Ogürsel / Marks’ın “Bir Çuval Patatesi” (4)
“Küçük toprak sahibi köylü” iktidarına ait temsiliyetin belgesi. “aynı cinsten büyüklüklerin basit bir toplamı ile, hemen, hemen patates dolu bir çuvalın bir çuval patates meydana getirmesi gibi, aynı biçimden oluşmuştur.”
LOUİS BONAPARTE’İN ARKASINDAKİ TOPLUMSAL GÜÇ;
“Bonaparte … Fransız toplumunun en kalabalık sınıfını, yani küçük toprak sahibi köylüleri temsil etmektedir….Küçük köylüler, üyelerinin hepsi aynı koşullar içinde yaşayan ama birbirleriyle gerçek ilişkilerle birleşmemiş bulunan muazzam bir kitle meydana getirir. Onların üretim tarzları, onları, karşılıklı ilişkiler kurmaya götüreceği yerde, birbirlerinden ayırır… Küçük bir tarlanın işletilmesi, hiç bir işbölümüne, hiç bir bilimsel yöntem kullanılmasına elvermez, bu bakımdan da, hiç bir gelişim çeşitliliğine, hiç bir yetenek değişikliğine, toplumsal ilişkilerde hiç bir zenginliğe elverişli değildir… Tarla, köylü, ailesi; onun yanında bir başka tarla, bir başka köylü ve bir başka aile. Bu ailelerden belli bir miktarı bir köy meydana getirir, belli bir miktar köy de bir idari birimi oluşturur. Böylece.. (bu köyler) aynı cinsten büyüklüklerin basit bir toplamı ile, hemen, hemen patates dolu bir çuvalın bir çuval patates meydana getirmesi gibi, aynı biçimden oluşmuştur.Milyonlarca köylü ailesi,..bir sınıf meydana getirirler. Ama.. aralarında bir ortaklık, hiç bir ulusal bağ, hiç bir siyasal örgütlenme yaratmadığı ölçüde de bir sınıf meydana getirmezler…”
Türkiye’de 1965-2000 yıllarında, her 5 yılda bir, ülke nüfusunun yüzde 7-11’i kente göç etti. “Küçük toprak sahibi köylü” zihniyeti, bu “çuval, çuval patatesler”, taşındıkları köyleri, kasabaları da zihinlerinin “terkisine” koyup, büyük kentlere yerleştiler. İkinci kuşak bile, babasının doğduğu yeri “memleketi” sayar.
Bu “küçük toprak sahibi köylü”, inanç ve düşünce alışkanlıklarını terketmek için ne ortam, ne kültürel ilişki, ne zaman, ne de “proleter” yaşam koşulları buldu. Büyük kentin acımasızlığından korktukça iyi bildiği dinsel dünyaya ve “kabilesine” sığındı. Zaten tüm mahalle eski hemşerisiydi; kasabasında yaşamaya devam etti.
Bir yoksul, bir “kimsesiz” olarak sığındığı büyük kente tutunma adına, insanları kazıklamayı, sömürmeyi, aldatmayı olağan saydı. “Bayat, ucuz simitleri su buharı ile ısıttı, taze fiyatına sattı.” “Günahkâr” oldu! Daha çok “dua etti!” “Allahım, beni affet!” Kısa sürede çok para kazandı; kazandıkça, “affedildiğine” inandı. Para ve inanç arasında “yepyeni” ilişkiler buldu! Varsıllaşmış “küçük toprak sahibi köylü” zihniyeti, “çuval, çuval patatesler”, “dua ederek para kazananlar”, daha çok kazanmak için bir araya geldiler. “Milli Görüş” onları temsil edecekti.
“Onlar, kendi kendilerini temsil edemezler, temsil edilmek zorundadırlar. Onların temsilcileri, onlara, aynı zamanda, kendilerini öteki sınıflara karşı koruyan ve onlara yukarıdan yağmuru ve güneş ışığını gönderen efendileri…gibi görünmelidir… küçük toprak sahibi köylülerin politik etkisi… toplumun yürütme gücüne bağımlılığında bulur.”
Kentlerin “patates çuvalları” yetmezmiş gibi bugün hala toplumun dörtte biri “Hiç bir gelişim çeşitliliğine, hiç bir yetenek değişikliğine, toplumsal ilişkilerde hiç bir zenginliğe elverişli” bulunmayan kır dünyasında yaşıyor ve GSMH’nın, yüzde 8’ini üretiyor. Her zaman devletin desteğine muhtaç; destekleme alımları, çeşitli sübvansiyonlarla her zaman hükümetlerden “himmet” bekleyen “çuval, çuval patates” yığınları, bir “efendiden” rahatsız olmazdı; yeter ki, maddî, manevi kayırılsınlar. “Allah, devlete zeval vermesin!”
“Bonaparte’lar hanedanı, devrimci köylüleri temsil etmez, tutucu köylüleri temsil eder; .. eski düzenin içine sımsıkı kapanmış, hapsolmuş, kendisi ve tarlası imparatorluk heyulası tarafından kurtarılsın ve kayırılsın isteyen köylüyü temsil eder. “
“Muhtarlar toplantısı geleneği”, bu “küçük toprak sahibi köylülüğün” iktidar fotoğrafıdır. “Evrensel” değerleri, “Üniversiter” akademisyenleri, bilim insanı, sanatçıları aşağılar; ezikliğini saldırganlıkla dengeler; yarattığı arkaik toplumsal hayat bir cehennemi andırdıkça sevinir; çile çekiyordur; cennete gidecektir!
“Bonaparte’ların hanedanı, köylünün ilerlemesini değil dayanaksız boş inanı, yargısını değil peşin yargısını, geleceğini değil geçmişini… temsil eder.”
SEÇİMLE NASIL İMPARATOR, “BAŞKAN” OLUNUR?
“… önce parlamenter iktidarı yetkinleştiriyor. Bir kez bu ereğe varıldıktan sonra, yürütme gücünü yetkinleştiriyor, onu en yalın ifadesine indirgiyor… “
Önce seçim kazanılıyor. Millet iradesi kutsallaştırılıyor; görece çoğunluk despotizmine meşruiyet yamanıyor. Ele geçirilmiş iktidar gücü ile yürütme kurumları tümüyle ele geçiriliyor. Artık seçim sonuçlarına ihtiyaç kalmamıştır; beğenilmeyen seçimler tekrarlanır.
“Askeri ve bürokratik muazzam örgütü ile karmaşık ve yapma devlet mekanizması, yarım milyon insandan bir memurlar ordusu ve bir ikinci beş yüz bin askerlik ordusu ile, bu yürütme gücü, Fransız toplumunun bütün bedenini bir zar gibi saran ve bütün deliklerini tıkayan bu korkunç asalak yapı… “
“Ancak İkinci Bonaparte zamanındadır ki, devlet, tamamıyla bağımsız olmuş gibi görünür. Devlet makinesi, burjuva toplumun karşısında o kadar güçlenmiştir ki…”
80 yıllık yarı-askerî diktatörlük, “babalarının“ malı bir devleti, düşman ideoloji taşıyan bir sivil diktatöre, ne kadar “kolay” kaptırdlar; nasıl da gafil avlandılar!
“Fransa’nın göğsünü sıkıştıran ve soluğunu kesen korkunç yılgınlık ve aşağılanma duygusunu, karanlık umutsuzluğu açıklayan da budur. Fransa kendini namusu lekelenmiş olarak hissetmektedir.”
“BUDALALIK” kendinin de en büyük düşmanıdır.
Siyasal iktidar arayışında acımasız, ilkesiz, “Makyavel ahlâk” taşıyan bir çete önderi çok güçlüdür. Kolayca büyük vaatlerde bulunarak halkını aldatan, “kardeşim” diyerek sarıldıklarını çok geçmeden sırtından bıçaklama “yeteneği” taşıyanları; binlerce, yüz binlerce insanı öldürtmekte duraksamayacak, verdikleri sözün tam aksini pervasızca gerçekleştirebilenleri ele geçirdikleri iktidardan, barışçıl yoldan göndermek neredeyse imkânsızdır.
Bu iktidar, ya kendilerine çok benzeyen ama daha da “azgın” komplocu, kalleşlikte sınır tanımayanlar tarafından zorla devrilir; ya da bu türden her alçağın mutlaka taşıdığı o kibirli budalalık ile kendi yıkımını bizzat gerçekleştirir.
Nitekim Sedan savaşı, Louis Bonaparte’in sonunu getirmiştir. (*) Görünen o ki, bir eski yağmacı imparatorluğun çökmesine sebep olmuş bir “dünya görüşüne” dayanarak onu diriltebileceğini sanan “kifayetsiz muhterisler” de, kendi rezil sonlarını bizzat hazırlayacak görünüyor.
—-Tüm alıntılar Marks’ın Louis Bonaparte’in 18. Brumaire’sinden
(*) 1864’te Danimarka‘yı, 1866’da da Avusturya’yı yenerek Avrupa’daki güç dengesini değiştiren Bismarck yönetimindeki Prusya, Fransa için ciddi bir tehdit durumuna gelmişti. 2 Temmuz 870’te Prusya kralının akrabası olan bir Hohenzollern prensinin İspanya tahtına aday olduğu duyuldu. Paris bunu, Prusya’nın Fransa nüfuz alanına bir müdahalesi ve ülke güvenliğine yönelik bir tehdit olarak değerlendirdi. III. Napoléon, çok sevdiği gizli diplomasi yollarını kullanarak, Hohenzollern prensinin adaylıktan vazgeçmesinde önemli rol oynadı. Ama savaş yanlılarının etkisinde kalarak, Hohenzollern prensinin adaylığının bir daha asla gündeme gelmemesini talep ederek Prusya’yı küçük düşürmeye çalıştı. Sonunda 19 Temmuz’da savaş patlak verdi. Ancak ileriyi görmeden girişilen Fransız-Alman Savaşı felaketle sonuçlandı; Sedan Muharebesi‘nde hantal Fransız ordusunu yenilgiye uğratan Prusya kuvvetleri, hasta imparatorun birlikleri arasında can verme arzusuna erişmesine izin vermeyerek 2 Eylül’de onu teslim aldılar ve Fransa içlerine ilerlemeye başladı. Yenilgi haberinin Paris’e ulaşması üzerine 4 Eylül’de kansız gösteriler arasında imparator tahttan indirildi ve cumhuriyet ilan edildi.
Spekülatif olduğu söylenebilir…
Ama.. Biliyoruz; Ankara Katliamı toplumu sindirmek için gerçekleştirildi.
Bu 2. Ankara katliamı da Suriye’de kara harekâtına girmek istemeyen generalleri, ayak sürüyen TSK’yı sindirmek, “ikna etmek” için mi? Hem tehdit, hem de gerekçe; bir motivasyon işlevi olarak mı bu katliam tezgâhlandı?
Her şey mümkün… Oraya girdikten sonra orada kime karşı savaşılacağı yeniden gözden geçirilecek elbette!
Yeter ki bir kez girilsin!
***
KARŞI GAZETE | ANKARA
ÇİÇEK: “ASKERİ KARA HAREKATI İÇİN KIŞKIRTMA SALDIRISI”
CHP’nin asker kökenli milletvekili Dursun Çiçek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şimdiye kadar Suriye’ye girme baskılarına direndiğini vurguladı. Ancak bu terör saldırısı ile askerin duygusal olarak bir kara harekatı yapmak için kışkırtılmasının hedeflendiğini iddia eden Çiçek, şöyle konuştu:
“TSK, SURİYE BATAKLIĞINA GİRMEMEK İÇİN DİRENİYOR”
“Suriye’deki bir kesimin Türkiye’yi bu bataklığa çekme gayretinde olduğunu biliyoruz… Türkiye, uluslararası bir karar olmadan, BM desteği olmadan oraya girmemelidir! Suriye bataklığına girmemek için TSK direniyor, biz de millet olarak bunu destekliyoruz…”
“TSK’YI SAĞDUYULU YAKLAŞIMINDAN UZAKLAŞTIRMAYA ÇALIŞIYORLAR” PKK’dan Ankara saldırısı açıklaması
PKK’DAN ANKARA SALDIRISI AÇIKLAMASI
Davutoğlu saldırının failini açıkladı
DAVUTOĞLU SALDIRININ FAİLİNİ AÇIKLADI
Saldırı için “TSK’yı duygusal davranmaya bu konuda sağduyu yaklaşımından uzaklaşmaya zorlayan bir terör saldırısı” değerlendirmesi yapan Çiçek, istihbarat zaafiyetine de dikkat çekti.
“Ben 14 yıl o servisleri kullandım, sorun bölgesel güvenlik sorunu değil, sorun istihbarat sorunu!” diyen Çiçek; “bombalı araç oraya kadar geldiyse, Ankara’da her türlü saldırıyı yapabilir… Oraya kadar gelen bir araç Başbakanlığa da, Genelkurmay Nizamiyesine de, Meclis’in kapısına da saldırabilir. İstihbarat konusunda elinde çok önemli imkanları bulunan GES ( Genelkurmay Elektronik Sistemler) Komutanlığı, MİT’e devredilmiştir! Sorun varsa o sorun Milli İstihbarat Teşkilatındadır.” sözleriyle olaydaki istihbarat eksikliğine dikkat çekti.
İhtiyaca göre katliam!
Suriye savaşına girmek için Reyhanlı; PKK’ya savaş ilan etmek için Suruç; seçim kazanmak, halkı yaldırmak için 1. Ankara katliamı; TSK’yı savaşa sokmak, YPG’yi düşmanlaştırmak için de 2. Ankara katliamı…
**
Ancak saldırı olduktan sadece saatler sonra, saldırganın kimliği teşhis edildi, hatta fotoğrafı bile kamuoyuna servis edildi. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan saldırganın, Suriye’den “sığınmacı” olarak gelen Suriyeli Salih Neccar olduğu birkaç saat içinde bulundu, sızdırıldı.
Sadece Ankara’da Devlet mahallesi saldırısında değil, Suruç, Ankara Garı ve Sultanahmet saldırılarını da engelleyemeyen istihbarat, saldırılarda kendilerini patlatan canlı bombaları kısa sürede buldu.
Üstelik, her saldırıda failin kimliğinin bulunup açıklanma süresi daha da kısaldı;
* 10 Ekim’de gerçekleşen Ankara saldırısının ardında kimlerin olduğuna ilişkin ilk açıklama saldırıdan 4 gün sonra, 14 Ekim’de gelmişti. 14 Ekim’de saldırganlardan birinin kimliği ve hangi örgüt üyesi olduğu belirlenmişti. İkinci saldırganın kimliği ise, Ankara saldırısından yaklaşık iki buçuk ay sonra belirlendi.
* 20 Temmuz’da meydana gelen Suruç saldırısının ardından ise, saldırganın kimliğine ilişkin ilk bilgi iki gün sonra, resmi ağızlardan değil, Anadolu Ajansı’nın “emniyet kaynaklarından aldığı bilgiye” dayanarak açıklanmıştı.
* 12 Ocak’taki Sultanahmet saldırısından ise, sadece üç saat sonra saldırganın kimliği, bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanmıştı. Erdoğan saldırganın Suriye kökenli olduğunu söylemiş, detaylı kimlik bilgileri ise Erdoğan’dan dakikalar sonra hükümet yetkilileri tarafından açıklanmıştı.
TÜRKİYE’YE YÖNELİK İLK YPG SALDIRISI
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Devlet Mahallesi’ne yönelik saldırın YGP tarafından gerçekleştirildiğini, saldırganın YPG’li Salih Neccar olduğunu resmen açıklaması da bir ilk;
Çünkü YPG, daha önce Türkiye’ye karşı doğrudan herhangi bir saldırıda bulunmamıştı.
Türk hükümeti de, PYD/YPG’nin “terör örgütü” olduğunu, PYD/YPG’nin PKK’yla bağlantıları üzerinden açıklıyordu.
Şimdi YPG’nin gerçekleştirdiği bu saldırı, Ankara açısından YPG/PYD’nin terör örgütü olduğuna ilişkin “hukuki kanıt” haline geldi.
Daha önce YPG’nin terör örgütü olduğunu kabul etmeyen ABD’ye sadece, YPG ve PKK arasındaki ilişkiye dair istihbarat bilgilerini veren Ankara, Ankara saldırısından sonra “hukuki kanıt” da sunabilecek duruma geldi.
Kaynak: Zeynep Gürcanlı / Sözcü Gazetesi
Independent gazetesi, Robert Ellisimzasıyla “Türkiye’nin Suriye sınırındaki savaş tehdidi barış ihtimalini hiç olmadığı kadar uzaklaştırıyor” başlıklı bir yazı yayımladı.
…Yazıda Erdoğan’ın orduya operasyon için hazırlık emri verdiği, ancak ordunun bir kara harekâtının uluslararası hukuka uygunluğunda ısrar ettiği ileri sürüldü.
Independent’taki yazı, “Eğer Erdoğan bunu [Suriye’ye müdahaleyi] yaparsa, Türkiye’yi de kendisiyle birlikte batıracak” ifadesiyle son buldu.
abi, bizim orda bu kadar akıcı yazmıyo muydunuz ne? bu yazı bayaa derli toplu olmuş. meramınızı da gayet iyi anlatıyo. takdir ettim vallahi. bilirsiniz, pek öyle “emeğinize-yüreğinize sağlık” model güzellemeler yapamıyorum. a.y.a. selam eder
http://www.zaman.com.tr/yazarlar/ali-bulac/mazlum-neden-zulmeder_2355259.html
a.y.a teşekkürler…
biliyorum, harbi adamsın! Her yere senden bir tane lazım!