“KARANLIĞIN ÖTESİNDE” (Yalçın Hafçı, Mahsus Mahal Dergisi, Ocak 2010)
Tarih, çoğunlukla devletlerin ve devlet gibi örgütlenmiş anlayışların yazdığı bir şeydir. Oysa bir de resmi olmayan, yaşananlara dışarıdan da bakabilmeyi başaran bireylerin anlattıkları vardır. Sesleri diğerleri kadar gür çıkmaz ama genellikle de gerçeğe en yakın şeyleri, onların cılız da olsa, karanlığı delip gelen sözcüklerinde görebiliriz. Fakat doğrusu, bırakalım dünyanın geçmişini, bugününden bile habersiz yaşayan memleketimizde hiçbir yasağa, korkutmaya gerek duyulmadan geçmişin politik hikâyeleriyle hiç kimsenin ilgilenmediği çok açıktır. Çünkü komünizmle birlikte, dünya için ideal bir rüya özlemleri de tehlike olmaktan çıkmıştır. Oysa geçmiş hakkındaki bilgimiz en az gelecek kadar önemlidir.
Jan Valtin’in “Karanlığın Ötesinde” adlı anı kitabı, 1941 yılında Amerika’da ilk kez yayınlandığında, bir milyon sattıktan sonra, soğuk savaşın karanlıkları içinde kaybolmuş ve zamanla sadece entelektüellerin bildiği bir kitap haline gelmiş. Bir anı kitabı olmasına rağmen, iki dünya savaşı arasındaki, kaynayan bir kazana benzeyen Avrupa’yı eşsiz bir anlatımla tasvir ederek sınıf mücadelesini ve Nazizm’in yükselişini de en kanlı haliyle nefes nefese bir hikâye tadında anlatıyor. Okurken ister istemez “insanca, pek insanca”( Nietzche) bir vicdan muhasebesinin içinde buluyoruz kendimizi. İdeolojilerin ve iktidarların arka sokaklarında dolaşıyoruz. Stalinist politikaların otoriterliğini ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olan Nazizm’i inanılması güç örneklerle iliklerimize kadar hissediyoruz. Öyle ki sayfalar arasında ilerledikçe insanın neye karşı olacağı iyice keskinleşiyor ama neyi savunacağı bir o kadar belirsizleşiyor. Kitapta ismi geçen komünistlerin yarısı Nazi’ler tarafından korkunç bir şekilde öldürülüyor. Ama öbür yarısı da, Stalinist G.P.U tarafından “çizgi dışına” çıkıldığı gerekçesiyle ya öldürülüyor ya da hapishaneye atılıyor. Böylece, on yıllardır kapitalistlerin, komünizm idealine neden Stalin üzerinden saldırdığı anlaşılıyor. Çünkü sınıfsız bir dünya hülyasına saldırmaktan daha kolay ve etkili bu. Çirkin şeyler saklandıkça bir kat daha çirkinleşir. Bu kitabın “henüz” Türkçeye çevrilmiş olması da dikkat çekicidir. Bu bağlamda kitabın çevirmeni, edebiyatımızın ve politik dünyamızın özgün ismi Gün Zileli’ye değinmek gerekir. Çünkü bazı isimlerin çevirdiği, hatta okuduğu kitaplar dahi önemlidir. Geçmişin hatalarından dönüşü bir vicdan muhasebesi olarak gören Gün Zileli de bunlardan biridir. Kendi tükenmişliklerini ört bas etmek için geçmişin dogmalarına bekçilik yapanlardan farklıdır. Zira, son derece temiz bir dille çevirisini yaptığı bu kitap da bir “yarılma” ve “havariler” hikayesidir.
Bazen tek bir sözcük bile koca bir asrı anlatmaya yeter. Mücadeleler içinde geçen son asrı ise “umut” sözcüğü tanımlar, demek yanlış sayılmaz. Günümüzde çoğunluğun bireysel kurtuluşlar için çırpındığı dünyada, o zamanlar her şeye rağmen ortakça görülen bir rüyanın kavgasını verenlerin akıbetlerine üzülmekten çok saygı duymak gerektiğine inanıyorum. Ama Valtin’ın kitabını okuyunca, o ideallerin neden gerçekleşemediğini anlamak da mümkün oluyor. Açıktır ki anlamını yitiren her şey, denizde küreklerini kaybetmiş bir tekneye benzer ; gitmesi gereken yere değil, suyun götürdüğü yere gider. Şu hakikati kabul etmemiz gerekiyor artık: dünya, çoktandır her şeyin kendi özünden soyunarak yaşamasına izin veriyor.
Jan Valtin, 1905 yılında, denizci bir baba ve İsveçli bir annenin çocuğu olarak Almanya’da doğuyor. Babasının görevi nedeniyle çocuk yaşta dünyayı gezmeye başlıyor. Yani doğuştan dünyalı bir yürek o. 1. Dünya savaşının ardından, büyük devrimci yükselişin yaşandığı Almanya’ya dönüyor. 1919’daki Spartakist ayaklanmasına, on dört yaşındayken bisikletli kurye olarak katılıyor. O yıllardaki mücadeleyi, açlığı, sefaleti bir çocuğun gözlerinden izliyoruz. 1923 yılında Hamburg ayaklanmasına tanık oluyoruz. Sonrasında, çocuk denilecek bir yaşta denizci olup, bazen bir tayfa, bazen bir kaçak yolcu olarak dünyanın bütün limanlarında dolaşmaya başlıyor. Cebinde beş kuruş olmasa da dünyanın bir ucundan bir ucuna gidiyor. Karnını doyurmak için yapmadığı iş kalmıyor. Hatta yolu , Hollywood’ın korsan filmlerinde figüranlığa kadar düşüyor. Tam anlamıyla su katılmamış bir gezgin. Ama içindeki devrimci tutku hiç sönmüyor. Ülkesine dönüp profesyonel olarak komintern’de aktif görevler alıyor. Özellikle limanlardaki örgütlenme faaliyetlerinde çalışıyor. Her kıtada, her ülkede kızıl bir propagandist olarak yine dünyayı dolaşmaya başlıyor. Doğru insanların yanlış işler yaptığını düşünmesine rağmen, devrim mücadelesini finanse edebilmek için içki ve insan kaçakçılığına bulaşıyor. Leningrad üniversitesinde bir süre siyasi eğitim alıyor. Devrimin ülkesinde halkın yaşadığı açlık ve çöküntü onu şok ediyor. Bir katil olmak istememesine karşın, Amerika San Qentin’de G.P.U’nun emriyle giriştiği başarısız suikast eyleminden dolayı üç yıl hapis yatıyor. Zaten hayatı boyunca birçok ülkede defalarca tutuklanıyor. Ama çoğu kez hapishaneden hep daha güçlenmiş olarak çıkıyor; hapishane aldıklarından çok daha fazlasını veriyor ona. Bir Bolşevik’in yapamayacağı şey olmadığını düşünüyor. Tekrar Avrupa’ya döndüğünde, komintern içinde Stalinist diktanın güçlendiğini görüyor. Buna muhalefet edenlerse takip edilip etkisizleştiriliyor. Komintern içinde sadakatin bedeli olarak, yoldaşların birbirini ispiyonlaması dayatılıyor. Valtin, tüm bunlar karşısında içindeki şüpheleri, hep daha iyi bir Bolşevik olmak için bastırmaya çalışıyor. Uçmaya başladıktan sonra eşini bulmadan gökyüzünden gerekirse yıllarca inmeyen bir albafros gibi sonunda “Firelei” adında bir kıza aşık oluyor. Üstelik yoldaşlar arasında aşkın, iki yüzlü bir burjuva alışkanlığı olduğu düşünülmesine rağmen. Firelei ise, ressam olan, ince ruhlu, Valtin sayesinde komünizm idealine inanmış olsa da, insanların üniforma giymesine ve şiddete tümüyle karşı genç bir kızdır. Valtin’i kendilerine ait bir yaşam kurmak için ikna etmeye çalışır. Ancak Valtin’ın kararlılığı nedeniyle aşkı için ailesini de reddederek komünist olmaya karar verir. Bu sırada Nazizm, Avrupa’da büyük bir tehlike olarak yükselmektedir. Buradaki en çarpıcı tanıklıklardan birisi ise, Komintern tarafından, ilk başlarda esas tehlike olarak Nazi’lerin değil, Sosyal Demokratların görülmesidir. Sonra Nazi’lerin iktidara gelmesiyle öncelikle komünistlere yönelik kitlesel tutuklamalar ve katliamlar başlar. Bir milyon üyesi olan komünist parti yer altına çekilir. Gizli çalışmaları sırasında Nazi’lerin eline düşer Valtin, çok ağır işkencelerden geçirilir. Acılara dayanamayarak defalarca intihar etmeyi dener ama elleri kelepçelendiği için başaramaz. Her anı işkence olan bir hapishane hücresine konur. Bir yıl sonra karısı Firelei’nin de Gestapo’nun eline düştüğünü öğrenir. Dünyadan kopmuş bir dehlizde çıldırma noktasına gelir. Ancak her şeye rağmen insan üstü bir şekilde direnir. Ölümün çok kolay olduğunu, asıl zorluğun yaşamak olduğunu düşünür. Bir cambazın ip üstünde yürümesi gibi yaşamaya devam eder. Baştan sona sürükleyici bir anlatıma sahip olan kitabın, insanın nefesini tutarak okuduğu sayfaları, bu Nazi hapishanesinde geçen yıllardır. Vahşetin, hiçbir filtreden geçirilmeden aktarıldığı bu bölüm, faşizmin en somut, en gerçek halidir. Sonra, akla yine durgunluk verecek başka bir oyun başlar. G.P.U, Gestapo içindeki bir ajanı aracılığıyla, Nazi ajanı olmasını ister. Zekice numaralar sayesinde Nazi’leri düşüncelerinin değiştiğine inandırır. Nazi’ler onu hapishaneden kaçmış gibi göstererek G.P.U içine gönderir. Oysa Gestapo aleyhine çalışmaya devam eder. Karısı Firelei’yi kurtarmak için çabalar. Ancak G.P.U ile anlaşmazlığa düşmesi nedeniyle tutuklanarak Moskova’ya götürülürken kaçar ve A.B.D’ye gider. Hakkında, Stalinist basında çıkan karalama haberleriyle deşifre edildiğinden, karısı Firelei’yi rehin olarak tutan Gestapo, onu tekrar hapishaneye koyar. Kısa bir süre sonra ise Firelei’nin ölüm haberi ulaşır…
“Karanlığın Ötesinde “ insanın içine işleyen müthiş bir hikaye; hayata ve dünyaya anlam vermek için uğraşanların serüvenleri. Dönemine tanıklık eden bu kitap, anılardan oluşuyor ama en az bir romanın edebi gücüne de sahip. Son sayfasını da okuyup bitirdiğinizde, acı çekilmeyen zamanların, neden tarihin boş sayfaları olduğunu anlamak da mümkün oluyor.
Karanlığın Ötesinde
Jan Valtin
Çeviren Gün Zileli
Kibele Yayınları
840 sf