Okuyan’ı Anlamak (II)
Stalinist hokkabazlığın kavranması gereken en önemli yanı, birbiriyle çelişen politikalarda partinin her daim haklı olduğunu ileri sürme yüzsüzlüğünü gösterebilmesidir. Kemal Okuyan’ın yaptığı, bu bakımdan yeni bir şey değildir. Parti, daha doğrusu Stalin ne yaparsa yapsın her konuda her zaman haklıdır. Bu “haklılıklar” birbiriyle çelişiyor olsa da böyledir bu.
Şu Milliyetçilik Meselesi…
Okuyan’ın kitabında bu tür hokkabazlıkların sayısız örneği var ama Türk kökenli milliyetçilerin tasfiyesinde ileri sürdükleri artık bu “sanatın” şahikasını oluşturmaktadır.
Bakınız.
“Çöken imparatorluğun sınırları içinde kendi otoritesini kurma kararlılığıyla hareket eden Sovyet iktidarının bu hedefe ‘partisiz’ ulaşma şansı yoktu. Lakin birçok bölgede tek bir Marksist bile mevcut değildi. Stalin milliyetçi ve hatta İslamcı aydınların yüzünü devrim cephesine dönen kısmını partiye çekerek bu boşluğu doldurmaya soyundu.” (s. 239)
Okuyan’ın cümlelerindeki her türlü çarpık kavramlaştırmaya girecek olursam bu yazı bitmek bilmez. Bu yüzden “Sovyet iktidarı”, “tek bir Marksist bile mevcut değildi” türü cümleciklerin üzerinde uzun boylu durmayayım ama insan yine de bir şey söylemeden geçmek istemiyor. Yaftası “Sovyet” olsa bile gerçeklikte “Sovyet iktidarı” diye bir şey kalmamıştı. Öte yandan, bu “turfanda Marksistler” nerede bulunuyordu acaba? Bu özel bir insan türü müydü! Neyse, bunların üzerinde durmayalım şimdi.
Demek Stalin “milliyetçi ve hatta İslamcı aydınların yüzünü devrim cephesine dönen kısmını” partiye çekmiş! Bana soracak olursanız, reelpolitika açısından akıllıca. Evet ama bunu yaparken samimiyetle Bolşevikleri destekleyen bu insanların “milliyetçiliklerini” bilmiyor muymuş? Biliyorsa bunu o an için sineye mi çekmiş? Yoksa onların yüzüne karşı “siz ey, yüzünü devrim cephesine dönen milliyetçi ve İslamcı aydınlar” mı denmiştir? Elbette bunların hiçbiri olmamıştır. Zaten olması da saçma olurdu. Çünkü her mücadelede toplumun farklı kesimlerinden insanların geldikleri yerin ideolojik etkilerini taşımaları gayet doğaldır. Bu sadece Türk ve Müslüman devrimciler açısından değil, Rus ya da Gürcü devrimciler açısından da böyledir. Yani şimdi kalkıp biz de Stalin için “ilahiyat okumuş Hıristiyanların yüzünü devrime dönmüş kısmından” diye mi söz edelim! Dolayısıyla toplumun farklı kesimlerinden mücadeleye ya da partiye gelmiş insanlara kökenleri nedeniyle böyle yaftalar asmak saçmadır ama bu insanlar Rus değil de Rusya’nın azınlık milliyetlerinden olunca Okuyan için (ve tabii ki çok iyi anladığı Stalin için) akan sular durmaktadır.
Zaten birkaç cümle sonra esas meseleye geliyoruz:
“Sovyet Cumhuriyetlerinin bir bölümü bunlar tarafından yönetildi, bazıları 1930’larda muhalefetin komplolarına dahil oldu ve 1936-38 sürecinde tasfiye edildi, aynı sonu yaşayanlar arasında suça bulaşmasa da komünist taklidi yapanlar da vardı.” (s. 239)
Günümüzün Savcı Vişinski’si yine işbaşında. Vişinski öldü ama ruhu yaşıyor Okuyanların sayesinde. Yeter ki suçlamayı yap, kanıtların inandırıcı olması hiç önemli değil! 1930’larda dünyanın gözleri önünde oynanan gösteri mahkemeleri komedisini 90 yıl sonra yeniden sahne koymak ise gerçekten dayanılmaz bir trajedi. “Muhalefetin komplolarına dahil oldu.” Kim, nasıl, ne zaman, hangi komplo? Okuyan için bu sorular yersiz. Bunlar onun açısından tartışılmayacak gerçekler. “Suça bulaşmasa da”, kim, hangi suç? Bunların da gösterilmesi gerekmez. Savcı Vişinski bunları ortaya koymuş ve suçlamalar da gerçekler de o kan deryası içinde yok olup gitmişti. Ha, bir de şu “komünist taklidi” meselesi var. Yani bu “turfanda komünizmin” hakikisi nasıl oluyor hiç belli değil. Bunun bir ölçüsü var mı acaba? O da yok ortada. Stalin tarafından öldürülen on binlerce komünist, peki? Demek ki onlar da hakiki komünist değilmiş de komünist taklidi yapıyorlarmış. Taklit yapmayan “hakiki” komünistler ise partide kaldı. Ama onlar sonra, Sovyetler Birliği’nin yıkılması sırasında topluca sosyal demokratlıklarını ya da milliyetçiliklerini ilan ettiler. Sakın esas ölüme gönderilenler hakiki komünistler olmasın!
Neyse biz yine konumuza dönelim. Neymiş? Stalin 1920’lerde “yüzünü devrime dönen milliyetçi ve hatta İslamcıları” partiye almış, hatta onlara birçok Sovyet cumhuriyetinin yönetimini emanet etmiş. Üstelik bunu yaparken onların aslında “komünist taklidi” yaptığını biliyormuş. Ama nedense bu cömertliği göstermiş. Ama on yıl sonra da, birdenbire onların “komünist taklidi” yaptığını hatırlayıp hepsini birden ölüme yollamış. Saçmalıkla iştigal ediyorum ama herkes nasıl işini yapmak zorundaysa ben de “ideolojik hasmımın” mantığını ya da mantıksızlığını irdelemek zorundayım.
Peki Stalin neden birdenbire cumhuriyetleri emanet ettiği bu “milliyetçi” ve “İslamcı” unsurları tasfiye etmek ne kelime, doğrudan ölüme gönderme gereği duymuştur? Okuyan’dan dinleyelim:
“1934-1937 arasında Sovyetlerin Doğu Cumhuriyetlerinde milliyetçilikten devşirilme yöneticilerin büyük bölümünün tasfiye edilmesi bir rastlantı değildir. Bu unsurların Bolşevik partinin merkezindeki tasfiyelerin konusu olan Trotskiy, Zinovyev, Buharin, Radek gibi isimlerle ne kadar bağı olduğu ayrı bir konu ancak siyasi mücadeleler tarihi, takıntılı bir muhalif konumlanışın en olmayacak birlikteliklere bile zemin sağlayabileceğini gösteriyor. Sonuçta, ‘birleşik muhalefet’ tezlerinden bağımsız olarak, Azerbeycan, Özbekistan, Türkmenistan ve diğer cumhuriyetlerde 1930’lardaki tasfiyelerin kaçınılmaz olduğunu söylemek durumundayız. Sosyalizmin kurulması doğrultusunda büyük hamleler gerçekleştirirken, Sovyetler Birliği’nin büyük bir nüfus ve geniş bir alanı boşluklar nedeniyle mahkûm olduğu milliyetçi kadrolara emanet etmesi söz konusu olamazdı.” (s. 260)
Nereden başlayacağımı, ne diyeceğimi gerçekten bilemiyorum. Herhangi bir tutarsızlık insana en azından onunla tartışma fırsatı verir. Okuyan o kadar saçmalamış ki, insan hangi birini ele alayım derken ipin ucunu kaçırma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
Yine de bir yerlerden başlamaya çalışayım. Öncelikle, “takıntılı bir muhalif konumlanışın en olmayacak birlikteliklere bile zemin sağlayabileceği” fikri tam bir takıntı, tam bir tekelci iktidar paranoyasıdır. Böyle düşünülen bir yerde muhalefetin “m”sine bile izin verilmez elbette. Çünkü “takıntılı muhaliflerin” kimlerle birlik olacağı hiç belli olmaz! NKVD sahte sorgulama kayıtlarında görüldüğü gibi bu “takıntılı muhalifler” giderler, Gestapoyla, Japon gizli servisiyle vb. bile birleşirler! Kemal Okuyan sanırım TKP adlı örgütün başındaki kişidir. Bu partide bir muhalif görüşün ortaya çıktığını düşünün. Bu “takıntılı muhaliflerin” kimlerle birliktelik kuracağı hiç belli olmaz. Yani ucu açık. Ta MİT’e veya CIA’ya kadar bile gidebilir. Neyse ki TKP iktidarda değil ve şimdilik bir NKVD’si yok. Aksi takdirde, hadi benim gibi müzmin, “takıntılı” muhalifleri bırakın, partisinin içinden çıkmış Erkan Baş ve arkadaşları gibi muhaliflerin akıbetini düşünmek bile istemiyorum.
Gelelim cumhuriyetlerin yönetimlerinin yıllarca emanet edildiği Türk ve İslam kökenli yöneticilere. Bunlara yıllar yılı “güvenilmiştir” de şimdi, 1936 yılında ne değişmiştir? Kuvvetli bir sosyalist inşaya girişilecekmiş de onun için. Yahu 1920’lerden başlayarak “tek ülkede sosyalizm” diye milletin başında boza pişiren, bu yüzden muhaliflerin canını yakan sizler değil miydiniz? Peki bu “tek ülkede sosyalizm” sosyalizm değil miydi? Yani bizleri mi kandırdınız yıllar yılı. Eğer sosyalizmse, bu “güvenilmez” unsurlara “sosyalizmin inşasını” nasıl oldu da emanet ettiniz o kadar uzun süre? Ve bu “güvenilmez unsurlar” on yılı aşkın zaman içinde, iktidarlarından yararlanarak yabancı ülkelerle işi pişirme fırsatını nasıl oldu da bulamadılar?
Bir de şu “tasfiyelerin kaçınılmaz”lığı kabulleri yok mu? Kardeşim, ettiğin lafı kulağın duyuyor mu senin? Burada “tasfiye” denirken basit bir ihraçtan falan söz edilmiyor. Doğrudan doğruya kurşuna dizildi bu insanlar. Ve Okuyan efendi kalkmış, 90 yıl sonra bu kan gölüne bir kere daha elini daldırıyor, hiç çekinmeden.
Ben Okuyan’ı anlıyorum da, “sosyalizm” adına katliamlara imza atmaktan (Ermeni katliamını yapanlar bile bugün hiç değilse kıvırtma yoluna giderek savunurlar olup biteni: “iki taraf da birbirini kırdı” vb.) çekinmeyen birini ciddi bir teorisyen kabul edip peşinden gidenleri anlayamıyorum.
Gün Zileli
28 Eylül 2019
(Bundan sonraki yazıda: Okuyan’ın destek verdiği Büyük Rus Şovenizminin; Komintern’in 21 koşulunu onaylarken Lenin ve Stalin’i bile geride bırakan kibrinin; Lenin’in 10. Parti kongresinde getirdiği “hizip yasağını” desteklerken ileri sürdüğü akıl dışı gerekçelerinin; Çeka’nın sol SR’lere yönelik terörüne ve Çar’ın 12 yaşındaki hasta oğlu da dahil bütün ailesiyle birlikte tasfiye edilmesine verdiği desteğin; T.C. kurucularının otoriterliğine gösterdiği hoşgörünün; araya sıkıştırıp 68 devrimine yaptığı saldırının üzerinde duracağım.)