahillik çok yeni, 2-3 yüzyıllık. Defalarca halk arasında atasözleri, efsaneler, masallar, türküler, tekerlemeler, fala bakmalar, batıl inançlar, muska yazmalar, koca karı ilaçları dünyasını savundum; okul+televizyon+medya pezevenkler araya gireli halkın asıl anarşizm dolu dünyasının kaybolduğunu vurguladım. Sizler ise okul+televizyon+ medyanın yıkadığı beyinlerle, tatlı dilli politika yapma dışında, 2-3 yüzyıl öncesine kadar hem yiyecek-giyecek tedarik eden hem de kültür yaratan tarımcı tabanı hor görürsünüz. Atatürkünüz, ʻKöylü Efendimizdirʼ der ama Avrupalı olup köylülerin temelini kurutmak ister. Marksistler ve anarşistler, endüstri ve teknoloji yeniliği çığırtkanlağı ve taklidiyle burjuva klonları (clowns daha iyi ama neyse) da öyle. Kapitalsiz bunlar olmaz ama bilim-teknik ve endüstrisiz kapital, şehirlerde saraylara yakın volta atanlar arasında göz ve beyin kamaştırıcı başarı kazanamzdı,sizleri bu kadar fanatik edemezdi.
Kaç defa dünyayı pisliklerden temizlemeye çalışan sağ, sol, orta, yer, gök peygamberlerinden dört nal kaçın dedim. Bu benim fikrim değil tabii, insan tarihi kadar eski. Bok çıkacak ve tutarsan geberirsin. Hem sağ hem sol devamlı bok çıkmasını önleme mavallarıyla insanları peşine takan dolandırıcılar. Ama iş orada da bitmez. Maalesef, kerameti kendinden menkul kehanet ile karşı karşıyayız. Önce bilgi nesilden nesle aktarılacağına, azınlıkltan azınlığa aktarılmaya başladı, sonra da senin gibilerin ağzına ʻʻbak efendim, halkımız cahilʻ sakızı sokuldu.
Şu an dünyanın başını çeken diktatör ve totaliterlerin yakınlarında volta atanlar, en prestijli bilim araştırma merkezlarinde, en prestijli üniversitelerde, en uç endüstrilerde, en büyük beyinliler. Uzay seyahetlerine hazırlık yapanlar, Yapay Zeka, Genetik kes-yapıştır ümit simsarları, Transhuamistler, Google, Facebook, Apple, Twitter, Youtube vs. Aynı her bokun etrafında dolaşan sinekler gibi, hepsi bilimsel argümanlarla diktatörlere desteklik veya karşılık ötmekteler. Bu bilimciler sizler gibi milyonları ceplerinden çıkaracak büyük beyinli ve büyük eğitimli kişiler. Sıradan halklar da coşkunlukla katılmakta ve şakşaklamakta. Bunu siz inkar ederseniz, zaten içiniz de dışınız da aynı ama benden sonsuz daha çürük.
“We have in Lucifer, and also in Adam, the first man, true examples of what the self does when it receives eternal light as its own property so that it is able to enter into its own dominion in reason. One also sees this in learned men; when they get the light of eternal nature as their own possession, nothing results but pride.”
– Okuma yazma bilmeyecek kadar az ayakkabıcı, en ünlü Marksistlerin büyük saygıyla adını andıkları, ilk gerçek diyalektikçi dedikleri Jakob Bohme (1575 – 1624)
Aynı kişiden diğer bir söz:
ʻʻLove is higher than the Highest. Love is greater than the Greatest. Yea, it is in a certain sense greater than God!ʼʼ
Vay anasını hem dinci hem dinci değil. İşte bu olmaz, galiba.
– 17. yüzyılda başkaldıranlar meyhanede çare arıyorlar. Biri bilenleri getirelim bize yardımcı olsunlar der. Diğer biri, ʻbilenleri unut, onlar hep güç taraftarlarıdırʼ der. Milyonların okuduğu, hayatının sonuna doğru ekoloji için ve nükleer endüstriye karşı etkinlikler yapan, bu sitede fiyakasından geçilmeyen soytarılardan ışık yılları daha bilgili ve ilerde, ünlü Marksist, E. P. Thompson, ʻʻdaha henüz bu meydan okumaya cevap bulmuş değilizʼʼ der.
Şimdi de diğer tamamıyla yanlış anlaşılmış bir şeye değinmek istiyorum. Ben bilgi dininin mümini veya aşığı değilim. Bence bilgi masum anlamda kaçınılmaz. Hayvanlarda da olan bir yetenek, hatta bitkilerde de. Evrenle ilişkilerde ʻʻkarşılıklı sohbetʼʼ derim.
Sizlerin beyinlerinizi yıkayanların en güçlü silahı fikirleri bağlamlarında soyutlayıp jenerik veya evrenselleştirmek. Fikirler bağlamlarından koparılır, her coğrafyada, her tarihte, her toplumda, her kültürde, her kişide, her … ʻʻaynı bizim gibiʼʼ olur.
Eğer bu büyük beyinlileri taklit edersem, insan, taşı kırmakla (yontmakla) maddeyi kendine yararlı etti; insan atomu kırmakla maddeyi kendine yararlı etti. O halde her ikisi de aynı şey. İnsan, mızrakla hayvanı yakına getirdi; insan dürbünle nesneyi yaklaştırdı, dürbünlü silahla öldürdü. O halde, ikisi de aynı şey. Bu sitede bu çeşit akıl almaz salaklılık yapanlara ve hatta insanı yaptıklarıyla ölçme enstrümental ruhlulara, ki sitenin %99ʼu, benin zerre kadar saygım yok.
Ara Not: Eğer salakların milyarlarca ton mürekkep akıttığı özne/nesne ayırımının çürüklüğünü görmek isterseniz, bir usta zanaatkara bakın yeter. Belli bir çıraklıktan sonra özne ve nesne bir olur. İlk çatışmalar barışa çevrilir. Ama bu sitenin kara cahil Marksistleri benimle bunu tartışmaya girişeceklerine, senin gibi tekerlemelerle halledip rahatlıklarına kavuşurlar.
Yok eğer bilgiyi sizler gibi çok büyük beyinlilerin fiyaka satma anlamında düşünürsem, bilgi, son 3 yüz yıl sonsuz hız kazanan insan ile hayat arasındaki en büyük pezevenklerden biri. Dinler, devletler, banka, para, (modern-)bilim, okul, sosyoloji, teknoloji (ve diğer ʻ-jiʼ ʻ-jiʼler, ideolojiler (-izmler) … diğer pezevenkler. Saymakla bitmez maşallah!
Sizden istediğim atasözleri, kısa ve sizin gibi öz cevap yerine somut bir fikrimi hatırlatıp neden karşı geldiğinizi anlatmanız. Ben tartışmaya hazırım, ama lütfen bağlam ve somutluğa saygılı olalım. Genel formüller politikacıların dolandırıcılığı.
Not: Genelleştirmeye karşı değilim, eğer biraz modern-bilim ve hatta dil biliyorsanız genelleşitrmeden bilgi olmayacağı apaşikar. Konu, genel değil, somutluk ve bağlam.
Bir örnek:
Kapı komşunuzun, ʻʻ74 Anti-komünizm vs komünizm eleştirisiʼʼ.
Bu fark her ʻ-izmʼ için geçerli ve farkın asil ruhlu ve dürüst savunucuları olduğu gibi, sonsuz ucuz solcu klişesi “reaksiyoner ve saldırgan, faşizan bir komünizm düşmanlığıdır” ile savunanlar da var.
Bir çok sevdiğim asil savunucu Ivan Illich: ʻʻbiliyorum Kilise orospu, ama annem’ʼ
Komünistler, faşistler, diktatörler, Naziler ve en başta hepsinin büyüyünce olmak istedikleri kapitalistler asıl değişme motoru olan bilim-teknoloji-üretim-endüstri gibi alt yapıya (ah o koca koca kelle Marks) taparlar, dört elle sarılırlar. O halde kim bu ʻʻreaksiyonerlerʼʼ? Üstelik bu hızlı devrimci, bir zamanalar taptığı İLERLEMEYE artık inanmadığını söyler ama ilerlemeye inanmayan nedense ʻʻreaksiyonerʼʼ sözünün ileleyicilerin yerleyici anamda kullandıklarını unutuverir. İlerleme olmasa, reaksiyon neden olsun? En azından ʻʻtelif hakkıʼʼ (ki zaten o da herkesin sarıldığı son 2-3 yüzyıllı bir yenilik) ve şimdi bir de ʻʻfikri mülkiyet hakkıʼʼ çıktı, onları düşünse çabuk uyanır bu broşür satıcı solculuğundan. Herkes bilir ki büyük çapta ve insanların çoğunluğunu, iyi veya kötü, etkileyecek alt yapı yenilikleri ancak büyük şirketler, devletler ve büyük zenginler büyük beyinlierin yardımıyla gerçekleştirebilir. Bu sitedekiler çoktan beri hüküm süren ʻsorun varsa, çözüm varʼʼ çılgınlığını tamamıyla benimsemişler. Buna karşı çoooktaaaan bir bir gerçeki çözüm dile getirildi. Ve bu fikri dile getirenler tasvip etmezler bile, sadece başka bir yol kalmadığını vurgularlar: Sonsuz güçlü bir Dünya Devleti kurmak. Neden sonsuz güçlü? Böylece, sözüm ona, taraf tutmaz ümidi beslenir. Fakat biliyoruz ki Allah bile taraf tutar, hatta sizler gibi çok kıvırarak: ʻʻAllah fakirleri sever, zenginlere verir.ʼʼ
Ben bu politika dolandırıcılığına kendi yarattıkları bağlam içinde karşımıyım? Hayır. Bence zengin ülkelerde solun çöküşünün bir nedeni, solun, politikanın insan bilgisine değil, insan hislerine hitap etmesini, bilerek veya bilmeyerek, es geçmeleri. Avrupa halkı dışarıdan getirilen ucuz işçilere karşı yobazlık ettiğinde, yeni yeşeren sol, biyoloji ile insanların aynı genlerden, biraz önceki ırkçılıklarını unutup, geldiği ilahilerini okuyayarak sıradan halkı aydınlatmak (ah şu aydınlatma dırdırı!) istedi. Tabii ırkçılık şimdi yeniden dirildi. Bence sağ daha makul ve akıllı: sizin klişeniz gibi, istediğin yere çekeceğin, adem ile havva, insanlara herkesin kardeş olduğunu hatırlatan ve sayısız çağrışımlar yapan bir masal. Hem de çok daha şiirsel bir masal ve aşk ve seks dolu. Her neyse ve hiç değilse, bu masal bana sonsuz sevdiğim isyan haykırışını andırır: ʻʻAdem babamız kazarken, havva annemiz örerken, EFENDİ neredeydi?ʼʼ
Bu hızlı devrimcinin ucuz mantrası “reaksiyoner ve saldırgan, faşizan bir komünizm düşmanlığıdır” insan tarihinde söyleyeni utandıracak kadar yeni, 2-3 yüzyıllık.
Tarih boyunca insan, hayvan ve bitkiler her yenilik karşısında bir tereddüte girer, bir çekingenlik yaşarlar. Hatta hayvanların çoğu, %95, yeniliklerden dolayı dünyadan silindi gitti. Bu sıradan ve ucuz ve çok eski cici bici klişeyi tekrarlayan hızlı devrimci, kendisinin ve kopyaları klonların katıldığı ʻʻ-izmʼʼdestekçilerinden eminlik içinde böyle ve horoz gibi öter. Kara cahilliğini aynı politikacılar gibi çoğunluğa sığınmakla kapatır.
Tanıdığım sayısız kendinden sonsuz daha radikal ama dürüst reaksiyoner düşünürler var. Örneğin otomobile karşı olanlar, daha henüz ʻekolojiʼ sözü yokken, dünyayı viraneye çeviren yenilikleri tenkit edenler ve binlerce diğerleri.
Ben bu politkacılığa karşı değilim ama ucuz ve adi bir politikacılık olduğunu da yüzüne vururum.
Kısaca ve sizleri taklitle özetlersem: Anti- reaksiyonerizm vs reaksiyonerizm eleştirisi.
Üslubu ‘standart içi (!)’ kişilerin karakterlerinin;
İyi,
Mutluluk yayan,
Medeniyeti yücelten,
‘İlericiliği (!)’ savunan,
Cici,
Güzel,
Kaşık-çatal-bıçakla yemek yiyen,
‘Rasyonel (!)’ davranan,
Uslu,
Hayatı (yaşamayı) savunan
Ve benzeri olduğu yönündeki genellemeler doğru değildir.
Üslubu ‘standart dışı (!)’ kişilerin karakterlerinin;
Kötü,
Mutsuzluk yayan,
İlkelliği yücelten,
‘Gericiliği (!)’ savunan,
Pis,
Çirkin,
Elleriyle (parmaklarıyla) yemek yiyen,
‘İrrasyonel (!)’ davranan,
Mızıkçı,
Ölüm saçan
Ve benzeri olduğu yönündeki genellemeler doğru değildir.
Kişilerin bir sitede ‘sadece ama sadece üslubu’ baz alınarak, o kişilerin ‘karakter analizi’ni yapmaya çabalamak; ortaya çıktığı zannedilen sonucun %100 net (ve ‘doğru’) olduğunu göstermez.
Gün Zileli aşağıdaki ifadeyi 18 Kasım 2017’de, twitter’da yazdı:
Gün Zileli yukarıdaki tweet’i, kedi tekmeleyen birinin videosunu izledikten sonra yazmıştı. Çok ağır küfür içeren bir tweet yazmış olması, Zileli’nin karakterinin nasıl olduğu hakkında %100 net bilgi vermez; sadece bu küfre bakarak kesin-net yargıda bulunulamaz.
Can Yücel’in küfürlü şiirlerinin de olduğu unutulmamalıdır:
[Not: İnternette dolaşan ‘küfürlü’ şiirler genellikle Can Yücel’e atfedilir; hepsi ona ait değildir, çoğu ona aittir.]
Neyzen Tevfik’in ‘argo’ ve ‘küfür’ içeren dizelerinden bazıları:
(Tam adı ‘Tevfik Kolaylı’
1879-1953
Şair, hicivci, neyzen)
Nilgün Marmara’nın ‘argo’ ve ‘küfür’ içeren dizelerinden bazıları:
(Nilgün Marmara
1958-1987
Şair)
Gabriel García Márquez’in ‘Benim Hüzünlü *rospularım (İngilizce: ‘Memories of My Melancholy Whores’ & İspanyolca: ‘Whores Memoria de mis putas tristes’)’ adlı kısa-romanı vardır:
Örnekler çeşitlendirilebilir…
Pipsqueak’in hatırlattığı uyarıların önemini, metinlerinin anafikirlerini görmezden gelip; ‘sadece ama sadece üslubunun sertliği’ne takılıp kafasına taş atmak yanlış bir davranıştır.
Pipsqueak’in bir ‘edebiyatçı’ olmadığını, ‘şair’ olmadığını, söz sanatları konusunda kabiliyetli olmak zorunda olmadığını anlamak gerekir; ‘argo’ içeren, ‘küfür’ içeren metinlerini yazarken kendisinden ‘sadece üslupta balans ayarı’ yapmasını isteyip; yazdığı uyarıların anafikirlerine odaklanmamak yanlıştır.
ben asla böyle bir küfür etmem. Neye karşı, nasıl söylendiğini söylemeniz gerekir. Ben bulamadım da.
Gün bey,
Biliyorsunuz, twitter’da ‘akış’ denen bir bölüm var. Oturum açtığınızda, ‘hashtag (etiket)’ içeren bazı bildirimler sizde de gözükür (özellikle takip etmeniz gerekmez).
‘Hayvanların da özgürlüğü’nü savunduğunuzu daima dile getiren birisiniz.
Yıllar önce, kedi tekmeleyen birinin videosu twitter’da da yayınlanmıştı. ‘Hashtag (etiket)’ aracılığı ile bu video size de ulaşmış. Siz bu videoyu izledikten sonra, tepkinizi ‘küfür ederek’ göstermiştiniz. Sonra, bu videoyu izlediğiniz hesap bahsi geçen tweet’i sildiği için, sizin yazdıklarınız asılı kalmış:
18 Kasım 2017:
https://twitter.com/gunzileli/status/931934897136111617
Durum sadece bu.
Sizin böyle bir küfür etmiş olmanız, sizin ‘karakterinizin’ nasıl olduğu hakkında %100 net bilgi vermez. (Kısacası, günlük hayatınızda da küfürbaz biri olduğunuzu kanıtlamaz.)
İyi pazarlar…
teşekkürler, zaten ilk yorumda da açıklamışsınız, ben dikkatli okumamışım. Bir insanın kendisini muhatap almak yerine annesini hedef almak, hem de ataerkil bir deyişle hedef almak yanlıştır elbette ama o yaratık davranışıyla her şeyi hak etmişti.
Her ikisine ortak olan ʻʻ-izmʼʼ at gözlükleri, ʻʻ-izmʼʼ süzgeçleri.
Laik, Marksist-Anarşist dini müminlerine göre: Cennet Devrimden sonra, İlerde.
Geleneksel din müminlerine göre : Cenneti Öldükten Sonra, İlerde
Çok çok büyük beyinli bir devrimci bu ileri günleri beklemek istemeyenlerin hepsini yeni sarıldığı daha iyi ʻʻ-izmʼʼ süzgeçinden geçirmiş : “reaksiyoner ve saldırgan, faşizan bir komünizm düşmanlığıdır” sonucuna varmış.
Ne kadar doğru ! Marks ve Anarşist, laik, çok-sayıda-tanrılar bu devrimciyi, Türk ve (özgürlük para-dikması Grek Bookchin-) Kürt devrimcilerine bağışlasın.
Marks ve Anarşist, laik, çok-sayıda-tanrılar, daha ilerde, daha etkin, daha verimli, daha çok bolluk getirecek makinelere saldıran REAKSİYONER Ludditeʼlerin canlarını cehenneme yollasın.
Amin!
Site Marksist-Anarşist devrimci solcuları hem şu an hayatın tadını çıkaran, eğlenen (having fun) kapitalistleri kınarlar, hem de, Marxist argüman ve 53 Anonim gibi, hemen, şimdi, (have fun) eğlen reklamcılığı yaparlar.
0/1 mantık polisi 73 Anonim onlara ʻʻİşte bu olmazʼʼ demez, Pipsqueakʼe saldırır.
Zaten bu ʻʻ73 Anonimʼʼ daha henüz diyalektik cambazlık mantığını bilmeyen bir çaylak. Aynı zamanda, diğer site çoğunluğu gibi, ʻʻdevrimciyim, o halde biliyorumʼʼ dışında bir şey bilmediğinden, 0/1 veya klasik Ya/Ya mantığı da bilmiyor. Ya/Ya klasik mantığında, ʻʻYa/Yaʼʼ önerisi ancak ve ancak her iki ʻʻYaʼʼ da yanlış ise, yanlış olur. Sayın ʻʻ73 Anonimʼʼ, cambazlar diyalektik mantığı bile kullanmadan senin ʻʻİşte bu olmaz.ʼʼ hiç olmaz. Sana tavsiyem, önce Özgür Üniversiteʼde devrim retoriği dersleri alman.
Sitede polis gözünden kaçan diğer bir Ya/Ya mantığı içeren bir yeni ʻʻ81 Tanrılar 18 Ekim 19 ʼʼ gevezeliğini örnek olarak vereyim, belki derslerinde yardımcı olur.
Mitler ve yozlaşmış hale girmiş yazılı dinler sosyal yaşamın aynalarıdır. Her ikisinin tam yozlaşmışı, eskilere çamur atan Aydınlık devrin kendi dini. Kapitalistli veya kapitalistsiz Kapital ile, bolluğa ve dolayısıyla mutluluğa kavuşmaya doğru İlerleme. Aydınlık devri dininin en mükemmel örneği bu site.
Bilim-teknik, emek, üretim, fabrika, endüstri … Ve hepsinden önemlisi AKILCILIK (Büyük Beyinlilik); örneğin para için hayata son vermeye hazır Trump, Xi Jinping, Putin, Merkel falan filan; örneğin 9 kişinin dünyanın yarısı kadar servete sahip olması falan filan ve binlerce benzerleri.
Ama devrimciler Aydınlık- Devrim huu huuuları çekip saraylar etrafında döner dolaşırlar.
Salt iki örnek bu site Büyük Beyinlilerin maskelerini düşürmeye yeter.
Birinci örnek, hayatın sonunu getirmek üzere olan ekolojik felaketlerde çenelerinin kesikliğini; ikinci örnek, bu politika cambazlarının neden çenelerinin kesik olduğunu açıklar.
[… fossil fuel companies, some owned by states, some by shareholders, have produced 35% of the carbon dioxide and methane released by human activities since 1965. THIS WAS THE YEAR in which the president of the American Petroleum Institute told his members that the carbon dioxide they produced could cause “marked changes in climate” BY THE YEAR 2000. THEY KNEW WHAT THEY WERE DOING.]
İkincisi, her yerde ʻʻyeşillik partileriʼʼ çok sayıda hava kirleticileri yuhalarlar. Fakat fabrikasyonu, kullanışı ve atıklarını gidermesi çok büyük hava kirleticisi olan elektronik cihazlara gelince çeneleri kapanır. Geleceğin ümitleri, İmamhatipoğlu ve Islahettin Temiztaş dolandırcıların kuyruğuna giren geleceğin ümitleri ve ŞİMDİ HEMENCİ eski güzel günlerini anlatarak genç kalmış 68 devrimcileri, ebedi yararlı salak gençleri elden kaçırmak istemezler.
Neden Pipsqueak’in dedikleri, bu orta sınıf değerlerini savunanları rahatsız eder de apaçık salakça mantıksızlıklara, cahilliklere ve Youtube gibi görsel pornografi; marksist tutum ve sevran sünger ve benzerleri gibi medya görsel ve yazısal pornografi sitelerin ya yazıları ya da adresleri verilir. Hiç birinde ne bir inceleme ne de bir açıklama var. Tıpkı internet medyası ve seks gibi az gösterip ağzını sulandırmalar oyunu oynanır.
Tabii, ben çok iyi biliyorum ve o yüzden bu sitede katkıda bulunanların çoğunu iğrenç ruhlu buluyorum.
Hele Hortlak denilen hilkat garibesi, bu Marksist defalarca ırkçılığın ilan etti, ses yok. Ogürsel, Necip gibi tek bildikleri çok bildikleri olan dahiler de çok.
Somut örnek ʻʻ81 Tanrılarʼʼ. Utanılacak kadar kara cahillik dolu.
İçindekiler:
1. Televizyon dizilerine yakışır, Newspeak=Newİsim, cici bici Elvin Azar Süzer;
2. Büyük anarşistin Newspeakʼi ile (Bookchin ) toplulukları olan Kürtlere saygılı İsim Berfin Yayınları;
3. Fumistlik ve Erdoğan öcüsünün şekil biçim verdiği orta sınıf özgürcü (özgürlük nerede var sorusuna cevap yok ama özgürlük var) hisleri okşamalar;
4. Seks, din, kadıncılık medya sömürücülüğü
Berfin Yayınlarında bu fırsatçı karının kitaplarına baktım, kusmam geldi. Bir Elif Şifaks daha.
Tarihten birkaç önemsiz yaprak:
1. Çoban toplumu Yahudiler yerleşmiş TOPLULUKLARIYLA karşılaşınca, gençler yerli gençlerle (havin fun) sevişmesine başlarlar. REAKSİYONER moruklar, topluluklarının eriyip kaybaolacağından korkar, sünnet, yiyecek ve hepsinden en önemlisi yerlilerle seksi yasaklama kurallar koyarlar. (İslam çoğunu tamamıyla taklit eder ama daha gülünç olan Koca Kelle Marksistler Bolşeviklerin de benzeri cambazlığını hiç duymamışlar.) Daha sonra, Yahudi büyük beyinlileri, asıl nedenleri hatırlamazlar. Kendileri de artık yerleşmiş, ilerlemiş, zengin olmuşlar. Bak Eyüp kitabına. Reaksiyonerlik sona erer. Yahudilik kitabına uydurma başlar. Yerel, evrensel olur. Daha karmaşık unsur var: Asıl Allahʼın artık Doğa güçleri değil yeryüzü güçleri, büyüklerin büyük ağızlarından çıkanlar olduğu BİLİNCİ başlar. Ama bu çok karmaşık, en iyisi bunu Büyük Beyinlilere bırakmak.
Not: sadece bu konu sayfalar tutar, kısa keseceğim. Ben de devrimcilik edip kısa ve öz laflar edeyim.
Her halükarda, çok daha sonra, Rönesansʼda, Burjuvalar ve taklitçileri maymun Marksistler asıl allahın, asıl güç kaynağının Doğa olduğunu keşfederler. İşte şimdi tapılan ve sosyal yaşamın aynası din bu. Tabii seks ticareti, pornografi, makyaj endüstrisi, tıpta ilerlemeler falan filan, bu hayvanlar arasında bile rastlanan, seks “tabularını” yumuşattı. Ama o da karmaşık bir konu ve işi iki cümleyle halledenlere bırakacağım.
Peki, klasik 0/1 mantığını avucunun içi gibi bilen polis ʻ73 Anonimʼ bunu nasıl gözden kaçırdı? Acaba cahilliği mi neden oldu?
Ama hiç değilse, bu polis, nasıl oluyor da tek tanrılı dinde ʻʻhem haremler var hem de seks yasak, İşte bu olmazʼʼ dememiş.
Neden acaba Pipsqueakʼin zırvalamaları rahatsız ediyor da bu saçmalıklar, bu kara cahillikler rahatlığa ve yavşaklığa alışmış orta sınıflıları devrimcilerinin gözlerinden kaçıyor?. Cahillik olmasın
19970 başlarında, arkadaşlarımın sloganı: Marks herkesi orta sınıf yapmak istiyor, biz herkesi aristokrat yapmak istiyoruz!
İşte bu olmaz.
“…Dört fasıldan meydana gelen birinci bölümün ilk faslında filozof Râzî ile Ebû Hâtim arasında geçen ve dolayısıyla kitabın ana fikrini de ihtiva eden bir münazaranın özeti yer alır. Rey şehrinde cereyan ettiği kaydedilen bu tartışmada Ebû Bekir er-Râzî, ilâhî hikmete aykırılığını ileri sürdüğü nübüvvete karşı şu itirazı yöneltir: Allah’ın insanlar içinden bir zümreyi seçip peygamberlikle görevlendirmesi ve böylece onları diğerlerinden üstün tutması, insanları belli bir peygamber zümresine muhtaç edip mümin ve kâfir gruplarına ayırması ve neticede milletlerin birbirleriyle savaşıp helâk olmasına yol açması mâkul değildir. Mantıklı olan ve hikmete uygun düşen, Allah’ın dünya ve âhirette neyin faydalı, neyin zararlı olduğuna dair bilgilerin tamamını bütün kullarına ilham yoluyla bildirmesi ve böylece onları ayrılığa düşüp mahvolmaktan kurtarmasıdır. Aslında O’nun herkese eşit seviyede verdiği akıl bütün problemleri çözmek için yeterlidir. Ne var ki insanların çoğu akıl gücünü bilgi üretmek yerine bir meslek kazanmak için kullanmış ve bu sebeple söz konusu güç her insanda aynı seviyede ortaya çıkmamıştır (Aʿlâmü’n-nübüvve, s. 3-5). Ebû Hâtim, Ebû Bekir’in bu iddialarına karşı şu cevabı verir: Hangi zümreden olursa olsun her insan öğrenmek için başkasına muhtaçtır ve herkes sahip olduğu bilgileri kendisinden önce yaşayanlara borçludur. İnsanların kabiliyetleri doğuştan aynı seviyede değildir. Bir kısmı çok akıllı, çok zeki, bir kısmı vasat akıl ve zekâya sahip, bir kısmı da ahmak ve geri zekâlıdır. Bu sebeple herkesin anlama ve öğrenme kabiliyeti farklıdır. Zekâ seviyesi yüksek olanların anladıklarını vasat veya geri zekâlıların anlayamaması bunu göstermektedir. Hatta aynı mesleğe bağlı insanların hepsinin aynı kabiliyeti taşımadığı görülmektedir. Şu halde insanların bir kısmı diğerlerine muhtaç olarak yaratılmıştır. Bütün insan topluluklarında öğreten ve öğrenen sınıflar vardır. Her insan mutlaka kendinden önceki bir insanın öğrencisi olmuş, birini örnek almıştır. Öyle ise insanların bir kısmının diğerinden üstün olması ve doğuştan farklı kabiliyetlerde yaratılmaları sebebiyle birinin diğerine muhtaç bulunması kaçınılmaz bir sonuçtur. Hakîm olan Allah, kullarına karşı hikmete uygun olanı yapmış, yemek, içmek, evlenmek, çoğalmak gibi tabii ihtiyaçlarıyla ilgili bilgileri kendilerine doğuştan vermiş; buna karşılık onları imtihan etmek, ilâhî emir ve yasaklara kendi iradeleriyle uyanlara karşılığını vermek için bir kısmını diğerlerine öğretici ve yol gösterici olarak seçmiş, böylece insanları öbür canlılardan ayırmıştır. Aksi takdirde insanların hayvanlardan farkı kalmazdı…”
“…Kitabın dördüncü bölümünde altı fasıl yer alır. Burada Sokrat, Eflâtun ve Aristo dahil olmak üzere eski Yunan filozoflarının birbiriyle çelişen değişik tanrı ve âlem telakkilerini benimsedikleri belirtilerek esas çelişkinin filozoflar arasında mevcut olduğu anlatılır ve birbirini tasdik eden peygamberlere uymanın sadece akla güvenerek çelişik fikirler öne süren filozoflara uymaktan daha tutarlı olduğu, en yakın çevresinde olup bitenleri bile kavramaktan âciz kalan insan aklının madde ve gayb âlemine ait bilgileri kuşatamayacağı noktasına dikkat çekilir. Yine bu bölümde, temel konular açısından peygamberlerin öğretileri arasında farklılıklar bulunduğu iddiası üzerinde ayrıntılı olarak durulur ve aynı konuda birbiriyle çelişen hükümlerin dinlere sonradan sokulduğu, Mecûsîlik, Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan verilen örneklerle anlatılır. İhtilâflı gibi görünen bazı hususların ise Hz. Îsâ’nın öldürülüp öldürülmediği meselesinde olduğu gibi nasların yanlış anlaşılmasından ileri geldiği ifade edilir.
Beş fasıldan oluşan beşinci bölümde savaşların dinî ihtilâflardan kaynaklandığı iddiasına karşılık bunların daha çok iktisadî ve coğrafî sebeplere dayandığı görüşü savunulur…”
https://islamansiklopedisi.org.tr/alamun-nubuvve–ebu-hatim-er-razi
Yazıyı yorumsuz aktarmışsınız. Ben, aynı yazının az farklı ama kısa anlatışını biliyorum. İslam tarihinde olmuş bir olayın değerli teferruatları bana daha da yararlı oldu. Bazı yorumlar yapmak istedim.
– Bence çok önemli bir teferruat tam açıklanmamış: Râzî çok büyük bilim adamıydı ve özellikle İslamiyet’in en önce sarıldığı tıp alanında büyük katkıları oldu. Eğer Râzîʼnin bu alanda katkılarını anlatmaya kalkışırsam Erdoğancı olduğum iyice kanıtlanır. Ben 1960ʼlarda İslamʼın her alanda çok büyük katkılarını, dürüst Batı filozof ve tarihçilerinden okumuştum. Maalesef, ki çok önemli bir gözlem, nedense ʻʻteröristʼʼ saldırmalara kadar bu büyük katkılar çok sarışın Aydınların mavi gözlerinden kaçıvermişti. Malum formül: ʻʻİslam veya Araplar asıl katkıları (Grek) sadece aktardı.ʼʼ Bu bilgiçler sitesinde buna benzerleri hatırlatınca, beni Erdoğancı ettiler ve sizin alıntıdan ödünç alırsam, maşallah, bazı ʻʻZekâ seviyesi (çok) yüksekʼʼ olanlar nerdeyse bana ʻʻpeki neden atom bombası yapamadılar?ʼʼ sorusunu soracak kadar zekâ seviye yüksekliğini sergilediler.
– İkincisi açıkça ifade edilmeyen bir teferruat ve bence, çok daha da önemli ve temel olan sorun. Hakikate nasıl varılır : Vahiyle mi? Akılla mı?
İki yüz yıl sonra İbn Rüşd sentezini yaptı ve her iki yolla da varılır ve aralarında çelişki olamaz dedi. İbn Rüşdʼün kitapları sarışınların coğrafyasına gizli sokulurdu.
Bu site kara cahilleri ʻʻcahiliyyaʼʼ devrini gölgede bırakır.
Yazdıklarımda ilkellerden örnekler vererek kendimizi anlamak ve düştüğümüz alçaklığa işaret etmek istedim. Bu defa da hemen Erdoğan partisinden istifa ettirip beni ʻʻilkeller partisiʼʼ üyesi ettiler.
Eğer evreni dolaşsanız benim kadar dinsiz allahsız birini zor bulursunuz. Ben bunu dürüst Müslümanlara söyledim ve nedenini açıkladım. Çok beğendiler. Açıklamamın özeti: inanışları süpermarketlerde plastik poşetlerle satın alamazsınız; hatta içine doğarsınız. Ancak ve ancak, bolluk ve zenginlik dini inanış ve pratiği içinde doğmuş, süpermarket ve televizyonda büyümüş, özgürce seçme olanakları olan sarışınlar istedikleri dini seçebilir. Zaten din değiştirme, ışığı görme, itiraf, hakiki hakikati bulma gibi son derece medya sinemalarını çok iğrenç bulurum. Her neyse, kendi şahsi inançtan yoksunluğumun kaynağı bu. Hem de, din değiştirmeden diğer dinlerin şahane taraflarını dile getiren sayısız dürüstler var.
Bu site sakinleri yeni bir dine bütün varlıklarıyla sarılmışlar ama kendi dinlerinin din değil akılla ve bilimle ve deneylerle varılan hakikat olduğuna inanıyorlar. Ben kendim dinsiz ve allahsızım ama eski ve geleneksel dinleri, özellikle mitleri, çok daha severim. Bu sitenin ʻʻhemen, çok çabuk, şimdi nasıl zengin, güzel, yüksek zekâlı, mavi gözlü sarışın olunurʼʼ dini beni tiksindirir.
Bunlara dinlerinin çok yeni, 17-19. asırlar arasında doğmuş ve en büyük başarısı, müminlerine mükemmelliğin başlangıç değil, emek-tüketimle, İLERLEYEREK varılacak dünyanın sonunda olduğu inancını aşıladığını anlatmak imkansız. Zaten eski din mümini de olsan bu aydınların bilimsel dininin mümini de olsan, hakikati dünya sonunda öğreneceğiz. Ama eski dinler bu bilimsellik dinlerden çok daha üstün. Eğer inanırsan, kıvıramazsın. Bu bolluk dinin kendisi bir kıvırma
Bunlar ʻʻAna ʻl-Ḥaqqʼʼdiyerek kaynağa dönmek isteyenin derisinin diri diri yüzülmesini, aynı yobaz Müslümanlar gibi, hak etmiş derler. Ben ilkellerden söz edince sadece hakaretlere mazur oluyorum. Galiba bu site dini İLERLEME varmış.
ʻʻsavaşların…daha çok iktisadî ve coğrafî sebeplere dayandığıʼʼ ekiniz de, din bilgisi okyanusta damla bile olmayan, medya artisti, ʻʻZekâ seviyesi (ÇOK) yüksekʼʼ İkinci Darwin, Dawkinsʼin tabiat bilgisi kitabında olmadığından, bu sarışın dahinin gözünden kaçıvermiş.
Sarışın mavi gözlü olmak, İLERLEMEK isteyen salt Rusya ve Çin, bu yolda ayaklarına takılan yüzlerce milyon insanları kurban ettiler, akıl almaz gaddarlık yaptılar ama olsun, yanlışlık olmuş. Bu sitedekiler, bu adi ve çirkin olaylara ʻʻasıl dinimizin yozlaşmışıʼʼ adı takıp İLERLEME nakaratlarına devam ederler. Bence bu İLERLEME çılgınlığıyla kurban edilenlere maden çıkarma ve trafik kazaları, hava kirliliği ve benzeri binlerce diğer katliam ve gaddarlık eklenmeli.
– ʻʻHava kirliliği yılda 7 milyon (günde 20 bine yakın) insanın ölümüne neden oluyor.ʼʼ
Site sakinlerinin nakaratı: Ah ne güzel! Bu bizim solcu devrimci ʻʻ-izmʼʼe taraftar toplamada iyi bir reklam olur!
– ʻʻHava kirliliği vücuttaki bütün organları tahrip ediyorʼʼ
Site sakinlerinin nakaratı: Ah ne güzel! Bu bizim solcu devrimci ʻʻ-izmʼʼe taraftar toplamada iyi bir reklam olur!
Daha önce Marks-Lenin-Mao falan filanlar bunlara ʻʻKapitalizme karşı olmaʼʼ çoşkusu verip ruhlarını aldı; şimdi ruhlarını “Erdoğanʼa karşı” olmaya satmışlar.
Tabii, Batı ve Hıristiyanlık daha uzun sürede milyonların canına kıydı ama karanlık yerleri Aydınlığa kavuştumak, İsaʼnın düşmamını bile sev mesajını duymamışlara duyurmak için yaptılar. İslam da az benzeri halt etmedi. En basit örnek: yazıyı put etti, yazı putu olmayanları kılıçtan geçirdi. İnsanların köle ticaretini yaptı, aldı sattı. Yanlışlıkların sonu gelmez gibi..
Kendim Râzî ile Ebû Hâtim arasında geçen münazarada sonuna kadar Ebû Hâtimʼi makul buldum. Ama sonunda, Râzî, Ebû Hâtimʼin haklı olarak kimin aklına inanacağız sorusuna hayran olunacak bir dürüstlükle ʻʻbaşka çaremiz yokʼʼ deyince ona, bu düşüncesinde katılmasam da, hayran oldum.
İnsan inanışsız yaşayamıyor. Yanlış/doğru inanış yobazlarla son dinin rahiplerinin beyin yıkamaları. Aktardığınızda da çok tehlikeli bulduğum Allahʼın insanları, insanların kendi aralarında yaşamlarına uygun uydurdukları nazariyelere göre yaratması. Nitekim eğer Allahʼın neyi neden yaptığı nazariyeleri dünyada yaşanan gerçeklere uymasa, vahiy olsun, akıl olsun, pek kimse inanmaz. ʻʻHer sabah evden çıkmadan önce dama çık, kendini baş aşağı at, kafan kırılırsa yer hâlâ sert, yürüyebilirsinʼʼ öğretisi ne dinlerde ne de mitlerde olabilir.
Beni asıl rahatsız eden, hem bu sitede hem de yaşadığım çok yüksek zekalılar düyarlarında herkesten duyduğum, dünyayı harfi harfine anlamalar.
Alıntıdaki , ʻʻAksi takdirde insanların hayvanlardan farkı kalmazdı…” cümle ile anlatayım.
Hayvan tepki verir, insan yanıt. Diğer bir deyişle, hayvan harfi harfine anlar, insan mana arar.
ʻʻ Bir kısmı çok akıllı, çok zeki, bir kısmı vasat akıl ve zekâya sahip, bir kısmı da ahmak ve geri zekâlıdır.ʼʼ. Daha sonra da ʻʻŞu halde insanların bir kısmı diğerlerine muhtaç olarak yaratılmıştır.ʼʼ
Beni korkutan bu nazariyelerin altında yatanın, salt dil açısından doğru/yanlış olması değil, toplum içinde yaşama bağlamında, bu düşüncenin farkında olmadan şu son 2-3 yılda hızla gelişen ʻtelif hakkıʼnın daha eski bir versiyonu. Bu hikmet, bilginin nesilden nesle geçmesi yerine bir avuç azınlıktan bir avuç azınlığa geçmesi ile başlar son 2-3 yüzyıl ışık hızı kazanır.
Evrende iki aynı şey bulamazsınız. Akıl yürütmenin ilk yasası ʻʻher şey sadece ve sadece kendisi ile aynıdırʼʼ. Zaten dünya varlığını algılama tamamıyla çeşitlilik temeline dayanır. Allah insanı yarattığında önce çeşitliliğe dikkat çeker, varlıkların isimlerini öğretir. Her şey aynı olsa, dünyanın var olduğunun farkına bile varılmaz. Buna en eski insanlar da, cici bici sarışın bilim rahip ve rahibeleri de ʻʻkaosʼʼ derler. İslamiyette bu çıkmazdan, ʻʻAllah her an dünyayı yeniden kaostan düzene sokarʼʼ nazariyesi ile çıkıldı. Bir sarışın mavi gözlü, David Hume, aşağı yukarı bin yıl sonra, aynı şeyi farklı söyledi, sarışın olmak isteyen okumuş Türk aydınlar ve sayısız filozof olmayan felsefe profesörleri hoplayıp zıpladılar.
Dolayısıyla insanlar arasındaki farklara işaret etmek hayvan gibi salt tepkide bulunmak demektir.
Eğer sosyal hayatta fırıncıdan ekmek alırsam, fırıncı daha zeki mi yaradılmış? Bebeğine süt veren anne, bebeğinden daha zeki olduğu için mi süt veriyor? Bence Eyüp kitabı sosyal farkları meşru etmede güzel bir teşebbüs ama bir teşebbüs.
Not: Bu örneklerde bu çeşit inanışlarda kullanılan kelimeleri kullanmak zorundayım. Fırıncı ve anne ve ben gibi, insanları, sosyal anlamda, daha henüz zekâ merdivenine koyacak kadar alçalmadım. Yaradılış farkları beni asla ilgilendirmez. Aslında, hele bu sitede katkı ve yorumda bulunanlara kıyasla çok düşük zekâlı, çok aptal ve hatta beyni yaşlanmış biriyim ama daha henüz ʻneden balık kuş değilʼ diyecek kadar bunamadım.
Sosyal farkları böyle basit formüllerle halletmek çok tehlikeli. Ama dünyaya okula gitmek için değil yaşamak için gelenlere, bu farkları anlamalarını isteyecek kadar da saf ve enayi değilim. Kendim bazı tamamıyla tesadüf eseri nedenlerden bu karmaşık sorunlar hakkında bazı şeyler öğrendim.
Bazı basit örnekler vereyim.
– Özellikle son zamanlarda yaşanan kadın-seks-güzellik çılgınlığı bağlamı içinde bir örnek. Çalışan bir anne bebeğine süt vereceğine, haklı olarak, güzelliğini bozmamak, memelerinin dik kalması için, güzellik modasına uyar, bebeğine kimyasal maddeler dolu şişe sütü ve conserve mamalar verir.
– Ailede geçimi sağlamak için karı koca çalıştığından, haklı olarak, yemek pişirme yerine, hazır yemekler yenir. Karı, koca ve çocuklar yaşlanınca epidemik boyutlar kazanmış çeşitli modern hastalıkların cefasını çekerler. Ekonomi için iyi ama insan için cidden acı verici.
– Zaten yemek pişirilse de toprak, su, yağmur kimyasal zehirler dolu, yiyeceklere sızarl zehirler.
Eğer ʻʻsavaşların…daha çok iktisadî ve coğrafî sebeplere dayandığıʼʼ doğruysa, bu çeşit farklara dayanan nedenlerden doğan çatışmalar da bazı kültür farklara karşı değişik tutumlardan dolayı olabilir mi?
Bazı bildiğim kültürlerden misaller.
Aman yüksek zekâlılardandan uzak dur, aksi halde er geç onların kölesi olursun.
Aman dünyayı çok daha yüksek zekâlıların gözlerine girmek köleliği severek kabullenen, dünyayı ve doğayı oyuncak sanan biraz daha az yüksek zekâlı bebeklere bırakmayın, doğayı harabeye çevirirler. Bu uyarı, yazılı belgelere göre, 2600 yıl önceye gider. Daha sonra, yazılı tarihte, binlerce kişi binlerce defa aynı uyarıda bulundular ama nafile. Evcil köpeklerden farkı olmayan bazı insanlar hep bir ağızdan ʻʻbiz, bize kim daha çok verirse, onu desteklerizʼʼ ilahilerine devam ettiler.
Atatürk o yüzden Batıʼya döndü. İLERLEMEYE şükür, Erdoğan da Doğaʼyı tahrip etmede Batı ile İslam arasında çelişki olmadığından, her zaman daha çok isteyenleri tatmin etmek için her ikisine döndü. Yeşillikler partileri de var bu çılgınlığa katılan. Bunlar ʻʻsize bitmez tükenmez enerji kaynaklarıyla daha, çok daha vereceğizʼʼ uzun havaları çekmekteler.
Sonsuz önemli bir eksikliğe dönüp sizi, ʻʻ90 Anonimʼʼ, tenkit edeceğim. Tartışmada ana konunun hakikate nasıl varılır olduğu belirlenmezse, yobaz cahiller hemen Ebû Hâtimʼin dogmatik, yobaz bir dinci olduğu sonucuna varırlar. Ana konu değişik ve daha açık söylenirse : Hakikate akılla mı? imanla (inançla) mı? felsefeyle mi ? dinle mi ? varılır sorunu. Ebû Hâtim, vahiyle açılana inançla savını savunmakta.
Bu sitenin bolluğa erişme İlerleme dininde motor olan bilimde bile dış dünyanın, maddenin, zamanın, uzayın varlıklarına inanmak şart.
Kısa bir süre önce son derece ünlü etik filozofu, doğru/yanlışın avukatların becerisi, adaletin yasalara indirgenmiş olması, mahkeme cambazlıkları, siyasi oyun ve etkiler, çıkarlar çorbasına işaret ederek ʻbelki en iyisi dinsel otoriteye dönelimʼ dedi.
Son ama tartışmada benim şahsen en çok hoşuma giden ama pek görünmeyen bir taraf var. Daha henüz kıskaçlar saraylar tarafından tamamıyla sıkıştırılmamış. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, münazara en popüler, her medeniyetin üç ana direği saray-tapınak-pazar yerlerinden en popüleri olan pazar yerinde yer alır.
“fırıncıdan ekmek alırsam, fırıncı daha zeki mi yaradılmış? Bebeğine süt veren anne, bebeğinden daha zeki olduğu için mi süt veriyor?”
İnsanın yaşamak için solumaya muhtaç olduğu hava, insandan daha mı zeki?
Cansız hava, kendisine muhtaç olan canlılardan daha mı zeki yaratılmış?
Yoksa öyle değildir de bütün bu sorular birer demagoji midir?
Havadan-ekmekten bahsetmişken:
“Acaba orklar bir şeyler yiyip içmezler mi? Yoksa sadece pis hava ve zehirle mi yaşarlar?”
“Hayır onlar da yerler içerler Sam. Onları üreten Gölge sadece taklit edebilir, yaratamaz. Kendine ait gerçek şeyler yaratamaz. Orklara onun can verdiğini zannetmiyorum, o sadece onlara zarar vererek onları çarpıttı; eğer yaşayabileceklerse, diğer yaratıklar gibi yaşamak zorundalar.”
Savaş sırasında din,ahlak söylemi bayağı çoğalır.
Son yazılar bu kapsamda.wahşi feytonun yerine geçmiş.komşu şehirlerden..
dİn sitesi oldu..
Putın anlaşmada en önemlı kısmı tüm etnik kökenlılerın hakkını korumak..
Türkcesı,kürtcesi; kürtlerın hakları korunacak..
Ve,ve’de onlar terörıst olmadığına görede..onlara karşı savaşılmayacak.!
Putİn topu iyi oynuyor..
Köylü kızı Elif bacı, hem KADIN hem İŞÇİ hem DEVRİMCİ hem at gözlüklü hem marks-lenin-falan filan diyalektik ince cambazlıkları ve tarihteki tezahürlerinden bihaber bir marksist rahibenin vaazini sitesinde gururla yayınlamış.
Rahibe, çalıştığı fabrikada, birikmiş işçilik, işçilere ait, Pizarro ve askerleri gibi bir avuç alçak kapitalistlerin BÜYÜK BEYİNLERİYLE çaldıkları, kurban olam makinelerle, patronlara çaktırmadan çoğalttığı at gözlüğünü dinleyenlere Marksı Tutun (MT) partisine üyelik karşılığı dağıtmış.
Benim vereceğim vaaz, bazı şahane tarihçilerin ʻʻya öyle olmasaydıʼʼ (ʻʻwhat ifʼʼ) ve çirkin marks-lenin diyalektiği. Materyalist-Diyalektik Sentezà (MDS) mi acaba?
Amerikaların ʻʻbulunuşuʼʼ ve Avrupa helalarına bok gibi akan altın gümüşle alçak Kapitalizmʼin iyice hız kazanması ile ilkel — allah kahretsin, yine o murdar lafı ettim — Kapital birikimi hız kazanır. Bildiğiniz gibi BİRİKİM, sol edebiyatının diğer kutsal kavramları EMEK, İLERLEME gibi falan filanlardan. BİRİKİM,Türkiyeʼde çok saygıya değer, nisbeten daha uslu, terbiyeli, evcil çok daha büyük beyinlerin yazdığı solumsu bir dergi adı.
Biriktir, biriktir bok Kapital artar; sakla sakla kabızlık yapar.
Bana cevap verenlerdeki bulaşıcı hastalık.
Peki, ya öyle olmasaydı. Alçak Kapitalizm (ölü doğar) düşük olurdu. Dünyaya yüksek beyinli bir karlos markos gelmezdi, yüksek beyinli dolandırcı Lenin Çarlık Rusya sarayında bakan olurdu, bu site büyük beyinli devrimcinin tabiriyle, azınlık Bolşevik Büyük Devrimi olmazdı, alçak kapitalist Avrupalılar milyonları kırımdan geçirmezdi, kapitalistsiz Kapital putuna tapan Büyük Beyinli Bolşevikler ve taklitçileri komünist Çin ve diğer İnsanlık adına insanlardan nefret edenlerin İlerlemesinde ayaklarına takılan milyonların canlarına kıyılmazdı … falan filan. Biz de bu gözleri bolluk ve zenginlik bürümüş utanmaz solcu devrimcilerin dırdırlarıyla kafayı yiyip küfürlü konuşmazdık.
Daha önce yerlilerin öldüğü, Darwin-Marx güçlülerinin hayatta kaldığı, hastalık diyalektik-materyalist kırım istatistiklerini ve ruhsal felaketleri yazmıştım. Yazım küfürsüzdü ama ruhlardan bahsettiğim için Erdoğanʼı hatırlattığından, çöp tenekesine atılmış olmalı. Erdoğan da suratına tüküren yazıyı çöpe atmış. Sağ ve sol ne kadar aynı ne kadar farklı. Yaşasın diyalektik!
Biliyorum bu site daha çok televizyon dizileri, pornografi Youtube seyircileri ve kes-yapıştırıcılar. Nuh öncesi:ʻʻ31 Anonim 7 EKİMʼʼe cevap sıkıcı olacak ama eğlenceli de olacak.
İdeolojik at gözlüklerini söküp atanlardan kes-yapıştırmalar:
Aslında en güzeli, ancak ve ancak Dumézil gibi birinin hemen dikkatini çekip Keçuva (Quechua) dilinden çevirdiği ʻʻ The Good Shepherd Francisco Davila’s Sermon To the Indians of Peru (1646)ʼʼ. Vaaz veren papaz, ne Elif bacının işçi kadını ne de bu site orta sınıf havaları çekenler gibi rahat. Attığı yalanların farkında ve nihayet patlar, insan olur. Darısı bu site orta sınıflılarına.
[Not: Gerçi Dumézil aşağıdaki dillere tamamıyla hakim bir düşünür ama doğrusu ne karlos markos, ne lenin ne de Türk-Kürt devrimcileri kadar büyük beyinli. İşte sana saray etrafında gezenlerle gezmeyenler arasındaki fark. Dumézil, Fransızların ve genel olarak, Kürtlerin gururla ait olduklarını ilan ettikleri, hint-avrupalıların temelde ırkçı olduklarını savunan yazılar yazdı. Bunlar her gittikleri yere sadece Kapitalizm değil ırkçılığı götüren, ırkçılıkta Çinlilerin hemen arkasında gelirler. Hiç değilse Hindistan kast sisteminin bunlar tarafından başlatıldığından eminiz. Dumézil, bu site devrimcileri gibi, hint-avrupalıların karlo markos safhalar Merdivenini beyinlerinde taşıdıklarını ifşa etti. Hitlerʼe seve seve katılan Fransızlar rahatsız oldu ve aynı bu sitedekiler gibi, çok kısa bir yanıt verdiler. Dumézil faşist!
Parisʼte hapishaneleri dolaşıp araştırma yapan bir sosyal-psikolog kadın bana, konuştuğu bir Kürt mahpusun kafayı hint-avrupalı olmakla yediğini söyledi. Yani bu Kürt Türklerden daha üstün bir insan gurubundan. Alevilik, Ali ile başlar ama Avrupaʼda Aleviler Müslüman olmadıklarını söylerler. Sarışın mavi gözlü olmak için her şey mümkün!
Her neyse, işte bu saray büyük beyinlilerinden daha küçük beyinlinin bildiği diller listesi: Grec ancien; latin; arabe; allemand; anglais; persan; sanskrit; polonais et russe lors de son voyage à Varsovie; turc, ossète, oubykh et abkhaze lors de son voyage en Turquie; arménien; suédois; quechua; khmer; vieux-norrois.]
Sadede geleyim, eğlence başlasın.
İnkalar bir yeri fethedip imparatorluklarına katmak için zenginliklerini sergileyen en güzel ve süslü elbiselerini giyer büyük bir tantanayla katmak istedikleri halkı ziyaret ederlerdi.
Arada bir de, sadece, bu site devrimcilerinin daima olmak istedikleri gibi, bolluk ve zenginlik bürokratlarını aynı tanatanayla gönderirlerdi.
Aşağıdaki bunlardan birini anlatan bir kes-yapıştır.
Bürokratlar yerli halka katılırlarsa kavuşacakları bolluk-zenginliği anlatırlar. Yerliler karşılığında ne vereceklerini sorarlar.
– Ürettiklerinizin size yeterini tükettikten ve yaşamanız için gerekenlerden sonra artık kalanları (ah şu marksist artık ürün, daha marks doğmadan bilenler varmış) bize verceksiniz. Büyük beyinliler diliyle, VERGİ.
Yerliler aralarında dırdır ederler, ölçer biçerler ve beyinleri küçük olduğundan Medeniyet kafesine girip özgürlük türküleri söylemektense özgür kalmayı tercih ederler. Dırdırlardan sonra döner avuçlarını açarlar.
– Size avans vergi getirdik.
Avuçları bit dolu.
Aynı şeyi 15. yüzyılda Çinliler günümüz Güney Afrikasına kadar hediye dağıtarak denediler ama olmadı. Bir zamanlar, faydalı salak, dev Türk GENÇlerinin hayran olduğu Marksist-komünist-konfüçist Çin, az biraz borç karşılığı, başardı.
İkincisi daha da komik.
Bu sitedekiler gibi iyi kalpli İspanyollar yerlilerden topraklarını NEDEN aldıklarını anlatıp yerlileri BİLİÇLENDİRMEK isterler. Aralarında Lenin ve bu site devrimcileri gibi bir büyük beyinlinin hazırladığı ʻʻRequerimientoʼʼ adlı bir belgeyi okurlar. Belgeye göre Allah yerlilerin topraklarını, Havari Peterʼe, Peter de Kiliseʼye, Kilise de İspanyol Krallığına bırakmış.
Bunu duyan bir yerli, ʻʻsizin Allah, bize danışmadan toprağımızı size bırakma kararını mutlaka sarhoşken almıştırʼʼ der.
Tövbe, tövbe! Bak şu ağzı bozuk yerliye, bak şu sağdan/soldan ileriye yol açan dünya malı, materyalist, doğal kaynak, altın-gümüş allahlarına dil uzatan ahlaksıza! Kesin kafasını!
Şimdi de şu iğrenç marksist-anarşist at gözlükleri takmamış, din afyonuda yutmamış, gözleri apaçık rüya gören bir rahipten alıntılar:
Not: Site büyük beyinlisi Zileliʼnin anarşistlik dili İspanyolcaları hoşuna gider diye ekledim. Galiba ben de saray etrafında gezenleri taklit etmeye başladım.
1640 – Sao Salvador de Bahia / Vieira
Centellea la boca mientras lanza palabras armadas como ejércitos. El orador más peligroso del Brasil es un sacerdote portugués criado en Bahía, bahiano de alma.
Los holandeses han invadido estas tierras y el jesuita Antonio Vieira pregunta a los señores coloniales si no somos nosotros de color tan oscuro respecto a los holandeses, como los indios respecto a nosotros. Desde el púlpito, el dueño de la palabra increpa a los dueños de la tierra y de la gente:
—¿He de ser señor porque he nacido más lejos del sol, y otros han de ser esclavos porque nacieron más cerca? ¡No puede haber mayor inconsideración del entendimiento, ni mayor error de juicio entre los hombres!
En la iglesita de la Ayuda, la más antigua del Brasil, Antonio Vieira acusa también a Dios, culpable de ayudar a los invasores holandeses:
—¡Aunque nosotros somos los pecadores, Dios mío, vos habéis de ser, hoy, el arrepentido!
1640 / Sao Salvador de Bahía / Vieira
Ağzı ateş (not: küfür de olabilir) fışkırıyor… Cizvit Antonio Vieira (not : allah kahretsin şu dindar erdoğancıları) yerlileri derilerinin renginden dolayı (Not : bu sitenin mavi gözlü, sarışın Aydın olma heveslileri gibi) hor gören, Vieiraʼnın geldiği yerden gelip kolonize edenlerin de deri renginden dolayı (asıl Aydın ve sarışın) Hollandalıların gözüyle aşağı görüldüğünü suratlarına tükürür.
Sonra da Allahʼa saldırır: ʻʻGüneşe yakın uzak doğma mı insanların birbirlerine üstünlüğünü sağlar, Allah efendi. Tamam, anladık biz günahkarlarız ama (Not : Türklerin ve Kürtlerin olmak için yanıp tutuştuğu, mavi gözlü sarışın) Hollandalılara bu toprakları ele geçirmede yardımcı olduğun için sen de günahkarsın, şimdi de tövbe etme sırası sende!ʼʼ
Buda da kızıp allahı azarladı ama budistler Budaʼnın pis ağzını temizlediler.
Not: Dünyanın en Büyük Devrimini yapan Bolşeviklerin öjenikliğini bilip bilmediğini bir eski Bolşevik Devrimʼi kadar büyük beyinli eski/yeni bolşevikçiye sordum. Anlamadı bile. Daha önce de bal gibi sosyal devrimciliğini görüp hatırlatmıştım. O zaman da anlamadı. Kendi ve kendi gibi İlerleme dini mensupları Marksist-Anarşistler meşhur Marks Merdiveninde artık zıplamıyorlarmış, şimdi döne döne yukarı çıkıyorlarmış. Yahu insaf be. Bunlar gece gündüz televizyon seyrederler ama Çinlilerin, Japonların, Korelilerin, Hindistanlıların ve Afrikalıların ve daha yakında kendi Türk ve Kürt halkının mavi gözlü sarışın olma çılgınlığını görmezler. Ne de komünist Çinʼin büyük endüstrilerinden biri olan ʻʻsex toysʼʼları görmüşler. Alçak idealist Berkeley ne dedi: Ormanda ağaç düştüğünü gören olmazsa, ağaç düşer mi?
Savaşlarla harabeye dönmüş 6 milyonluk Lübnanʼda her yıl 1,5 milyon 16-25/30 yaşı arası genç ve şahane güzel kızlar doktora bir resim getirip resimdeki gibi sarışın mavi gözlü olmak için ameliyattan geçerler. Bu çılgınlığın zirvesinde Brezilya oturmakta.
1701 / San Salvador de Bahía / Palabra de América
El padre Antonio Vieira murió al filo del siglo, pero no su voz, que continúa brigando el desamparo. En tierras del Brasil suenan recientes, siemprevivas, las palabras del misionero de los infelices y los perseguidos. Una noche, el padre Vieira habló sobre los más antiguos profetas. Ellos no se equivocaban, dijo, cuando leían el destino en las entrañas de los animales que sacrificaban. En las entrañas, dijo. En las entrañas, no en la cabeza, porque mejor profeta es el capaz de amor que el capaz de razón.
Not : Bazıları sonsuz büyük beyinli ve dev kültürle Kürtlerin önderinin ilham aldığı Bokchinʼin Goya ile ilgili Aydınlık-Akıl-Devrim zırvalamalarını belki hatırlar.
Not : Bahiaʼyı ellerine geçirmiş Bahia komünistleri karımı ve ben Turcoʼyı, oraya yaşamaya davet ettiler. Çok istediğim halde, Komünist oldukları için gitmedim.
1701 / Sao Salvador de Bahia / Amerika’nın Sesi
Rahip Antonio Vieira yüzyılın bitiminde öldü, …ama bu misyonerin sözleri, Brezilya topraklarının her köşesinde hâlâ canlı…
Bir gece Peder Vieira eski peygamberlerin kurban ettikleri hayvanların iç organlarında geleceği okumalarının hiç de, (Not: Bokchinʼin iddia ettiği gibi) yanlış değildi, çünkü seven peygamber akıl yürüten (Not: hele bu site devrimcileri gibi Aydınlı-Devrimcilik büyük beyinliyse) peygamberden daha doğru yolda.
Not: Daha önce Blake ve diğer kıvırmayanlar ve dürüst Marksistlerin saygıyla andığı Jakob Bohme (1575 – 1624)ʼden bir alıntı: ʻʻLove is higher than the Highest. Love is greater than the Greatest. Yea, it is in a certain sense greater than God!ʼʼ
“O zamana kadar doğa olaylarının nedeni olarak doğaüstü tanrılar gösterilirken Thales, “doğa olaylarını doğa içi süreçlerle açıklamak gerektiğini” söylemiştir.
Thales’in öğrencisi Anaksimandros, “yıldırımın Zeus’un kamçısı olmadığını, rüzgâr ve bulut ilişkisinin bir sonucu olduğunu” söyler.
Fırtınanın nedeni “Poseidon’un öfkesi”, depremin nedeni “Zeus’un kıskançlığı” değildir artık.
Bu fikir, evrenin mitolojik öğelerden arındırılması sürecinin başlangıcıdır.
Artık hiçbir cerrah akut apandisit olan hastasına şöyle “açıklamalar” yapmamaktadır:
“Sen Başak burcusun, Mars’ın olumsuz etkisi nedeniyle karnın ağrıyor.”
“İşlediğin günahların cezasını çekiyorsun.”
“Karnınız, Mars’ın Oğlak burcunda seyretmesinin olumsuz etkilerine bağlı olarak ağrıyor.”
“Size nazar değmiş, karnınız bu nedenle ağrıyor.”
“Ra’ya kurban etmeniz gereken insanı kurban etmediniz, ağrınızın nedeni bu.”
“Karnınız ağrıyor çünkü Poseidon sizi lanetlemiş.”
“Karın ağrınızın nedeni karın tanrısı Abdomenicusu kızdırmış olmanız.”
Hangi inançtan olursa olsun, bu tür açıklamalara inanacak bir hasta da yoktur.”
https://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/bu-yaprak-yesildir-cumlesi-ideolojik-midir-244578
Poseidon beni de lanetlemiş midir bilmiyorum.
Fakat Taylan Kara, “Karnınız ağrıyor çünkü Poseidon sizi lanetlemiş.” diyerek beni gülme krizine soktu.
O beni güldürdü ya. Poseidon da onu güldürsün.
“«Türkler asla barbar olmadılar; M. Ö. 209’da orduları ve devletleri millet olarak tarih sahnesine çıktılar» deniliyor – Hun’ların «Türk»lüğü ve «devlet»likleri üzerindeki bütün soru işaretleri bir yana, biri çıkıp kurcalamaz mı, M.Ö. 215 veya 210’da tiyatronun kulisinde ne yaptıklarını? Normal canlıların ve toplumların, bir doğma-büyüme-gelişme süreçleri vardır; ancak mitolojide, Athena/Minerva, babası Zeus/ Jupiter’in alnından, böyle yetişkin ve pürsilah doğar.”
H. Berktay
Ülkemizde çok sayıda örneği bulunan, dar görüşlü, ileriyi göremeyen, sıradan vatandaşlardan birinin bir şikayetine denk geldim başka bir şeye bakarken:
Narlıdere Belediyesi Çamtepe Metro İnşaatı Gecenin 3’ü Çalışıyor
Narlıdere metro çalışması yüzünden akut insomnia teşhisi aldım ve ilaç kullanıyorum. Gecenin 3 4’üne kadar tahammül edilemez gürültü yer altından korkunç sesler geliyor. Hayatımı zindan ettiniz.Düşüncesiz insanlar. Dayanamıyorum artık ve bu saçmalık yıllarca devam edecek!
https://www.sikayetvar.com/narlidere-belediyesi/narlidere-belediyesi-camtepe-metro-insaati-gecenin-3u-calisiyor
Her yerin otoyol = FOSİL YAKIT olmasını mı tercih ederdiniz beyefendi/hanımefendi? Ta ki DÜNYA “tahammül edilemez” hale gelinceye kadar?
Yoksa “demiryolu komünist işidir” diyen kapitalist cumhurbaşkanınız merhum Turgut Bey gibi mi düşünüyorsunuz siz de?
Tramvayda rastladığım başka bir dar görüşlü vatandaş gibiymiş bu da. Eskiden her yere otomobili veya belediye otobüsleriyle hızlı gidebiliyormuş. Fakat şimdi o hatlar kaldırılıp yerine “yavaş” giden tramvay konulunca beyefendinin huzuru ve DÜZENİ bozulmuş.
Vah vah! Çok yazık!
Benim gibi farklı düşünen insanların bu yeni metro ve şehirlerarası hızlı tren hatlarının yapımına şükretmesi de yanlışmış demek ki!
“Şu illet iktidardan ne kadar nefret edersek edelim, onların döneminde raylı sistemin daha yaygınlaşıyor olması küçük de olsa bir kazanımdır” demek geliyor içimden. Fakat görünüşe göre demesem daha iyi olacak bu durumda.
İtiraf edeyim ki ben de küfürlü konuşmam ve yazmamdan rahatsızım. Bin bir türlü kötü alışkanlık ve huyların çoğundan kurtulmayı başardım. En önemlisi, her türlü toplum, Newspeakʼde TOPLULUKLAR, temizleme mühendisliği ʻʻ-izmʼʼlerden evren boyu kadar uzak durmayı başardım.
ʻʻ-izmʼʼ veya ideolojik savaşlarının yeni ve eski muhariplerinin Charlie Chaplin vari alıştıkları ʻʻpipsqueak ilkel olmak istiyorʼʼ veya ʼʼpipsqueak ilkeller partisi kurmak istiyorʼʼ otomatik tepkileri, enayi lakırdıları ama yazdıkalrınız bana bir ilkelliğimi hatırlattı: Ben de tesadüflere inanmam.
C. Yücel, N. Tevfik ve G. García Márquez’i çok severim. Bu isimleri kullanmanız tesadüf olamaz. Nilgün Marmaraʼyı tanımıyorum, ama severdim. Çok genç ölmüş, yazık.
Hele Can Yücelʼin şu şahane lafı! Yalçın Küçük küçük ama mide bulandırır. Bence Y. Küçük dalkavukluk Nobel ödülünü rahat kazanır ve aynı şeyi bütün 68 Türk solcu devrimcileri için söyleyebirim. Aynı bu sitedekiler gibi hayatı saray etrafı gezmekle geçenlerden. Zaten Marksistleri günahlarımdan çok daha az severim. Üretim-tüketim-bolluk-nicelik sapıkları sosyal mühendis anarşistleri daha da az.
Peki, neden acaba şu allahın belası küfürlü yazıp/konuşmadan kurtulamıyorum? ʻKafirʼ kelimesinin ʻküfür, (kfr)ʼ kelimesinden türemiş olmasından.
ʻʻ-izmʼʼ dinlerinin müminlerinden nefret ettiğim için. İnsanları severim ama ʻʻHümanizmʼʼden nefret ederim. Yaşamı çok severim ama son zamanların en güçlü modası, ʻʻ-izmʼʼi olan, Life ideolojisinden nefret ederim.
Bu sitedekiler sonsuz İLERLEMECİ, IRKÇI, ÖJENİMCİ ve SOSYAL DARVİNİZMCİ ama Newspeak ile adlarını değiştirenlerin afyonunu yutmuşlar. Yüzlerine vur inkar ediyorlar, küfürden başka bir çare kalmıyor.
Bundan aşağı yukarı 6-7 bin yıl önce, ilk Medeniyet insanları, krala şişko, yani maslahatı büyük güçlü dediler. O gün bu gün, bu güçlüler kral, imparator, şahanşah, padişah, sultan, führer, duc(ç)e, sezar, kayzer, emir ve nihayet laik başkan adları aldılar. Ama şimdi yine ʻʻstrong manʼʼ Trump, Putin, Xi Jinping, Modi, Orbán, Salvini, Erdoğan, Bolsonaro falan filanlar maslahatları ellerinde güçleri yetenlere meydan okumaktalar. Tabii feministleri de unutmamak ve politically correct olmak istersem, strong man/wo-manʼʼ erkek gibi güçlü, Merkel gibi, karılar da var.
Küfürlere layık milyarlarca örnekten birkaç tane seçeyim.
İkinci Dünya Savaşı biterken Amerikalılar ve Bolşevikler büyük bir hızla Nazi bilim adamlarını aradılar ve bulup ülkelerine götürdüler.
Kapilaizm maymunları Bolşevikler, Çin ve diğer maymunlar, asıl motorun Kapital olduğunu ve Kapitalʼin asıl motorunun da bilim-teknoloji olduğunu çok iyi biliyorlardı. Sadece bunu kapitalistsiz yapmayı başarmak istediler. Zaten eğer binlerce yıl ayakta kalan kadim Medeniyetleri (Çin ve Eski Mısır en çarpıcı örnekler) düşünürsek imkansız da değil. Bu site Marksist-Anarşist enayilerin kıçlarını (özür dilerim ağzımdan kaçtı) ateşe verip tutuşturan da aslında bu bilinçaltı bilinçüstü başarılar.
Bunu enayileri anlat, taş uykusundan uyanacağına, doğal bulur. Taptıkları nötr bilimsel gözlemleri ʻʻ-izmʼʼ at gözlüğüyle okur/dinler ve anlamazlar.
Çok kısa bir süre önce, 68 Türk solcu devrimci faydalı salakları ateşlendiren, Kapitalistsiz Kapitalizme Komünizm adı verenlerin 30. yıl önce çöküşüyle küllerinden dirilen, multi- (Newspeak) topluluklar üzerinde bir anket yapıldı. Yorumdaki malum enayi avcılığı sayısız istatistik, kıvırmalar, dil çabukluğu ve hokkabazlık sonu asıl bakla ağızlarından veya satır aralarından çıkar:
– Eski komünist şimdi kapitalistlerin hepsi malum ʻʻherkes herkese karşı, Allah da herkese karşıʼʼdan dert yanarlar, Yani, tıpkı bu site solcuları ve dünyanın her yerinde mantar gibi biten ve her zaman daha fazla isteyen orta sınıflar gibi, ne yardan geçerler ne de serden.
– Şu an hali vakti daha iyi olan (Newspeak-) topluluklar şimdiyi tercih ederler. Bunlar bu site orta sınıflılarına benzerler; yetenek ve para çok, özgürlük yok yaygarası yapanlar. Şimdilik, geçici İmamhatipoğlu ve Islahettin kuyruğuna girerler. Daha önce ʻʻgeçici, şimdilikʼʼ olanları fiyaskoluru unutulur. Hali vakti iyi olmayanlar eskiyi tercih ederler. Bak şu tesadüfe! Batı Avrupaʼya yakın ve Kuzey sarışınları şimdicilerden. Onların İmamhatipoğlu ve Erdoğanʼın ʻʻbekle, güzel günler gelecekʼʼ yalanlarına ihtiyaçları yok.
Yıllarca önce İsrailʼde olan bir komik olay. Rusyaʼdan İsraileʼe göç eden bir ressam sefilliğinden dert yanar. Özgürlüğün diğer bir ismi olan Pazar alış-verişi hatırlatılıp eserlerini satışa çıkarması öğütü verilir.
Castro zamanında ve belki şimdi de, insanın en uzun yaşadığı ülkelerden biri Küba idi. Bilimsel nedeni, oradaki insanların her türlü ihtiyaçlarını karşılanma garantisi. NEWSPEAK STRESS yok. TRAMVAY var ama NEWSPEAK TRAVMA yok.
Ben bir ara Kübaʼdan kaçan ve sağır ve sadece İspanyolca bilen çok sevdiğim Disdado ile konuşuken, Havanaʼda bazı mahalleler polislerin bile korkudan giremediğini söyledi. Ben tam anladığımdan emin olmak için sordum:
– Castroʼdan önce mi, sonra mı?
Saflığıma inanamyan Diosdado, her zamanki gibi kulaklarımı patlatan bir sesle cevap verdi:
– Carajo! Carajo! En büyük mafya, Castro & Co., diğer bütün mafyaları temizledi!
Not: Aynı zifiri kara Diosdado biz başka yere taşınınca dert yandı. ʻʻGel sana daha da güzel bir ev bulurumʼʼ dedim, ʻʻyok orada çok siyah varʼʼ dedi. Diosdado için önemli olan kültürdü. Aynı Diosdado ʻʻanadiliʼʼ İspanyolca olan Fredyʼye ʻʻPipsqueak bizimle konuşuyor, bize kızıyor, küfür ediyor ama senin anarşistler bizleri hor görüp konuşmuyorlar bileʼʼ demiş, Fredy kahkahalarla anlattı.
Bu birbirleriyle çelişkili gibi görünenler aslında aynı sağ veya sol sosyal mühendisliklerin eserleri. Bunu söylersen tabii ki küfür etmiş olursun.
Sadece ve sadece fakir ülkeler Komünist oldu. 1968ʼin ruhu da komünist rejimlerin eleştirisi idi. 1968 Türk solcu devrimcileri ise komünist rejimleri canla ve coşkunlukla kucakladılar. Fakir fukaralara bolluğa kavuşma satışı ʻʻideolojilerin yerel ekonomik, kültürel, tarihsel, sosyolojik, topluluksal falan filan yorumlarıʼʼ oldu. Bolşevikler bütün ümitlerini zengin, bilim-teknikte ileri Batıʼya, özellikle taklidini yapmakla yanıp tutuştukları, Almanyaʼya bağlamışlardı. Olmadı. Avrupa ve uzantısı ABD, 300-400 yılda milyonların canına kıyarak ve en alçak gaddarlıkla dünyaya egemen oldular. Bolşevikler 20-30 yılda kendi halkının kanını emerek ve milyonları öldürerek aynı boku yedi dünyanın en büyük gücüne meydan okumayı başardı — daha sonra Çin de aynı boku 40-50 yılda yedi ve yemekte. Böyle bir mucizenin saray etrafında büyümüş pezevenklerin ağızlarını sulandırması doğalların doğalı. İşin tuhafı, hem Kapitalist veya Liberal yaltakçılar hem de Marksist-Anarşist yaltakçılar, bu başarıların ʻʻyanlışlıklarlaʼʼ dolu olduğu masalları ile rafa koyarlar.
Hayatta genç kalacaksın, İleriye ümitle bakacaksın, olumlu olacaksın, güzel günler gelecek diyenlerin, geçici de olsa, kıçların öpeceksin, falan filan.
Ulan ʻʻbu psikolojik terapi, bunlar medyada dolaşan ağız sulandırmaların tellallığı, asıl becerenlerin adı ʻʻstartupʼʼ, asıllar yeni ve bitip tükenmez enerji vaadi ile orta sınıf ve özellikle gençleri kakalıyan yeşillik partileriʼʼ de, bak nasıl küfür ettiğini hemen çakar bu adiler.
Bunlara yazılı tarihte ʻʻilk atalarının Plato ve ʻPlatoʼnun Republicʼinin de ilk faşist sosyal mühendislik modeli olduğunuʼʼ söyle, bak nasıl ağızlarından köpükler fışkırmaya başlar. Bu Marksist-Anarşistler hem heyecandan hoplar zıplar hem de senin küfür ettiğini anlarlar.
1968ʼin Batı dünyasına getirdiği en büyük yenilik, CEOʼların sert ve erkeğimsi kare masalarının yumuşak ve yuvarlak kadınımsı olmaları. Türkiye ve diğer fakir ülkelerde ise kendileri gibi gelecekteki olası sarayda memur olma veya çok sivri kelleliyse, kelleyi koltuğa alıp, kafasız akıl verici olmaya heveslilerin artması olduğunu hatırlat, yine kudururlar, yine küfür etmiş olursun
Mısır, halkına ebedi yaşam vaadi ile 3 bin yıl ayakta kaldı ve dünyanın en gözde kültürlerinden birini yarattı. Ama çok önemli bir fark var. Saray ve saray ruhu, şimdiki gibi, okul+televiyona şükür, her insanın hücresine kadar işlenmemişti. Her yıl yiyecek ve barınakları tedarik edilen, piramit inşasında ʻʻzorlaʼʼ çalıştırılan fellahların duvarlarına yaptıkları resimlere bakın, görürsünüz: Fellahlar Devletli Medeni bir toplumda oldukları halde, kendi yerel geleneklerini kaybetmemişler, o zamanın büyük beyinlileri rahipler gibi hayatı düzene sokacaklarına yaşamışlar. Karşılığında bu baş belası alçak sosyal mühendislere vergi vermişler. Fellahların resimlerle ifade ettikleri yanında salt materyalden oluşmuş ruhsuz faşist ruhlu sosyal mühendis Marksist-Anarşistlerin dırdırları bitip tükenmez küfür.
Şimdi de asıl mesele: size yanıt vermek çok zor. Diğerleriyle alay etmek, akıllarına gülmek, kimler tarafından pompalanıp şiştiklerini görmek, cahilliklerini birkaç örnekle sergilemek çok daha kolay.
Belki siz haklısınız, sorun ʻʻüslupʼʼ; belki ben haklıyım, sorun cahillik. Cahillik salakların sandığı kadar basit değil. En güvenli ve deneylere dayanan bilgi dalında bile tanınmayan varlıklar bakılsa da görülmez. Matematiksel veya dille daha henüz ifadesi olmayan gerçekler bir sürü, yobazların diliyle ʻʻsaçma kurgularaʼʼ yol açar. Bunun Fransızca yaygın bilinen adı bile var: ʻʻavant la lettreʼʼ
Antropologlar anlamadıkları gözlemle başlar, yıllar harcayarak anlamaya çalışırlar. Bu salaklar 17-19. yüzyıllarına saplanmış kalmışlar. Her okuduklarını ve duyduklarını o zamanları diline tercüme edip rahatlarlar. Dillerinin esasıyla alay eden binlerce örnek var. Dickensʼin ʻʻHard Timesʼʼ kitabında alay ettiği, ʻʻfacts, nothing but factsʼ bataklığında debelenir dururlar.
Aynı kabakların işleri güçleri bilinci olmayanları ʻʻbilinçlendirmekʼʼ. Bunlar, 17-19. yüzyıllarda zirvesine ulaşan eğitim endüstrisinin ʻʻ this is a fuc*ing learning planetʼʼ çığırtkanları.
AtıTürk zamanında bir Türk asronom yeni bir gezegen bulur. İlanını Osmanlı kıyafetiyle yapar. Karar? Olamaz! Batı kıyafetiyle ilan eder, AtıTürkʼün ʻʻNe mutlu Büyük Beyinli Türk Bilim Adamıʼʼ olur.
Canım bunda tuhaflık nerede? Aşk olsun, vallahi! Özgür Öniversiteʼde AtıTürkümüzün kıyafet inkilabını öğrenmedin mi? Ben bunu Başıkayaʼnın Aydınlık dersinde öğrenmiştim, falan filan orta sınıf ʻʻbluesʼʼ başlar.
İnşallah, benim bilgi fetişine tapan solcu devrimcilerden tiksindiğimi, hatta 7 yaşında yeteri kadar öğrendiğimize inandığımı biliyorsunuzdur. Bilmiyorsanız en sevdiğimi suratlara tükürmeyi tekrar hatırlatayım:
ʻʻBeyazlar sorularıyla bize işkence ediyorlar.ʼʼ
Diğer örnekleri diğer bir yazımda verdim. Marks amcanın afyonunu yutmuş papaz Vieira ve dinci Boehmeʼin ʻʻtelif hakkıʼʼ laik bilgi çılgınların pis suratlarına tükürmelerine.
Bunları söyle hemen asıl afyı-onu yutmuş biri 19. yüzyıl diline çevirip senin cahilliği savunmayla itham eder. Yani kibarca küfür eder.
Soğuk savaş esnasında ABD ve Bolşevik alçaklar sözüm ona ʻʻ-izmʼʼ uğruna ve şimdi de (bakın Doomsday Clock & what the nuclear scientist are saying), Trump, Putin, Xi Jinping para için dolaylı, nükleer pislikleriyle; doğrudan nükleer savaşla tüm yaşama son vermeye hazırlar ama ezeli ve ebedi yararlı salak solcu devrimciler hâlâ iğrenç yalanları taraftar toplamak için yayıyorlar. Bir yüksek zekâlıya göre, bunların da içleri ve dışları aynı, benim de.
Bunu söyle, hemen küfür etmiş olursun.
Her neyse. Bunların, benim anladığım anlamda, cahilliğini çok güzel ve çok sevdiğim bir örnek çok iyi anlatır.
2. Dünya Savaşından sonra, Alamn yazarlar, ʻʻne yazsak halk alıştıkları Nazi diliyle yorumlayıp anlıyorʼʼ diye dert yandılar.
Kendimizi tanımak için dışarıdan görebilmemizin yararı tarih kadar eski. Bunu dile getirenleri kendileri gibi yaltakçı, yavan, parti üyeleri, saray heveslileri gibi görenler bana sadece ve sadece kendilerinin ne kadar kara cahil olduklarını ispat ederler.
Dışarıdan bakandan bir alıntı.
Bir antropolog cüce kültürlü cüce pygmy ile çölde yürümekte. Bu cüce, ırkçı ve faşist Hortlakʼın Kürtleri gibi BokChin-Kürt DEV kültürlü değil.
Önce, çok daha sevdiğim ama şu anki bağlamın dışında bir konuşma:
– Sizin şefiniz var mı?
-Var, hem de çok, herkes kendi şefi.
İkinci burada vurgusunu yapmak istediğim:
– Sen ölünce ne olacak?
Televizyon önünde oturup başkalarının becerileriye eğlenen Kürt veya ne mutlu Türk gibi dev kültürlü olmayan cüce, döner çölde bıraktığı ayak izlerine işaret eder.
– Rüzgar geldi, ayak izlerimi sildi. İşte o olacak.
Antroloplog ekler: yüzünde (NEWSPEAK) STRESS ve (NEWSPEAK) TRAVMA görmedim.
Antropolog pygmyi ile hayli sevdiğim filozof B. Russellʼın ölüm ve yaşam hakkında dediklerini kıyaslar. Russell, tasadüflerden oluşan canlılık, tesadüflerden oluşan tarih, tesadüflerden oluşan kültürler, tesadülerden oluşan hayata anlam vermeler, anlamsız bir dünyanın zorla kabullendirdiği tesadüf bir anlam karşısında haklı olarak umutsuz.
Henüz 17. yüzyılda, derin dinci ve modern bilime ve matematiğe büyük — hatta bence, ilk defa tesadüfü bilimselleştiren ve zamaımıza her bilgi dalında tamamıyla egemen olan ihtimal hesaplarını geliştirdiğinden dolayı — sonsuz büyük katkıda bulunan Pascal bile ʻʻevrenin sessizliği beni sonsuz kokutuyorʼʼ dedi.
Bazı sağ/sol çıplak güce olduğu gibi, çıplak tapıyor. Bazı sağ/sol çıplağın ayıplarını kapatıp tapıyorlar.
Bunu söyle, küfür etmiş olursun.
İtiraf edeyim ki asıl korkutucu bu dolandırıcıların peşlerine taktıkları çoğunluklar. Bu site mükemmel bir örnek. Hepsi kulaklarına üfürülen 17-19. yüzyılların Aydınlık-Devrimcilik uyku afyonu ile uyuklayan, comfortably numb, tiksindici mahluklar.
Hödük 92, totalitercillik hapını yuttuğunun, faşist olduğunun farkında bile değil. Dünya kendi gibi bilir bilmez konuşan salak dolu, hepsi, her yerde aynı şekilde zırvalarlar.
Küçük Adam Dinle!
Evet, senin gibi dünyası kendisi kadar küçük, basit olanlar için ʻʻbütün bu sorular birer demagojidirʼʼ.
Haydi sana bir demagojik soru: Yarın her evcilleşmiş ücret kölesi gibi iş başı edecek misin? Geceleyin eve geldiğinde, her enayi gibi televizyon seyredip böyle aptalca konuşmaları öğrenip kusmaya devam edecek misin?
TC’nin okullarına hayır!
Bazı “Selefi”ler bile çocuklarını bu “Dinci” devletin okullarına göndermek istemezken neden “İlerici” geçinenler bu zulme boyun eğiyorlar?
http://ebumuaz.blogspot.com/2019/10/okullara-verilecek-dilekce-ornegi.html
24 Ekim 2019 Perşembe
Okullara Verilecek Dilekçe Örneği
…………………………….. OKULU MÜDÜRLÜĞÜNE
Velisi bulunduğum ………………………………………. İsimli öğrenci mevcut şartlarda okullarda cari olan; kız-erkek karma eğitim, ruh taşıyan canlılara ait resim ve heykellerin saygı ihsas ettirecek şekilde asılması, inançlarımızın gereği olan giyim şekline müsaade edilmemesi, teneffüs zili olarak müzik yayını yapılması, öğretmenler için ayağa kalkılması, inancımızda yeri olmayan uydurma bayram ve kutlama merasimlerine iştirake zorlanması, istiklal marşı ve and töreni gibi seromonilerde inancımızda yeri olmayan bir ibadet ve saygı duruşunun sergilenmesi, ders müfredatlarında ilmî ve dinî gerçeklere tamamen aykırı olan unsurların okutulması, inançlarımız açısından nefret etmekle mükellef olduğumuz bazı şahısların zorla sevdirilmeye kalkışılması, eğitim verme konumunda olmaları hasebiyle dini ve millî değerlere uygun bir şuur içerisinde olması gereken öğretmenlerin bu vasıflara hiçbir şekilde haiz olmamaları ve kötü örneklik teşkil etmeleri ve sair çocuğumun şiddetle rahatsızlık duyduğu ve bizim de velisi olarak onun bu hassasiyetlerini tasviple karşıladığımız olumsuzlukların giderilmediği sürece, devamsızlık konusunda çocuğumuza baskı yapamayacağımızı beyan ederiz. Zira din ve vicdan özgürlüğü T.C. anayasasının da 24. Maddesi ile güvence altına alınmış olup, devletimizin din ve vicdan özgürlüğüne aykırı düşmeden eğitim ve öğretim hakkımızı temin etme zorunluluğu vardır. Bizlerden alınan vergiler, eğitim ve öğretim hakkı için de kaynaklık teşkil etmektedir. Şayet din ve vicdan özgürlüğüne aykırı olan, yukarıda sayılan ve sayılmayan birçok unsurlara rağmen, çağ dışı bir anlayışla, inanç değerlerinin aleyhine tahakkümde bulunmak istercesine bir dayatma uygulanacak olursa söz konusu haklarımızı yasal yollardan talep etmeye devam edeceğimizi bilgilerinize sunarız.
Ad soyad
Adres
imza ve tarih
“Yarın her evcilleşmiş ücret kölesi gibi iş başı edecek misin?”
Hayır, etmeyeceğim.
Aslında evden bile dışarı fazla çıkmıyorum. Bazen birkaç gün hiç çıkmadığım oluyor. Belki de bu yüzden “evcilleşmiş” diyorsunuz.
“Geceleyin eve geldiğinde, her enayi gibi televizyon seyredip böyle aptalca konuşmaları öğrenip kusmaya devam edecek misin?”
Televizyonu da pek açmıyorum açıkçası. Bazen sinema kanallarında güzel bir filme denk gelince belki. Son zamanlarda da bunlardan pek yok maalesef.
“Aptalca konuşmaları” izlemek istediğim zaman ise, başka bir kanalı açıyorum.
Eski bir anarşistin kanalında böyle aptalca konuşmalar yapan biri var. Tam da sizin tarif ettiğiniz gibi.
“Türkiye’de kapitalizm falan değildir egemen sınıf, Türkiye’de egemen sınıf müdür beyle albayımdır. Müdür beydir egemen… Daire müdürü olur, okul müdürü olur, işletme müdürü olur… Bir de onun üniformalı eşdeğeri olan albayım vardır.”
demişti bir keresinde Nişanyan.
Bkz;
“Türkiye’de Egemen Sınıf Müdür Bey ve Albayımdır”- Röportaj: Kritize.Net
https://team-aow.discuforum.info/t5891-Turkiye-de-Egemen-S-n-f-Mudur-Bey-ve-Albay-md-r-Roportaj-Kritize-N.htm
“Batı kapitalizmi” ile “müdür kapitalizmi” arasındaki farklar başka şekillerde de ifade edilebilir.
Örn;
“Federal kapitalizm” ile “Üniter kapitalizm”
“Beyaz Saray kapitalizmi” ile “Ak Saray kapitalizmi”
“Margaret Thatcher kapitalizmi” ile “Tansu Çiller kapitalizmi”
“The New York Times kapitalizmi” ile “Hürriyet kapitalizmi”
“Steve Jobs kapitalizmi” ile “Mustafa Koç kapitalizmi”
“Michael Jordan kapitalizmi” ile “Hidayet Türkoğlu kapitalizmi”
“Michael Jackson kapitalizmi” ile “Tarkan kapitalizmi”
“George Clooney kapitalizmi” ile “Tamer Karadağlı kapitalizmi”
“Natalie Portman kapitalizmi” ile “Gülse Birsel kapitalizmi”
gibi.
91 numaralı yazıyı ben yazmıştım. Konu, hakikate, vahiy veya akıl ile varış yolları üzerinde bir tartışmanın yorumsuz aktarılmasıydı. Günümüzde, eski komünizmin yerini almış, hem Türkiye hem de dünyada, gece gündüz çiğnenen sakız haline gelmiş olan İslam, terör, şariat, özgürlük, İslamʼda kadınların durumu vb, sonsuz dek medya, sağ/sol, televizyon gıdası.
Ben tartışmayı tarihi bağlamı içinde ele aldım ve ciddi bir yorum yapmak istedim. Elimden geldiği kadar sitenin cömertliğini suistimal etmemeye çalıştığım halde yazım 5 sayfayı buldu. Bu konuda doğrudan ve dolaylı en az 30-40 kitap okudum ve bu, yoğun olarak 1970-80 yılları arasında oldu. Daha sonra genellikle dergilerde ve gazeteklerde makaleler okudum.
Eğer bir düşünür demagojiden kaçınmak isterse yazacağı kitap yüzlerce sayfalar tutar ve yüzlerce kaynaklar içerir. Benim kısa yazımda bu imkansız olduğu gibi yazımda demagoji diye adlandırdıklarınız dinin sosyal hayatın aynası olduğunu vurgulamak, insanların bir birlerine ihtiyacının zekâ farklarına çevrilmesinin ideolojik süzgeçten geçirildiğine dikkat çekmek istemiştim. Dediklerim demagoji kelimesinin anlamına zerre kadar uymaz. Ben onun için sizin de diğerleri gibi cahilliklerini alay etmeyle örtmeye çalışan, dünyada gittikçe ve üssel artan, çok iğrenç ve tiksindirici, daima hazmı kolay eğlence ve seyircilik peşinde koşan tüketici kalabalıklarından bir sandım.
Bu sitede anlasın anlamasın hemen sidik yarışına girenlerin hepsi tamamıyla alakasız, tamamıyla cahilce, iki üç satırla işi laf cambazlığına döküp cevap vermekteler.
Eğer siz onlardan değilseniz ve hislerinizi kırıcı bir yanıt verdiysem özür dilerim. Ama sizden ricam, yazımı bir daha ama dikkatle okuyun ve nerede nasıl demagoji yaptığımı bana gösterin.
Not: Ben ABDʼde büyüdüm diyebilirim ama televizyonu salt Türkiyeʼye geldiğimde akraba ve arkadaşların evlerinde gördüm ve seyrettim. ABDʼde eleştirici arkadaşlarım, insanların televizyon tarafından aptallaştırdığını savunurlardı, ben asla katılmadım ve şimdi de katılmıyorum. Ama doğrusunu söylemem gerekirse televizyon seyredince televizyonun beyin yıkama hünerlerine hayran oldum. Hatta benimle alay edenler gibi, alaya alıp kendilerinin yutmadığını sananların bile, bence, tamamıyla yutuyorlardı.
Not : Güzel filimler dediğiniz gibi çok az, katılıyorum. Üstelik, bu sitenin Cesur Yeni Dünya askerleri Zileli ve diğerlerinin tabiriyle, ben ve karım orijinal anlamda aşırı reaksiyoneriz. Veya biraz felsefe biliyorsanız, biz genellikle yeniliğin irrasyonel dürtü olduğuna inanan korkaklardanız. Dolayısıyla filimleri hâlâ bireysel değil sosyal bir kurum olan sinemalarda görmeyi tercih ederiz. Her yerde güzel filim gösteren sinema sayısı % 0,001. Buna rağmen çok güzel filimler görmekteyiz.
Aslında sitedeki bazı anarşist abilerimizin iki üç şiarı yazımızın özetinin özetidir.
– Sadece dijital devrime katılanlar devrimciler akıntıyla birlikte yüzer.
– Bu akıntıya karşı yüzenler reaksiyoner, saldırgan, faşizan ve karşı devrimcilerdir.
– Üçüncüsü bir uzman psikoloji profesöründen: ʻʻFear leads to anger. Anger leads to hate. Hate leads to suffering.ʼʼ yorumunu yapan ʻʻ77 [Medeniyetten] Korkanların [Kuyruk] Acısıʼʼ.
Diğer bir yazımızda bir topluluklar taşıma araçlarında akıllı telefon ʻiPhoneʼ kullanmamızdan dolayı Yeni Cesur Dünyaʼdan korkan bir karşı devrimci yaşlı amcanın saldırısına uğradığımızı yazmıştık. Yayınlanmadığı için basit bir özetini vereceğiz.
Geçende, lise arkadaşlarımızla, bir topluluklar taşıma aracında, alfabesi veya dilbilgisi veya teorisi, yes/no, 0/1, devrimci/karşı devrimci olarak bilinen dijital devrimin pratik ürünü akıllı dijital ʻiPhoneʼlarımızla istifrağ içinde zevkten dört köşe olmuştuk. Tıpkı bizim gibi dijital devrimci gençlerle küresel yes/no kısa ama yoğun, özetin özeti dijital iletişim içinde çok sayıda instagramlar indirip bindirirken, bir yaşlı adam bizi azarlamaya başladı.
Aramızda bir akadaşa göre, adam, Türkiyeʼde çok kısa bir süre önce kurulan ʻʻDoğa Ortam Partisine Evet (DOPE)ʼʼ üyesiymiş.
Aynı arkadaşa göre, bu partinin kurucusu uzay turizm araştırma ve geliştirme startupların en başında gelen Pipsqueak adlı büyük bir bilim-teknoloji-iş adamı, büyük bir işletmeciymiş. Bu ilkelcilik ideolojisi teorisyeni, sitesinde, yeni bulunan gezegenlerde ʻʻİlkel Yaşam İlk Koloniler (İYİ Koloniler)ʼʼ için gönüllüler aramakta.
Site İngilizce. ʻʻWe welcome those who render life simple & easy, such as men and women scientists, men and women engineers, men and women busynessmen, men and women doctors. In short, all those men and women who dedicate their lives to making life easy for people; men and women who may lend their valuable theoratical ideas to fabrication of cars, airplanes, train, submarines, nuclear energy, wind energy, solar energy … More the better!ʼʼ
Eğer İngilizce bilmiyorsanız yine dijital devriminden yararlanıp hemen dijitinizi Googleʼa basın, hemen tercüme çıkar. Dijitinizle ʻʻbeğendim/ beğenmedimʼʼe basmayı da unutmayın.
Sitedeki çoğu yazıyı şahane tanımlayan bir (Newspeak) nenesözü: b*k b*ka karışarak artar.
Diğer bazı düşünceler benden sözler:
Zileliʼyi ʻʻ-izmʼʼ sevdası yüzünden, bana göre, özen göstermeden yazdıkları için eleştirdim. Geleneksel toplumlarda, uzun yıllar sonucu ve yüzeysel bakınca satıhta keyfi gibi görünen, özgürlük sınırlarını Pazar özgürlüğü ile ʻʻyırtanʼʼ Kapitalist-Burjuva’nın Aydınlık-Devrim-İlerleme kutsal üçlü safsatasını çok ciddiye alması bu özensizliklerden biri. Sitede, özellikle sosyal medya Big-Bangʼi ile üssel artan televizyon+okul+medya kazazedelerinin birbirlerinin klonları olduklarına, birbirlerini televizyon akşam haberleri gibi algıladıkları aktaran okur-yazar hödüklere dikkat çekmemesi bana daima bu Pazar özgürlüğünün ʻʻtemel çeliskisiʼʼ gibi görünen temel dolandırcılığını düşündürdü. Kısacası, ʻʻherkes özgür ama gücü elde tutanlar çok daha özgürʼʼ sahtekarlığı.
Yine de küfür dışı sınır koymamasına hayranım. Bu da benim çelişkim, diyelim.
Son örnek ʻʻ96 Poseidon’un lanetiʼʼ yorumu. Eğer Taylan Kara Erdoğanʼın şaşkına çevirdiği kazazedelerden biriyse, konuyu anlamadan televizyon conserve kutusu gülmelere çeviren ʻʻ96 Poseidon’un lanetiʼʼni yazan, üssel artan eğlence tiryakisi şapşallar gerçekten korkutucu. Eğer Trumpʼı biraz yakından izlerseniz, onun bu 96 gibilerin kusursuz ama sonsuz tehlikeli modeli olduğu, bence, çok bariz.
T. Kara, güvenli bilgi nasıl elde edilir konusunu işlemiş. Ama o da Erdoğanʼın (veya Trumpʼın) kurbanı olup Politika ve Serbest Pazar şarlatanlığı ile çok daha ciddi bir konuyu karıştırmış. Hatta, bana göre, modern anlamda dinsel görüşlerin, modern bilimin gelişmesinde çok büyük bir rol oynadığını bilmediğinden Erdoğan’a tepkisi, ki bunda T. Kara çok haklı, ile şarlatanlığa tepkisi çorba olup çıkmış.
Örneğin T. Karaʼnın modern bilim temelini özeti:
ʻʻEvren düzenlidir.
Özneden bağımsız bir nesnel gerçeklik vardır.
Nesnel gerçeklik bilinebilir.ʼʼ
Bir defa, gelecekten haber verme, modern bilimin özünün özü. Alalım burç veya kahve falıyla geleceği bilenlere.
[Ben burada kendi derin inancım olan şu düşüncemi bir yana bırakacağım ama ʻʻkısaʼʼ da olsa araya sıkıştıracağım, çünkü site cahilliği sonsuz:
Böyle inançların bilimle hiçbir alakası yok. Bunlar kültürel olgular ve bu anlamda Erdoğan-Trump şarlatanlığı ile burç-kahve falı arasında fark minimum. Burcuna bakan ʻʻsen su üstünde yürü, batmazsınʼʼ diyeni inanan enayi öbür dünyayı boylarsa da, akrabaları şarlatanı bulup aynı yere gönderirler. Sadece sıradan zavallı Yemenliler, çoluk çocukları ve sevdiklerinin ölümüne neden olan şarlatanların kim olduklarını bile bilmezler. Onları T. Kara, K. Okuyan, G. Zileli, F. Başkaya, Marks, Lenin gibiler bilir ve Yemenlileri ʻʻbilinçlendirir.ʼʼ Ne de, burç falına bakan, “Sen Başak burcusun, Mars’ın olumsuz etkisi nedeniyle karnın ağrıyor.” dediğinde T. Kara sonsuz bilgili değilsen veya asıl nedenini bilmiyorsan veya kendisi gibi hali vakti yerinde ama nedenini bilse bile bir bok yiyemediğinden gidip ilaç fabrikalarının komisyonculuğunu yapan doktordan ilaç reçetesi almıyorsan veya Afrikaʼda bilinçsizlerin ʻʻseni cüzdanın tedavi ederʼʼlafını duymamışsan, benim büyüdüğüm mahallede kendileriyle alay edeceğime sevdiğim insanları tanımıyorsan böyle kıçından çıkan osuruklarla konuşursun. Eğer burcuna bakan “Sen Başak burcusun, şu mangaldaki ateşleri yersen geçerʼʼ derse ancak T. Karaʼnın geniş hayal mahsülü insanları inanır. T. Karaʼnın hayal dünyası çok geniş ama solculuk ve bilimsellik ile çabuk dolmuş. ʻʻBilimin başladığıʼʼ yerdeki ilk kurgularda ʻʻher şey şuʼʼ, ʻʻher şey buʼʼ kavramlarının dinsel kavramlardan ilhamlar olduğu bilim tarih ve filozofları yazılarını hiç okumamış. O da, bu sitedekiler gibi, 17-19 yüzyılları beyin yıkamalarına maruz kalmış bir Aydıncı-Solcu Devrimci. T. Kara, eski İyon, şimdi Yunan, Türkiye Ege kıyılarında bile artık televizyon dizilerine benzemiş, tanrıların aşk ve kıskançlık eğlencelerinden bıkan düşünürlerin, daha önce, kökenleri topluma dayanan mitlere döndüklerini de duymamış. Bu İyonyalılar, T. kara, K. Okuyan, G. Zileli, F. Başkaya, Marks, Lenin gibi ama kıvırma becerileri kısıtlı olan, zamanından önce aydınlığa kavuşmuşların meşhur ʻʻbilimselʼʼ kurgularında ʻʻDoğa adaletsiz edenleri cezalandırırʼʼ ve benzeri sayısız kurgularını K. OKUYAN gibi OKUMAMIŞ galiba. Eğlencem bitti.]
T. Kara veya ʻʻ96 Poseidon’un lanetiʼʼni yazanın burcuna bakan da,
– Kendinden BAĞIMSIZ bir NESNEL GERÇEKLİK var olduğuna inanır: Yıldızlar var, ve gelgitler gibi, yıldızlar dünyayı etkiler.
– KENDİNDEN BAĞIMSIZ, kendinden önce toplumunda birikmiş bu çeşit NESNEL GERÇEKLİK BİLİNİR inancına dayanan bir yönteme dayanarak her ikisine, cuzi bir para karşılığı, gelecekte onlara ne olacaklarını söyler.
Kısacası her iki yaklaşıma ortak aynı metafizik. Fark yönetmlerin etkiliğinde.
[Not: Burç falları ümit ve istekleri çok güzel dile getiririr, ümisizlere ümit dağıtır. Naziler, savaşı kaybetmeye başlayınca, halk zafer haberlerini burçta aramaya ve bulmaya başladı. Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Dr. Paul Joseph Goebbels emriyle, inekleri uyutmak için İmamhatipoğlunu beklemeden, güzel günler geleceği güzel gelecek haberleri, burç fallarına koyuldu.]
[Not: Çok ince eler, sık dokursam, T. Kara ʻʻinanç ile bilgi edinme arasındaki farkı bilmiyorʼʼ, derim.]
Eğer burca bakan ʻʻEVREN DÜZENLİDİR.ʼʼe inanmasa, zaten ne kendisi ne T. Kara ve 96 var olur. Daha ağzını açana kadar, üçü de muradına erer, mavi gözlü, sarışın, sonsuz zeki, hatta kıvırmaya bile gerek duymadan zenginliğe ve bolluğa kavuşurlar. Ama inşallah herkes kendileri gibi tatsız tuzsuz orta sınıf büyük beyinlileri olmazlar. Ben bakarsam, yıldızlar baklava olup fakirlerin üstüna bol bol, kalın kalın yağar, Trump-Erdoğan ve sağ/sol devrimci toplum mühendisleri geberir falan filan, falan filan. Kısacası, benim rüyalarım da GERÇEKLEŞİR. Hatta öznel hislerime kapılıp ʻʻ96 Poseidon’un lanetiʼʼnin falına bakar GERÇEKTEN gördüklerimi söylerim:
ʻʻSen salaklıkta, çok sevdiğim, eşekden de inatçısın. Ama bir fark var, eşek bildiğini okur sen bilmediğini okur, anlamaz, televizyon dizisi sanarak kutudan çıkan kahkahalar atarsınʼʼ derim.
Başa döneyim.
Ben Trump-Erdoğanlara baka baka korkumdan altıma ediyorum; ʻʻ96 Poseidon’un lanetiʼʼ televizyona baka baka T. Karaʼnın yazısındaki kulağa hoş gelen cici bici isimleri tekrar ederek sitedeki klonlarıyla geyik muhabbetine devam ediyor; T. Kara güvenli bilgilerin dünyayı ne hale getirdiğindan, tabii arka fondaki ebedi ama duyulmayan ʻʻyanlış ellerdeʼʼ nakaratı ve ʻʻbilimin başladığıʼʼ yerdeki ilkokul çocukları bilgisiyle taş uykusuna devam ediyor; Zileli anarşistlik at gözlüğüyle dünyanın en saçma fikirlerini ayırt edemez hale gelmiş.
[Not: ʻʻBen, ayırt edebilirimʼʼ diyecek kadar saf değilim. Eğer topluluklar kavramı ciddiye alınırsa, toplulukların gökten yere zembille inmediği, aralarında Erdoğan-Trump gibi sonsuz tehlikeli olanları tasviye etme ve ʻʻ96 Poseidon’un lanetiʼʼ gibi aklına geleni söyleyenlere karşı enayilere dünyanın televizyon olmadığını hatırlatma ile varlıklarını ve kendilerine özgü kültür ve özgürlüklerini koruduklarını ima etmek istiyorum.]
Diğer bir örnek. Marks-Lenin yobazlığı milyonların canına mal oldu ve milyonlar en korkunç gaddarlıklara maruz kaldı. Alçaklar alçağı bir pezevenk K. Okuyan, Kapitalizm, Hıristiyanlık, İslam, Faşizm, Nazizm, Totaliterizm, Diktatörlük gibi aynı kıyım ve gaddarlıklarda bulunanlar için de kullanılabilir argümanlarla çıkmış utanmadan Marks-Lenin maskaralığının maskaralığını yapmış. Bence, bu pezevengi dinleyenler onu tükürükleriyle boğmalı. Zileli ise herifi bayağı ciddiye almış.
Bence, Yeni Zelanda başbakanı Jacinda Ardernʼin bir anlamsız ve yobazlık nedeniyle yapılan katliam karşısında çok sayıda şahane yanıtları arasından birinde, aşağı yukarı, ʻʻBen bu alçağın adını bile ağzıma almak bile istemiyorum. Çünkü onun insan olduğunu kabul etmiş olurum.ʼʼ dedi. Okuyan ve bu sitede ona benzeyen Hortlak, Maxist Argüman, Elifʼin Marksını Tutun gibi ruhu faşist pis suratları sırıtanların suratlarına en uygun yanıt tükürmek.
İşte sana Pazar Özgürlüğünün en kusursuz örneği: Herkes haklı ama modern yobaz bilgiçler çok daha haklı. Çünkü çoğunluktalar.
Tek bir istisna: Ben asla üssel artan şarlatanlığa karşı olan T. Kara ve üssel artan özgürlük yoksunluğuna karşı gelen G. Zileliʼyi hödükler hödüğü ʻʻ96 Poseidon’un lanetiʼʼ ile aynı kefeye koymam. Ama Erdoğan, şarlatanlık ve özgürlük noksanlığına karşı olmayla aynısını değişik bir dille yapanları da tasvip etmem.
Bence, bu sitedeki televizyon ve Youtube ve benzeri eğlence endüstrisilerinin yarattığı ʻʻ96 Poseidon’un lanetiʼʼ ve daha önce hiçbir şey anlamadan “…Dört fasıldan meydana gelen birinci bölümün ilk faslında filozof Râzî ile Ebû Hâtim arasında geçen …ʼʼ dırdırının aslında felsefede İslamʼdan çok daha önce ve şimdi de tartışılan bir ayırım olduğuna dokunmadan, ya Erdoğan/ya Erdoğanʼa karşı silikliğine indieren ve benzerlerinin suratlarına da tükürülmeli.
Erdoğan gibilerin hazmı kolay şarlatanlıklarına inanma ile eğlence endüstrisi maskaralıklarını siteye aktarmak, bence, aynı.