FİKRET BAŞKAYA YENİDEN YARGILANIYOR… PEKİ AYDIN KİMDİR…FİKRET BAŞKAYA KİMDİR…
Pa, 10/03/2019 – 08:52 — Adil Okay
“İşte bu coğrafyada “gerçek” aydın tanımına uyan az sayıda insandan biri Fikret Başkaya’dır. Zira o vicdandır. Gerçeğin aynasıdır. Dünyanın tanıdığı, tekellerden ve devletten bağımsız saygın aydınlarımızdandır…”
Hocaların hocası Fikret Başkaya Yargılanıyor
Fikret Başkaya 2016’da yazdığı Asıl terör devlet terörüdür yazısından dolayı [i]yeniden yargılanıyor. İlk duruşması 21 Mart 2019’da. Yeniden dedim zira hocam, arkadaşım Fikret Başkaya’nın hayatı yargılanmalarla, soruşturmalarla geçmiştir. Ama o “aydın” duruşundan- mücadelesinden taviz vermemiştir. O ceberut / kapitalist devlet kurmaylarını olduğu gibi kendini “aydın – entelektüel” sayan, isimlerinin başlarında Prof. gibi çeşitli ünvanlar olan iktidar uşaklarını da rahatsız etmiştir. Fikret hocayı ben Çağdaş Jean Paul Sartre’a benzetirim. Birçoğunuz bilir ama ben yine anlatayım: Sartre, Cezayir’in bağımsızlık savaşı sürecinde, Fransız askerlerinin tecavüz ve işkencelerine karşı Cezayir halkının yanında yer almıştı. Cezayir’in bağımsızlığını desteklemişti. Bunun üzerine dönemin polis şefi Sartre’ın hapse atılması gerektiğini söylemiş ama devlet başkanı De Geaule, “Sartre Fransa’dır Fransa’yı hapsedemeyiz” diyerek bu öneriyi geri çevirmişti. Elbette De Geaulle’un günahlarını affettirmez bu yanıt. Ama insan düşmanından bile bir düzey bekliyor. AKP kurmaylarında ve mahkemelerinde bu düzeyi de göremiyoruz.
Yeri gelmişken “Aydın- Entelektüel” kimdir sorusuna yanıt vereyim.
Entelektüel kavramının yerini bulduğu 1889 Dreyfus davasından sonra Türkiye’de “aydın-münevver-mütefekkir” tanımları yaygınlaşmıştı. Süreç içinde, özellikle 1980’den sonra, Fransa’da da (dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi) entelektüellerin ışıkları sönmüş, lambaları patlamış, Emile Zola’nın ve yüzyıl sonra onun izinden giden Sartre’ın çizgisinden sapmışlardır. Önceleri “entelektüel”, aydınlar grubuna verilen ad iken (Emile Zola Dreyfus’u savunurken yalnız değildi, 1500 kişilik bir entelektüel grubuydu), giderek tek tek kişilere “entelektüel” denilmeye başlanmıştır. Günümüz Fransa’sında neredeyse üniversite diploması olan herkese “entelektüel” denilerek, (kimi zaman da “entello” diye alay edilerek) bu kavramın içi boşaltılmıştır.
J. Benda ise daha acımasız davranmış ve aydın ihanetinden söz etmiştir: “işlevleri adalet ve akıl gibi ebedi olan ve çıkarlar üstü değerleri savunmak olan aydın kişiler bu işlevlerine pratik çıkarları uğruna ihanet etmişlerdir. O gün bugündür entelektüellere karşı duyulan hayranlık yanı sıra onlara temkinli ve kuşkulu yaklaşmak adet olmuştur.” 1. Dünya savaşının bitiminde yaptığı araştırmada Benda, entelektüelleri zengin sofralarından yemlenmek için şaklabanlık yaparak kralın soytarısı rolüne soyunmaları üzerine ihanetle suçlamıştır. Bu değerlendirmeleri son zamanlarda bizi hayal kırıklığına uğratan bazı sanatçılar için de yapabiliriz.
İşte bu coğrafyada “gerçek” aydın tanımına uyan az sayıda insandan biri Fikret Başkaya’dır. Zira o vicdandır. Gerçeğin aynasıdır. Dünyanın tanıdığı, tekellerden ve devletten bağımsız saygın aydınlarımızdandır.
Fikret hoca hakkında hazırlanan iddianameden bir bölüm paylaşayım:
“Şüpheli Fikret Başkaya’nın sol terör örgütleri içerisindeki şahıslarla irtibatlı olduğu şeklinde teyite muhtaç istihbari bilgi edildiği (09/06/2017 tarih ve 09:57 zamanlı tutanak),
Şüphelinin ikametinde icra edilen arama neticesinde digital materyallere el konulduğu,
Şüphelinin;
“ozguruniversite. org/2016/11/07/asil-teror-devlet-terorudur-fıkret-baskayol” uzantılı internet sitesindeki “Asıl terör devlet terörüdür-Fikret Başkaya” başlıklı yazısının;
“Devlet aslında bir suç örgütüdür. Düşmansız yapamaz, varlığını “düşmanın” varlığına borçludur. Bu yüzdende düşman üretmek, yeniden üretmek zorundadır. Bu amaçla da sürekli olarak teröre başvurulur. Kelimelerin, kavramların ne anlama gelmesi “gerektiğine” devletin adamları karar verir ama bu dünyada, bu sınıflı toplumlarda herkes için aynı anlama gelen bir kelime, bir kavram mümkün değildir. Devlet neyin terör, kimin terörist olduğuna karar verir ve gereğini yapar… Sözde suçla, suç örgütleriyle mücadele ettiği söylenir ama asıl suçu ve suçluyu üreten-yaratan devletin kendisidir… Toplumun geniş kesimlerini yoksullaştırarak, mülküzleştirerek yol alır. Mülk sahibi sınıfların bir iktidar aracıdır ve onların hizmetindedir. Büyük hırsızlar (mülk sahibi sınıflar) daha çok çalsınlar diye, küçük hırsızları etkisizleştirmek esastır. Hapishanelerde yatanlar bilir: orada büyük büyük hırsızlara rastlanmaz…Saint Augustine’nin naklettiği bir anektot durumu netleştirmeyi kolaylaştırabilir: Bir korsanı yakalayıp Büyük İskender’in huzuruna çıkarıyorlar. İskender, korsana “sen nasıl denizlerin huzurunu bozarsın, dünyayı rahatsız edersin” dediğinde, korsan kendinden emin şöyle diyor: “Aslında ikimiz de aynı şeyi yapıyoruz ama bir farkla, ben bu işi küçük gemiyle yapıyorum, sen koskoca bir donanmayla yapıyorsun ve bana haydut, sana da imparator diyorlar”. (1)
Son olarak Fikret hoca’nın “suç” sayılan yazısının altına imzamı atacağımı ilan ediyorum. Kurucusu olduğu Özgür Üniversite’nin konuyla ilgili Dayanışma Çağrısı’nı paylaşarak bitiriyorum diyeceklerimi:.
Fikret Başkaya yalnız değildir.
10.03.2019
***
Basına ve Kamuoyuna…
DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE YÖNELİK BASKILARA SON
HİÇ KİMSE DÜŞÜNCELERİNDEN DOLAYI YARGILANAMAZ
Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı ( ÖZGÜR ÜNİVERSİTE) başkanı, değerli hocamız, yazar Fikret Başkaya hakkında, 7 Kasım 2016 tarihinde ozguruniversite.org sayfasında yayınlanan “Asıl Terör Devlet Terörüdür” başlığını taşıyan yazısında, terör örgütü propagandası yaptığıgerekçesiyle Ankara 21’inci Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır.
Fikret Başkaya, hayatı boyunca ifade özgürlüğünün ve özgür düşüncenin yorulmaz bir savunucusu olmuştur.
Fikret Başkaya hocanın yazısında, terör örgütü propagandası “keşfetmek”, mesnetsiz olduğu gibi, söz konusu yazının dava konusu yapılması da kabul edilebilir değildir.
Bu tutum özgür düşüncenin ve ifade özgürlüğünün inkârıdır. Ve ifade özgürlüğünü, özgür düşünceyi, özgür tartışmayı yasaklayan bir rejim, bir sosyal sistem önünü göremez, yolunu bulamaz, çürür ve çöker…
Açılan davanın ilk duruşması 21 Mart 2019 Perşembe günü saat 09.30’da Ankara 21’inci Ağır Ceza Mahkemesinde yapılacaktır. Özgür Üniversite olarak, ifade (düşünce) özgürlüğünü önemseyen herkesi, hocamızla dayanışmaya çağırıyoruz.
Unutmamak gerekir ki, “özgürlük farklı düşünenin, başkasının özgürlüğüdür”
Saygılarımızla…
Özgür Üniversite
Fikret Başkaya: 1940’da doğdu. Ankara Üniversitesini bitirdi. Paris ve Poitiers üniversitelerinde iktisat alanında doktora öğrenimini tamamladı. Abant İzzet Baysal Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapmanın yanı sıra, çeşitli kuruluşlarda ve Sosyal Hizmetler Akademisinde araştırmacı ve eğitmen olarak çalıştı. Birçok araştırma makalesinin ve kitabın (en ünlüsü, kapitalizmin mevcut formlarındaki ideolojisinin mantığını ve ana temalarını açığa çıkaran Paradigmanın İflası isimli kitabı ) yazarıdır. İlki 20 ay Haymana Kapalı Cezaevi, ikincisi 2004 yılında üç yıllık mahkumiyet olmak üzere iki kez siyasi tutsak olarak cezaevinde kaldı. 2007’den beri ders verdiği Özgür Üniversite’nin kurucusudur[i].
[i] Fikret Başkaya, Asıl terör devlet terörüdür, 7 Kasım2016 , http://ozguruniversite.org/2016/11/07/asil-teror-devlet-terorudur-fikret-baskaya/; tükçede yeniden yayımlandı – on 26 Şubat. 2019, http://avrupaforum.org/asil-teror-devlet-terorudur-fikret-baskaya-2/ – and in its German translation, http://avrupaforum.org/der-wahre-terror-ist-der-staatsterror-fikret-baskaya/.Tags: fikret başkayaözgür üniversitei aydın- entelektüelKategori: Makale
Kapital, Kapitalist, Baskı, Bilim-Teknik, Endüstri, Eğitim ve Bürokrasi 7 başlı ejderha, insan tarihinde tek somut, tek maddi, her yerde hazır nazır, kadir-i mutlak Devletʼin gazabına uğrayana sempati duymamak için taş kalpli olmak lazım.
Ancak bence, Adil Okay kasideyi eleştiri, değil ideoloji gözlüğüzle yazmış.Adil Okayʼın kasidesinde F. Başkayaʼyı Sartreʼa benzetmesi F. Başkayaʼyı memnun edebilir, bilemem. Tahminimce evet hoşuna gider.
Sartre’ı eleştirme kolay değil, daha da kötüsü kısaca başarılacak bir beceri değil. Önce başına gelen bir olayı anlatayım. 1970ʼlerde İnka üzerinde etraflı bir çalışma yaparken Sartreʼın İnka’da teras tarımı üzerinde tecrübesiz okuyucuyu hem şaşırtıcı hem de akıl almaz deli gömleğine sokacak, solculuk ideolojisi ile yazılmış bir yazısına rastladım. Çok sevdiğim bir arkadaşa gösterdim. Arkadaş ʻʻdünyaya Marksist-komünist ideolojisi at gözlüğüyle bakmaya güzel bir örnekʼ dedi.
Sartreʼın kendi ülkesinde eşsiz bir anarşist Fransız düşünürü çok daha amansız eleştiririr. Kasidede Sartre ile benzetmeyi görünce bu hayran olduğum anarşist düşünürün Sartre hakkında kitaplarında rastlayıp hatırladığım sözleri aklıma geldi. Daha çok var ama…
Benim kasidem : Bu düşünür daha henüz ʻekolojiʼ sözcüğü yokken ekoloji hakkında yazılar yazdı.
Ama önce komik ve olmuş bir olay: bu olay rahatlıkla Türkiye ve dünyanın herhangi bir ülkesinde olabilir, tarihte evrensel. Kasidenin içerisine de güzel bir katkı olabilir. Fransız düşünürle söyleşi yapan bir gazeteci düşünürün dünyada harıl harıl okunduğu halde Fransaʼda tanınmamasına (ben kendim aynısını Fransaʼda her gittiğim yerde gördüm) hayret etmekle kalmaz, düşünürün Parisʼde yaşamadığına daha çok hayret ettiğini apaçık belirler.
Kitaplarından alıntılar:
1. ʻʻI have again and again asked myself how Sartre, whose quality as a writer I do not deny, nor perhaps his worth as a philosopher, could have had the influence he has had. When an intellectual cannot understand a monstrous phenomenon like Stalinism, how can people have confidence in him? For it was not merely with the Twenty-First Congress that Stalinism appeared in its true colors. The Moscow trials of 1935 (which were decisively important for me), the massacre of anarchists by communists during the Spanish Civil War (Franco had no better allies than the communists), the pact between Germany and the Soviets, and the partition of Poland by the USSR, were not these enough to show clearly what Stalinism was? Sartre, however, showed neither knowledge nor understanding. He could not draw the obvious conclusions. He had to be either ignorant or a fool. His efforts to justify and reanimate Marxism expose his limitations. For him, Stalin never existed. He stayed with the thinking of Marx. He wanted to give it a purer sense, abstracting away from history. ˮ
2. ʻʻLA FİN DE LA GAUCHE ET LES VRAİS PAUVRES ˮden ALINTI
GERÇEK FAKİRLER VE SOLUN SONU
[Benden not : Bu ikinci kitap, ahlak yerine geçen idolojik tutumların ve modern çağ her şey eşit göreciliğinin çılgınlıklara teşvikini eleştirir.]
Temelde, şöhret ile ahlak arasında bir bağ yoktur. BİR GURUP, BİR KİŞİNİN İTİBARINI ARTTIRMAK İÇİN O KİŞİNİN AHLAKİ KARAKTERİNİ VURGULADIĞINDA, BU TAKTİĞİN TEK BİR AMACI VARDIR: KAMUNUN DİKKATİNİ O İNSANA ÇEKMEKLE GURUBUN VİCDAN TEMİZLİĞİNİ VE GURUBUN HAKLI OLDUĞUNU PEKİŞTİRMEK .[Bence kasidenin amacı da bu.] Sartre buna çok güzel bir örnek. Aslında ve genelde halkın yararı için kullanılmadığı sürece ahlakın medyada yeri yoktur.
Birey fakir olabilir, ancak medyada ün kazanırsa, muhakkak zenginler arasına girer. Özel hayatınızda fakir biri olabilirsiniz, ancak kamuoyu senin tarafındaysa, televizyon kamerasının gözü üzerindeyse veya sesiniz radyoda duyulursa, cebinizde bir yatırım portföyünüz olmasından bile daha zenginsiniz (sadece daha güçlü değil! daha zenginsiniz). İki tür servet sık sık biraradadır ve medya sayesinde, para yağmur gibi yağmaya başlar.
Başkaları tarafından tanınmak – basit birkaç komşu tarafından değil, milyonlarca televizyon izleyicisi tarafından – tanınmak bir biçim servettir. Garip bir hastalığı olan, televizyon ve radyoda bahsedilmekle tüm ülkenin ilgisini üzerine toplar, aynı kişi olmaktan çıkar. Artık rahat ölebilir, çünkü Louis XIV’den bile ünlü olmuştur.
3. IL IMPORTE D’ÊTRE SİNCÈRE AVEC SOİ-MÊME (KENDİ KENDİNLE SAMİMİ VE DÜRÜST OLMAK ÖNEMLİ /IT IS IMPORTANT TO BE SINCERE WITH YOURSELF)
ʻʻSartre politik görüşünü bir gömlek değiştirir gibi değiştirir değiştirmez, kendi kendine karşı olan samimiyeti ve dürüstlüğü icabı beyin bağırsağını derhal, hemen anında boşaltır ve o an hissettiği inancını büyük bir coşkunlukla ilan eder. Sonra SSCB, KP, sosyalizm ve benzeri ideolojileri ha savunur ha karşı olur… Bu dönme, bu inkarına katılan binlerce gencin üzerindeki etkisinin önemi var mı? Kendini takip edenlerin şaşkınlığa düşüp vicdan buhranı yaşaması önemli mi? Bu prestijli filozofun hızla dönüp durduğu virajların, kendini takip edenleri propaganda kurbanı sürülere çevirip herhangi bir şefi takip etmeye hazırlamasında prestijli filozofun suçu ne? Taşyürekli gerçekçilik karşısında bir 17 yaşındaki genç ve Sartre Bey eşit değil mi? İyi, iyi de, neden şirket patronu ile işçi eşit değiller? Entelektüel kapasiteleri aynı değil mi ?ˮ
Here is someone who is not as tight ass as Baskaya or you!
Zhuangzi uses throughout his writings that deadliest of weapons against all that is pompous, staid, and holy: humor. Most Chinese philosophers employ humor sparingly—a wise decision, no doubt, in view of the serious tone they seek to maintain—and some of them seem never to have heard of it at all. Zhuangzi, on the contrary, makes it the very core of his style, for he appears to have known that one good laugh would do more than ten pages of harangue to shake the reader’s confidence in the validity of his pat assumptions.