Doğan Özgüden / Sarı Yelekler güncelinde 68’e bakış…
Sarı Yelekler güncelinde 68’e bakış…
Türkiye 68’inin belirgin özelliği açıkça anti-emperyalist ve anti-kapitalist bir isyan olması, sol düşünceye ve örgütlenmelere yeni bir ivme kazandırmasıydı
Doğan Özgüden
Belçika şu günlerde son derece hareketli. Fransa’yı sarsan sarı yelekler direnişi kısa zamanda Belçika’yı da kapsamına aldı. Geçen cuma günü başbakan Charles Michel’e şikayetlerini iletebilmek için hükümetin bulunduğu caddeye girmek isteyen sarı yeleklilerin polis tarafından göz yaşartıcı bombalarla ve tazyikli su sıkılarak nasıl dağıtıldığını ibretle izledik.
Hükümetin vurdum duymazlığı karşısında sarı yeleklilerin önümüzdeki Cumartesi günü başkente yeni bir çıkartma yaparak bu kez Avrupa kurumlarının bulunduğu bölgeyi işgal etmeleri bekleniyor.
Sarı yelekler hareketi örgütsel bir direniş değil… Sarı yeleği sırtına geçirip sokağa dökülenler içinde işçisinden işsizine, köylüsünden küçük esnafına, öğrencisinden sanatçısına tüm ezilen sınıf ve tabakalardan insanların, yoksulluk sınırının altında ya da o sınırın altına düşme tehlikesindeki yurttaşların kendiliğinden eylemi… İçinde solcusu da, sağcısı da, siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmayanı da var,
Hemen tüm siyasal partiler, direnişçilerin arasına “casseurs” denilen kırıp dökücü unsurların karışmış olmasını bahane ederek, sarı yeleklilerin haklı direnişine destek vermekten özenle kaçıyor. Kaçıyorlar, çünkü Avrupa Birliği ve NATO gibi tekelci kapitalizmin komuta merkezlerini barındırmakla övünen bu ülkede sosyalistler de dahil düzen partilerinden hiçbiri sosyal adaletsizliğin ve yoksulluğun ana nedenlerine karşı savaş verecek konumda değil…
Basit bir örnek… Fransa, Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi dört büyük devletin arasında herhangi bir silahlı dış saldırıya hedef olması mümkün olmayan Belçika, yoksulluğa ve sosyal adaletsizliğe isyan eden kendi halkının gereksinimlerine yanıt verecek yerde sırf NATO’nun kaprislerini tatmin etmek için Amerikan malı 34 adet F-35 savaş uçağı için 3 milyar Euro’yu gözden çıkarıyor ve bu israfa muhalefetten de itiraz gelmiyor… Sadece bu kadar paranın neden Fransız yapısı uçaklar için değil de Amerikan yapısı uçaklar için kullanıldığına homurdananlar oluyor. Ama kimse de çıkıp sormuyor… İyi de bu uçaklarla nereyi bombalayacaksınız?
Dahası… Geçen cuma günü sarı yeleklilerin yürüyüşünün polis terörüyle tarümar edilmesinden iki gün sonra yine ülkenin dört bir yanından başkente akın akın gelen 80 bine yakın Belçikalı iklim değişikliğini önleyici tedbirler alınması için yürüdü… Dinleyen kim? İklim konusu Belçika’da bölgesel yönetimlerin yetki alanına girdiğinden Flaman, Valon ve Brüksel bölge yönetimleri hava kirliliğine karşı mücadele konusunda topu birbirlerine atarak bu yaşamsal soruna çözüm getirmeyi sürüncemede bırakıyor. En vahim örnek… İkide birde arızalanan nükleer santraller, günün birinde sadece Belçika’yı değil, Almanya, Hollanda ve Lüksemburg gibi komşu ülkeleri de Çernobil tipi bir felaketle karşı karşıya bırakabilecekleri bilindiği halde, faaliyete tam gaz devam ediyor.
Belçika düzen partilerinin şu sıralarda tek büyük derdi, 26 Mayıs 2019’da yapılacak olan federal ve bölgesel meclisler seçimi… 14 Ekim 2018’de yapılan belediye seçimlerinin sonuçları Valon ve Brüksel bölgelerinde liberal MR , sosyalist PS ve hristiyan cdH’ın çevreci Ecolo ve radikal solcu PTB karşısında, Flaman bölgesinin en güçlü partisi olan milliyetçi N-VA’nın ise aşırı sağcı VB karşısında zayıf düştüklerini, 26 Mayıs yasama seçimlerinde yıllardır sürdürdükleri imtiyazları kaybedebilecekleri sinyalini vermişti.
Başbakan Charles Michel’in hükümetin bilgisi dışında Birleşmiş Milletler Göçmen Paktı’nı Belçika’nın da imzalayacağını açıklamasını fırsat bilen aşırı sağcı VB buna karşı yoğun kampanya başlatınca hükümetin en büyük partisi olan N-VA da sağ oyları daha fazla kaptırmamak için son anda paktın imzalanmasına karşı çıktı.
Başta itiraz etmediği halde, Avrupa Birliği’nin 6 üyesi, Macaristan, Avusturya, Polonya, Çekya, Slovakya ve Bulgaristan’ın pakta karşı çıkarak bu konuda 10 Aralık’ta Fas’ın Marakeş kentinde yapılacak hükümetler arası konferansa katılmayacaklarını açıklamış olmaları da N-VA’ya cesaret verdi.
Bu karşı çıkış üzerine liberal başbakan Michel dört yıldır ilk kez hükümetin en büyük ortağı N-VA’yı karşısına alarak muhalefet partilerinin de desteğiyle Marakeş’e gitme, daha sonra da BM’de paktı imzalama konusunda parlamentodan karar çıkarttı. Böylece Belçika yeni bir çalkantılı döneme girmiş bulunuyor.
Krizin derinleşmesi ve hükümetin düşmesi halinde Mayıs ayını beklemeden erken seçime gidilmesi de ihtimallerden biri… Ara çözümler ne olursa olsun, Mayıs seçimlerinden sonra Belçika’nın bir yanda radikal solun ve çevrecilerin, öte yanda aşırı sağın parlamentoda daha güçlü temsil edildiği bir ülke haline geleceği muhakkak…
Türkiye’nin 68’i farklı bir 68’di…
Avrupa’da bunlar olup biterken çakma 15 Temmuz darbesinden sonra getirilen OHAL terörü ve de doğrudan cumhurbaşkanı seçimiyle kendisini kadir-i mutlak ilan eden Erdoğan’ın despotik yönetimi altındaki Türkiye’de sarı yelekliler türü bir kitlesel direniş dahi olanaksız hale getirildi.
Türkiye’de kitlesel başkaldırının en son örneği 2013 Gezi direnişiydi. Tayyip diktasının bu yiğit direnişle hesaplaşması hâlâ son bulmuş değil. Beş yıl sonra Osman Kavala’nın tutuklanmasıyla yeniden başlatılan Gezi’ci avı bugün Can Dündar ve Mehmet Ali Alabora’nın da dahil olduğu birçok demokrasi savunucusu hakkında yakala emirleri çıkartılarak tüm hunharlığıyla sürüyor.
2013 Gezi direnişi aslında 1968 başkaldırısının tarihsel uzantısıydı. Bugün Fransa’yı, belli ölçüde Belçika’yı sarsan Sarı Yelekler direnişi de 68’in örneğinde kitlesel bir başkaldırıdır.
Ancak 68 direnişinin belirgin özelliği açıkça anti-emperyalist ve anti-kapitalist bir isyan olması, sol düşünceye ve örgütlenmelere yeni bir ivme kazandırmasıydı. 50’li yıllarda solun örgütsüzlüğünü yaşamış, 60’larda Türkiye İşçi Partisi’nde ve de DİSK’te örgütlenmiş olan bizim kuşak için 68 anti-emperyalist ve sosyalist mücadelede yepyeni ufuklar açan tarihsel bir dönüm noktasıydı.
Bir yanda oligarşinin yoğunlaşan baskı ve komploları, öte yanda iç ayrışmalar yüzünden sarsıntı geçiren sol hareketimize vurulmuş bir gençlik aşısıydı 68…
Sadece Türkiye’de mi? Üç kıtada yükselen ulusal kurtuluş ve anti-faşist mücadeleler, Vietnam halkının Fransız emperyalizminden sonra ABD emperyalizmine karşı savaşı, ABD’nin kendi içinde beyaz ırkçılığına karşı siyahların başkaldırısı, güneyimizde Filistin gerillasının doğuşu, sadece emperyalizme değil sosyalist sistemin bürokratik yönetimlerine de meydan okuyan Che Guevara’nın karizması…
1968 başkaldırısı tüm bu değişimlerin tarih düşülmüş simgesiydi…
Ancak Türkiye’nin 68’i, Almanya’da başlayıp kısa sürede Fransa’ya, diğer Avrupa ülkelerine ve ABD’ye yayılan öteki 68’lerden büyük ölçüde farklıydı…
O dönemde yayınladığımız Ant Dergisi’nin sayfalarındaki haberler, röportajlar ve yorumlar bu farklılığı çok iyi belgeliyordu..
Türkiye’de 68’in ilk kitlesel eylemleri olan üniversite boykotları Berlin’de Kızıl Rudi’nin vurulmasından ve Paris barikatlarından çok sonra başlayacaktı.
Bu bir gecikme miydi? Hayır…
Üç yıl sonra, 1971 sonbaharında, Berlin’de 68 başkaldırısının öncü isimlerinden Kızıl Rudi’nin vurulduğu Kurfürstendamm’daki kitabevlerinde bir kitap ararken Türkiye’deki 68 günleri gözlerimin önünden bir film şeridi gibi akıp geçiyordu.
Cağaloğlu’ndaki Ant bürosunda saatlerce ülke sorunlarını tartıştığımız devrimci ögrenci liderlerinin gelişmeleri nasıl dikkatle izlediklerini çok iyi anımsıyorum. Çünkü hepsi zaten kavganın içindeydi, ön saflarındaydı.
MHP komandoları, ümmetçiler hemen her gün bir yerde gençlere saldırmakta, gözaltılar, işkenceler birbirini izlemekteydi. Frukolar dediğimiz toplum polisleri sürekli devrimci öğrenci avındaydı.
Rudi’nin vurulmasından haftalarca önce, 7 Mart’ta, Deniz Gezmiş ve arkadaşları AISEC toplantısında bir bakanı protesto ettikleri için tutuklanmışlar, adliye mahzenlerinde lastik hortumlarla dövülerek işkenceden geçirilmişlerdi.
İbrahim Kaypakkaya’yı anımsıyorum. Ant’a sık sık gelirdi, siyasal ve sosyal konularda sohbet ederdik. Rudi’nin vurulmasından bir kaç hafta önce, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nda fikir kulübü kurdukları için arkadaşlarıyla birlikte okuldan atılmıştı. Bunun üzerine yine Ant’a gelmiş, daha örgütlü, daha sonuç alıcı mücadelelere hazırlandıklarını büyük bir coşkuyla anlatıyordu.
Türkiye 68’inin ilk aşaması olan üniversitede eğitim boykotu 11 Haziran günü Ankara’da, ertesi gün de İstanbul’da başlayıp iki hafta sürmüştü. Ama hemen ardından direnişin, öğrenci taleplerini de aşan, tüm Türkiye ve dünya sorunlarını konu alan yükselişi başlayacaktı.
“Ordu gençlik elele”den “İşçi gençlik elele”ye…
Temmuz başları… İşçiler sarı sendikacılık oyunlarına karşı İstanbul’da Derby Lastik fabrikasını işgal etmişti… İşgalin ikinci günü İstanbul Teknik Üniversitesi İşgal Konseyi oradaydı… Harun Karadeniz işçilere sesleniyordu:
“Bu halkın evlatları olan bizler, halka dönük düzeni kurana dek çalışacağız. Bugün burada sizin yanınızdayız. Gerektiğinde yine geleceğiz ve her hareketinizde sizinle beraber olacağız!”
“Ordu gençlik elele” klasiğine koşullanmış olan Türkiye’de artık yeni bir saflaşma başlıyordu, gerçekten devrimci bir ittifak oluşuyordu.
9 Temmuz 1968 tarihli Ant‘ın kapağında yeni devrimci sloganı iftiharla paylaşıyorduk:
“İşçi gençlik elele!”
Harun’la sık sık beraberdik. Ant’ın her sayısına “Devrimcinin Sözlüğü”nü yazıyordu.
Direniş giderek daha sınıfsal boyut kazandıkça devletin terörü daha da azgınlaşıyordu.
1969 sonu, Rektörün ihbarıyla tutuklanan Deniz Gezmiş’le son kez İstanbul adliyesinde karşılaşmıştık. Kavga arkadaşları teker teker katledilmekteydi… İki polis arasında kelepçeli, “Beni de yaşatmayacaklar,” diyordu. Tam da o gün Taylan Özgür ile Battal Mehetoğlu da katledilecekti…
Ama direniş tüm baskı ve tehditlere rağmen yeni bir boyut daha kazanıyordu… İstanbul’daki 68 direnişinde aktif yer alan Necmettin Büyükkaya ve Kürt arkadaşları Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nı kuruyor, Kürt ulusunun sesini daha gür duyurmaya başlıyordu.
Demirel iktidarı, sınıfsal direnişin başını çeken DİSK’i yoketmek için CHP’nin de desteğiyle sendikalar yasasını değiştirmeye kalkışıyor, işçiler 15-16 Haziran 1970’de İstanbul’u üç koldan işgal ediyordu…
68 direnişçisi gençlik de işçilerle aynı safta… OYAK’lı ordu ise artık açıkça kapitalistlerin safında…
Artık “Ordu gençlik elele” değil, “İşçi gençlik elele”… Sıkıyönetim… Kitlesel tutuklamalar…
Ant’ın kapağında haykırıyorduk: “Kapitalistleşen subaylar işçi sınıfını yargılayamaz!”
Üzerinden altı ay geçmeden 12 Mart darbesi… Ardından 12 Eylül darbesi…
Ve de tam 50 yıl sonra, Türkiye 68’dekinden daha baskıcı, daha antidemokratik, islamcı-faşist bir rejimin cenderesinde…
Bugün 68’i yaratan ve yaşayan bir çok dostumuz artık hayatta değil… Deniz Gezmiş de, Harun Karadeniz de, Mahir Çayan da, İbrahim Kaypakkaya da, Necmettin Büyükkaya da…
Ama Kürt halkının ırkçı rejime yiğitçe meydan okuyuşu, Hrant Dink’in alçakça katledilmesi üzerine Ermeni, Asuri ve Grek soykırımlarının daha cesaretle dile getirilmesi ve de yeni kuşakların Gezi direnişi gösterdi ki 68 ruhu tüm baskı ve zulme rağmen hâlâ sürmekte…
Tayyip ve benzerlerinin korkusu bundandır…
Cemil’den naklen:
Sarı Yelekler ne istiyor?
Biliyor musunuz?
Ben ilk defa öğrendim!
Okuyunca bu isteklerin sadece “benzin zammı protestosu” olmadığını Hakim medyanın neden bir “algı operasyonu” yaptığını
Hemen anlayacaksınız!
Çünkü vatandaşın gözü açılsın diye istemiyorlar!
Çünkü asgari ücretlinin vergi vermesi ,gazete TV Sahiplerinin vergilerinin silinmesi devam etsin istiyorlar!
Sarı Yelekler, 29 Kasım Perşembe günü, aralarından 30 bin kişinin katılımıyla düzenledikleri anketlere dayanarak saptadıkları 42 temel talebi milletvekillerine ve medyaya gönderdi. Fransa ana-akım medyasının görmezden gelmeye gayret ettiği, çeşitli alternatif mecralarda “Sarı Yelekler’in Siyasal Programı” başlığıyla yer alan 42 talebi, ifade biçimlerine tamamen sadık kalarak naklediyoruz.
Sıfır evsiz: ACİL.
Gelir vergisi daha kademeli olsun.
Asgari ücret net 1300 avro olsun. [Halihazırda net asgari ücret yaklaşık 1150 avro.]
Köylerde ve şehir merkezlerinde küçük esnaf korunsun. (Şehir merkezlerinin etrafında küçük ölçekli ticareti yok eden dev alışveriş merkezi inşaatlarına son verilsin) + şehir merkezlerinde bedava otoparklar kurulsun.
Konutlar için büyük bir ısı yalıtımı projesi (vatandaşa da tasarruf yaptıran bir ekoloji uygulaması).
BÜYÜKLER (McDonalds, Google, Amazon, Carrefour) BÜYÜK vergi ödesin, küçükler (zanaatkârlar, küçük ve orta ölçekli işletmeler) küçük.
Herkes için aynı sosyal güvenlik sistemi (zanaatkârlar ve bireysel girişimciler de dahil). Serbest çalışanlar için ayrı sosyal güvenliğe [Bağ-Kur benzeri] son verilsin.
Emeklilik sistemi dayanışmacı ve sosyal kalsın. (Puanlı emeklilik hesabına hayır.)
Akaryakıt zammına son.
1200 avronun altında emeklilik maaşı olmasın.
Tüm seçilmişlerin maaşı ülkenin ortalama maaşıyla eşit olsun. Seyahat ve ulaşım harcamaları denetlensin, ancak zorunlu olanlar karşılansın. Yemek ve tatil kuponu hakları olsun.
Tüm Fransızların maaşları, aynı zamanda emeklilik maaşları ve sosyal yardımlar enflasyona endekslensin.
Fransa sanayi muhafaza edilsin; üretimin ülke dışına kaydırılmasına son verilsin. Sanayimizi korumak uzmanlığımızı ve işlerimizi korumak demektir.
Ülke dışı çalışanlar sistemine [AB üyesi ülke vatandaşlarının bir başka ülkede çalışmaya gönderilmesi –posted workers] son verilsin. Fransa topraklarında çalışan bir kişinin aynı maaş düzenine ve haklara sahip olmaması kabul edilemez. Fransa sınırları içinde çalışma hakkı olan herkes Fransız vatandaşlarıyla eşit olmalı ve o kişinin işvereni Fransız işverenlerle aynı vergileri ödemeli.
İş güvenliği hakkında: büyük şirketlerin sözleşmeli işçi çalıştırma hakkı sınırlandırılsın. Kadrolu çalışma hakkı istiyoruz.
Rekabet ve İstihdam İçin Vergi Kredisi [CICE – Büyük şirketler için vergi indirimi] kaldırılsın. Buradan elde edilecek kaynak (elektrikle çalışan arabaların aksine gerçekten ekolojik olan) hidrojenle çalışan araba üretimi için Fransa sanayiine aktarılsın.
Kemer sıkma politikalarına son. Hiçbir meşruiyeti olmayan borç faizlerinin ödemesi durdurulsun. Ödenmesi gereken borçlara kaynak olarak en fakir ve az varlıklı kesimin parasını almak yerine, 80 milyarlık vergi kaçakçılığının peşine düşülsün.
Zorunlu göç hareketlerinin sebeplerine çözüm üretilsin.
Sığınmacılara iyi davranılsın. Onlara barınak, güvenlik, temel gıda ve çocuklarına eğitim sağlamak bizim sorumluluğumuz. Dünyanın birçok ülkesinde, sığınma talebine yanıt bekleyen kişiler için ağırlama kampları kurulması adına Birleşmiş Milletler’le işbirliği halinde çalışılsın.
Sığınma talebi reddedilenler ülkelerine gönderilsin.
Hakiki bir entegrasyon politikası uygulansın. Fransa’da yaşamak Fransız olmayı gerektirir (tamamlayana sertifika verilmek üzere Fransızca dil, Fransa tarihi ve vatandaşlık bilgisi dersleri verilsin).
Azami ücret ayda 15 000 avro olsun.
İşsizler için iş alanları açılsın.
Engellilere verilen mali ödeme artırılsın.
Kiralara sınırlama getirilsin. Daha çok sayıda makûl ücretli kiralık konut yapılsın (özellikle öğrenciler ve güvencesiz koşullarda çalışanlar için).
Fransa’ya ait mülklerin (baraj, havalimanı vb.) satışa çıkarılması yasaklansın.
Yargı, polis, jandarma ve orduya daha kapsamlı imkânlar sunulsun. Güvenlik güçlerine fazla mesai için ödeme yapılsın veya bunun karşılığı tatile çevrilebilsin.
Ücretli otoyollardan toplanan paranın tamamı Fransa’da otoyol ve yolların yapımına, bakımına ve güvenliğine yatırılsın.
Gaz ve elektrik ücretleri özelleştirmeler sonrasında artış gösterdi. Tekrar kamusallaştırılsın ve fiyatlar aşağı çekilsin.
Küçük yerleşimlerdeki demiryolu hatlarının, postane şubelerinin ve ilkokul ve anaokullarının kapatılmasına son verilsin.
Yaşlı nüfusun hayat seviyesi yükseltilsin. Yaşlılar üzerinden para kazanılması yasaklansın. Gri altın [yaşlıların biriktirdiği para] devri kapandı. Gri refah çağı başlıyor.
Anaokulundan lise sona kadar hiçbir sınıfta öğrenci sayısı 25’i geçmesin.
Psikiyatrik desteğin yaygınlaşması için imkânlar sunulsun.
Halk oylaması anayasaya girsin. Her bireyin yasa teklifini sunabileceği, bağımsız bir teşkilatın denetiminde kolay anlaşılır ve etkili bir site kurulsun. Eğer söz konusu yasa teklifi 700 binin üzerinde imza toplarsa, Meclis bunu tartışıp, düzeltip, tasarı haline getirerek tüm Fransızların katılacağı bir halk oylamasına sunmakla yükümlü olsun.
Cumhurbaşkanlığı görev süresi yeniden 7 yıla çıkarılsın. [Cumhurbaşkanının görev süresi, milletvekili görev süresine tekabül etmesi ve bu sayede yasama ve yürütmenin farklı siyasi görüşler tarafından kutuplaşmasını engellemek gerekçesiyle 2000 yılında 7 yıldan 5 yıla indirilmişti.] (Cumhurbaşkanının seçiminden iki yıl sonra milletvekili seçimlerinin düzenlenmesi cumhurbaşkanının yürüttüğü siyasete bir memnuniyet veya memnuniyetsizlik mesajı verilmesini sağlıyordu. Bu da halkın sesini duyurmasına katkıda bulunuyordu.)
Emeklilik yaşı 60 olsun. Fizikî zorluk içeren mesleklerde (inşaat işçiliği, mezbaha işçiliği gibi) çalışan herkes için ise 55 olarak belirlensin.
6 yaşındaki bir çocuk tek başına kendi bakımını üstlenemeyeceğinden, çocuklar 10 yaşına girene kadar geçerli olmak üzere çocuk bakımı için parasal destek sistemi geri getirilsin.
Ticari malların dolaşımı demir yollarıyla sağlansın.
Vergilerde stopaj sistemine son verilsin.
Eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu ödenek uygulamasına son verilsin.
Banka kartıyla ödeme yapıldığında esnafa ek vergi uygulanmasın.
Gemi yakıtlarına ve kerosene vergi getirilsin.
Hakan Karacı’ya teşekkürler.
Bizim “akkoyunlar” bunları anlamaz ama anlayanlara ulaşsın dileği ile kopyala yapıştır yaptım ve paylaştım. İki gün önce Fransa için yazdığım yazıda ben de sadece akaryakıt zammını protesto ettiklerine değinmiştim. Durum daha da önemli imiş.
Gün bey
Soros, Fransa’daki olayların kurgulayıcısı ve finansörü ise tavrınız ne olacak? Bunu, bütün komplo-vari lagalugalardan ve Tayyip’in serzenişlerinden hariç tutarak soruyorum.
Günümüzde teknolojinin nimetleri ne kadar çoğaldıysa, kötü niyetli kullanımı da bir o kadar (belki de daha fazla) çoğaldı. Bu mühim durumu niçin ıskalıyorsunuz? Kitleleri yönlendirmenin, manipüle etmenin, ‘dava’larında haklı bile olsalar haksız duruma düşürmenin teknolojinin kötü niyetli kullanımı sayesinde bugün çok daha kolay olduğunu hiç bilmiyor musunuz?
Fransa’da ‘anarşistlik taslayan’ güruhlarla yoldaşlığınızı göstermek için Kınalıada’daki koltuğunuzdan yazaduruyorsunuz; sokaklarda, caddelerde, meydanlarda tepinen tuzluklara, elinizdeki hıyarla niçin koşuyorsunuz? Üzerine toz kondurmamak için çırpındığınız ‘Anarşizm’i bile payanda olarak kullanabileceklerini, sahtekârlığın daniskasını yapabileceklerini, bütün bu olasılıkları hiç aklınıza getirmiyor musunuz?
Örnek teşkil etmesi açısından: İspanya İç Savaşı’ndaki ‘Uluslararası Tugaylar’ın anarşist samimiyeti ile, 2018 Fransa’sındaki Soros destekli anarşistlik oyunu arasında farklar olabileceğini hiç düşünmüyor musunuz?
Zaman değişti Gün bey… Siz hâlâ geçmişin nostalji havuzunda kulaç atıp, günümüzde yaşananları analiz edebildiğinizi zannediyorsunuz… Yazık.. Çok yazık…
Günümüzde at izi ile it izinin birbirine bu kadar çok karıştığı mevcut durumda anarşistlik yapmanın başladığı yerde, muhakeme etmek bitiyor mu Gün bey?
Sizin bu hâliniz, Maduro’nun hal-i pürmelaline bakmayıp ‘Venezuela’da sosyalizm var! Ya ya ya! Şa şa şa!’ sloganını övme vazifesini sürdüren küflenmiş solculara büyük ölçüde benziyor Gün bey, bilesiniz.. Sırf anarşizme toz kondurmamak için, Soros’un piyonu oluyorsunuz, farkında değilsiniz…
Soros eğer dendiği gibi bu hareketlere yardımcı oluyorsa aferim ona, ben de onu sevdim şimdi bak. Öte yandan bazı bilgileriniz yanlış. Uluslararası Tugaylar anarşist değil,komünistti.
George Soros size de mi para gönderiyor Gün bey anarşistlik yapmanız için?
aaaa nasıl bildiniz!