‘İyi şeyler olacak’ söylemi bir dengeler politikasıdır
Günlük gazetesinden Esra Çiftçi, benimle röportaj yapmış, fakat en basit gazetecilik kuralını çiğneyerek bu röportajın ham halini, benim onayım olmadan DİHA aracılığıyla bazı internet gazetelerinde yayımlamıştır. Bu tutum, medya organlarına röportaj vermeme tavrımın Kürt medyasını da kapsaması gerektiğini öğretmiş oldu bana. Aşağıda, röportajın tarafımdan düzeltilmiş halini yayımlıyorum.
Gün Zileli: ‘İyi şeyler olacak’ söylemi bir dengeler politikasıdır
23.07.2009
Kürt sorununun resmi militarist dilden farklı şekilde ilk kez tartışılmaya başlandığı Türkiye’de çeşitli çevrelerden aydın ve akademisyenler de görüşlerini dile getirmeye devam ediyor. Abdullah Gül’ün “İyi şeyler olacak” söylemini politik bir denge olarak değerlendiren Gün Zileli, devletin Kürt sorununu uzun süreli bir duruma yaymak istediği uyarısında bulunarak, Kürt sorununun çözümü için referandum önerdi.
KCK’nin 1 Eylül’e kadar uzattığı çatışmasızlık kararının ardından 80 yıllık resmi söylemin dışında çeşitli kesimlerden gelen tartışmalar ve PKK Lideri Öcalan’ın açıklayacağı “yol haritası” Türkiye’de yeni bir başlangıcın sinyalleri olarak değerlendirilirken, bu sürece aydın, yazar, akademisyenler de görüşleriyle katılarak, siyasal ortamın arka kodlarından bağımsız tahliller sunuyor. Sosyalist gelenekten gelen, daha sonra anarşist olarak anılmaya başlayan, çevirileri, kitapları, edebiyat eleştirileri ve makaleleriyle felsefi bakış açısını ortaya koyan Gün Zileli, çözüm tartışmalarına ilişkin eleştiri ve tartışmaya yeni boyutlar katacak görüşlerini DİHA’ya anlattı.
* Türkiye’nin şu anki durumunu, siyasal-ekonomik gelişmeleri nasıl buluyorsunuz?
Bir değişiklik yok. Her zamanki gibi işleyen dev bir makine var. Hükümetler hiçbir şey belirleyemez. AKP iktidarı da hiçbir şeyi belirleyemez. AKP olmasa da aynı şey olacaktı. Aynı bildiğimiz devlet politikaları yürüyecekti. Hükümetlerin herhangi bir şeyi yönettiği kanaatinde değilim. Onlar yönetiyormuş gibi yapar, halk da yönetiliyormuş gibi yapar, bu böyle gider. Bu dönen bir çarktır yani.
* Türkiye’de pek bir muhalif güç yok. Bir muhalefetin oluşması neyi değiştirir? Ya da bu muhalefetin oluşmasının zeminleri var mı?
Ben toplumsal bir muhalefetin örgütlerle yaratılabileceğini sanmıyorum. Hatta tam tersine toplumsal bir muhalefet olacaksa bu örgütlerin de bertaraf edilmesi lazım. Çünkü o örgütler de sonuç olarak sistemin bir parçasıdır. Hepsi bu sistemin içinde çözüm ararlar. Halk da sistemin içindedir ama bir noktaya gelir halk o sistemi reddetmeye yönelir. O zaman işte gerçek bir toplumsal muhalefet ortaya çıkar. Bu zemin bu gün var mı yok mu, fazla bir şey söyleyemem. Halk kitlelerinin, emekçi ve ezilen insanların artık yetti diyecek bir noktaya gelmesi gerekir. Örgütlerin ve muhalif gibi görünen unsurların sistemle temelden bir çelişmesi olmadığı kanaatindeyim.
‘CHP ve MHP aynı tabana oynamaktadır’
* AKP iki dönemdir iktidara geliyor ve tek parti olarak Türkiye’yi yönetiyor. Ne düşünüyorsunuz AKP için?
Türkiye’de her zaman merkez sağ denilen bir yer vardır ve o yönetir. Yani sol bir parti dahi merkez sağa oturduğu zaman başa gelebilir. Bu orta Anadolu sağıdır aynı zamanda. Geçmişte Adalet Partisi’ydi bugün AKP oldu bu adres. Daha önce Demokrat Parti’ydi. AKP ilerde çok yıpranabilir, ondan sonra yeni bir parti onun yerini alacaktır. Her zaman Türkiye’yi merkez sağ parti yönetir. Ancak adı değişir. Şimdi Erdoğan ile Bahçeli arasındaki çekişme merkez sağı kimin alacağı tartışmasıdır. İkisi de aynı tabana oynamaktadır.
* Bir yıldır gündemi oyalayan Ergenekon diye bir dosya var. Yakın zamanda da ikinci dava başladı. Orada ilginç bir görüntü ortaya çıkıyor. Sanıkların rahatlığı, lakaytlığını görebiliyoruz. Ama bunlar halen derin devlet içindeki yaptıkları suçtan değil, hükümete karşı işledikleri suçlardan yargılanıyorlar. 30 yıl bu ülkede bir savaş ve faili meçhuller yaşandı. Bu yaşananların hepsinin Ergenekon’la bağlantısı var mı? Kürtlere yaşatılanlar tartışılmazsa, adil bir yargılama olabilir mi sizce?
Öncelikle şunu söyleyeyim. Ben yargılama denen şeye inanmıyorum. Yargılama bir palavradır. Yargı kim siyasi gücü ele geçirmişse onun elindedir. Çankaya’da 5. senfoni eşliğinde bütün yargı, akademi, üniversitelerden kim varsa Kenan Evren’in ve generallerin önünden geçip darbecilere temenna etmişlerdi. Yani güç kimdeyse yargı da ondadır. Bu bakımdan bu günkü yargılamaların da sahte olduğuna inanıyorum. Ayrıca Ergenekon davasının yüzde 70 oranında, AKP’nin çıkarları doğrultusunda düzenlendiğini düşünüyorum. Ergenekon diye bir şey yok mu? Var tabii. Adını belki AKP ya da başka biri koydu. Bilmiyorum. Devletler her zaman derin yanlarıyla iş başındadırlar. Batıdaki devletlerin de görünmeyen ve suç işlemeye hazır yanları vardır. Bunlar bu gün bir şey yapmıyorsa devleti tehdit eden bir gelişme olmadığındandır. Elektrik işkencesini icat eden Fransızlardır ve ilk kez Cezayirlilere uygulamışlardır. Ergenekon’un daha geniş hali Susurluk’tur. Orda bir şeyler ortaya çıktı. Fakat sonradan devlet Kürtlere karşı yürüttüğü gayrı nizami savaşta yer alan güçlerini zapturapt altına alma işine girişti. Gayri nizami savaşın içinde faili meçhul cinayetler var, asit kuyuları var, uyuşturucu kaçakçılığı var. Büyük kârlarvar. Bir kesim devletin bu girişimine ayak uydurdu. Mesela Mehmet Ağar. Devlet dur dedi ve durdu. Ama bir de durmayanlar var. Durmayanlar daha çok Teşkilatı Mahsusa kökeninden gelenlerdir. Daha maceracıdırlar. Mesela Veli Küçük. Bunlar aşırı ulusalcı, milliyetçi söylemle işi götürmeye çalıştılar. Devletle bunlar arasında bir çelişki doğdu ve devlet sonuçta bunları harcamaya karar verdi. AKP’nin iktidara gelmesi bunu kolaylaştırdı. AKP ile ordu ve devlet anlaşmış durumda ve bunu birlikte sürdürüyorlar. O yüzden Taraf’ın yaptığı bedava kahramanlıktır. Bazı Kürt arkadaşları biraz fazla umuda kapılmış görüyorum. Oysa görüldüğü gibi, gerçek suçlar, faili meçhuller, asit kuyuları vb. hep kenara itiliyor ve itilecek. Darbe konusu ön plana çıkarılıyor. Oysa bugün Türkiye’de hâlâ 12 Eylül rejimi yürürlükte, olay darbe olup olmaması değil. Türkiye’de darbe olmuyor da ne oluyor? Bu gün baskı rejimi devam etmiyor mu sanki? Polis ve asker yine iş başında. Kürtlere yönelik baskılar devam etmiyor mu?
* Bir de geçen yıl Cumhuriyet mitingleri oldu. AKP’ye karşı yapıldığı söylendi. Bu mitinglerin bir ucu da Ergenekonculara uzanıyor. Nedir bu durum?
Ordu cumhuriyet mitingleriyle son kozunu oynadı ve sonra da nizama girdi. Olan Ergenekon’a oldu. Bu yargılamalardan medet ummak devletin gerçek niteliğini kavramayan safdilce bir tutumun ürünü değilse, devlete yamanmanın ürünüdür. Ayrıca, “derin devlet” denen yapılanma bugün önemli ölçüde AKP himayesi altında bulunmaktadır. O mitingler iki kesim arasındaki son düelloydu. Cumhuriyet mitingleri en çok AKP’nin işine yaradı. Orduya karşı tepki AKP’ye oy olarak geri döndü. Hiçbir ordu uzun süre hükümetle çatışma halinde olamaz, o yüzden AKP ile uzlaşmak zorunda kaldı generaller.
‘Çözüm devlet oluşumuna zıt bir şeydir’
*Son zamanlarda Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü konusunda herkes bir şeyler söylemeye başladı. Gül ‘İyi şeyler olacak’ dedikten sonra bir şeyler olmaya başladı. Ertuğrul Özkök bile Öcalan’ın muhatap alınabileceğini söyledi. Erdoğan’ın bir takım açıklamaları oldu. Yine Öcalan’ın bir yol haritası açıklaması bekleniyor. Siz bütün bunları nasıl değerlendiriyorsunuz.”
Valla ben barışçıl çözüm denen şeye inanmıyorum. Yani kurumların yapacağı, örgütlerin yapacağı çözümlerin de halkların lehine sonuç vereceği konusunda son derece kuşkuluyum. Erdoğan öyle der, Cumhurbaşkanı böyle der, bunlar hep günlük dengelerdir. Biri yatıştırır, öbürü onu dengeler. Politika denge oyunudur. Kocaman bir Kürt meselesi var, düşük yoğunluklu bir savaş var. Türk devleti bu meseleyi uzun vadeli olarak, başını ağrıtmayacak şekilde çözmek istiyor ama bu çözüm değil. Yatıştırmak istiyorlar, uzun vadede en tehlikesiz hale getirme peşindeler. Aslında gerçek bir barış istediklerine inanmıyorum. Sonuç olarak bu bir devlettir ve silahlı, buna göre konumlanmış güçleri vardır. Devlet uzun vadede bu işin, başını ağrıtmayacak bir çözüme varmasını ister. Devlet oluşumuna zıt bir şeydir çözüm. Oyalama, oyalama içinde de mümkün olduğu kadar yatıştırma ve uzun vadeye yayma. Ben halkların kendi inisiyatifiyle kazanacakları şeyler dışında bir barışın, devletle örgüt ve kurumların yapacağı barışın gerçek bir barış olacağına inanmıyorum. Barışı devletler, örgütler ve kurumlar değil, bu topraklarda yaşayan halklar sağlar. Onlar kendi ağırlıklarını koymadan bu sorun köklü bir şekilde çözülmez.
‘Halk çözüm için referanduma gitmeli. ‘
* Bu işte konuşması gereken iki taraf var. Ama devlet diyor ki ben PKK’yi muhatap almam. Bırakın PKK’yi DTP’yi bile muhatap almıyorlar. İyi şeyler olmayacak gibi. Peki yarın Öcalan yol haritasını açıkladığında, kamuoyundan muhalif kimseler bunu uygun görürse bu iş nereye gider?
Reel politika alanı başka bir alandır, kendi yasaları vardır, bu alan halkların gerçek menfaatlerini hiçbir zaman temsil edemez. Geçmişte bu ülkede bir savaş oldu ve halen bitmiş değil, hakları gasp edilen bir halk var. Bu halk ne istediğini ve çözüm için ne yapılması gerektiğini en iyi kendisi bilir, bu yüzden ona sorulmalıdır, bunun yolu da bir referandumdur. Ben halkın çözümlerine inanıyorum. Yaparsın referandumu, oradan aldığın sonuç sana yol gösterir. Ama böyle bir şeyi hiç kimse yapmaz.
* Kürtler zaten barış talepleriyle sokaklara dökülüyorlar…
Ama bu bir referandum değil. Bir referandum olursa, devlet nezdinde dikkate alınacak çok önemli bir belge olur. O eylemler bir iradeye dönüşmüyor. Dönüşebilmesi için devletin samimi adımlar atması lazım. Bunu yapmazlar. Yapmazlarsa da geriye oyalama siyaseti kalır. Uzun bir döneme yayarak götürecekler.
‘Kitle hareketini sağlamak lazım’
* Tüm bu anlattıklarınıza istinaden sizce Kürtler ne yapmalı?
İster barış olsun, ister özgürlükçü bir düzen olsun, bunu sağlayacak güç, aşağıdan kitle inisiyatifi ve hareketidir. Örgütlerin öz çıkarları kitle hareketiyle çeliştiğinde daima kendi bencil çıkarlarını tercih ederler. Bu yüzden aşağıdan kitle hareketinin bu tür örgütlerden bağımsız özörgütlenmesinin gerçekleştirilmesi şarttır. Bu sadece Kürtler için değil, Türkler için de geçerli. Kendi inisiyatifleriyle, özörgütleriyle harekete geçerlerse devrimci bir şeyler olabilir.
* Biraz önce referandum dediniz. Peki, ama Kürtler 80 yıl boyunca kendi haklarını isteyemeyecek kadar asimile edildi, bu referandum bu anlamda adil olabilir mi?
Kürtlerin sonuç olarak kendilerine en yakın gördükleri partiye, yer yer yüzde seksene çıkan oranlarda oy vermeleri bir bilincin göstergesi değil midir? Veya güney doğudan, Türk ırkçılığının partisi MHP’nin çok az oy alabilmesi bir bilincin göstergesi değil midir? Bu bilinci gösteren insanlar neden doğru alternatifler içeren dürüst bir referandumda aynı bilinci göstermesinler. Hatta bu insanlar, gün gelir ki, devlet baskısı yüzünden sığınmak zorunda kaldıkları kendi tepelerindekileri de alaşağı ederler. Ben halk kitlelerine güvenmekten yanayım.
23.07.2009
Sevgili Gün;
Kürt sorunuyla ilgili olarak önerdiğin ‘referandum’ önerisiyle ilgili kafama takılan birkaç soru var. Müsaadenle bunları dile getirmek istiyorum.
Olacak şey değil ama diyelim ki Devlet Kürt sorununun çözümü için adil bir referandum düzenlenmesine razı oldu – hatta bir çeşit self-determination’a müsaade etti. Ve yine diyelim ki Kürt halkı bu referandum yoluyla ayrı bir devlet kurma kararı aldı. Elbette bu değişen şiddetlerde çeşitli reaksiyonlara yol açacaktır. Bu durumda anarşistlerin tavrı ne olmalı? ‘Biz devletlere karşıyız’ diyerek sürece seyirci mi kalmalı; ‘biz devletlere de sistem içi çözümlere de karşıyız ama ezilen halkın ayrı devlet kurma hakkını savunuruz ve ezilen halkı faşist baskılara karşı savunuruz’ mu demeli; yoksa ‘biz devletleri ve devlet kurma hakkını savunamayız ama ezilen halkı faşist baskılara karşı savunuruz’ mu denmeli?
Bence Kürt sorunuyla ilgili Türkiyeli anarşistler ciddi bir kafa karışıklığına sahip. Tartıştığım bazı anarşist yoldaşlar tüm sorunu bir kenara bırakıp kafayı Kürt hareketinin önderliğine takmış vaziyetteler, diğer bir kısmı ise self- determination’ın Leninist bir saçmalık olduğunu düşünüyor. Elbette görüşler çok çeşitli ve her görüş sahibini bağlar. Neyse.
Ben Kürt halkının ve diğer ezilen halkların devlet kurma hakkının – devletin bir sömürü ve katliam örgütü olduğunu bilmeme rağmen – her koşulda savunulması gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu o halkın kendi yazgısı üzerindeki dolaysız yargısıdır. Bununla birlikte bunun aksi yönünde düşünmemi sağlayacak kadar sağlam bir argümana henüz rastlamadım. Ama bir devrimci olarak – her dürüst devrimci gibi – acaba böyle düşünmemde Kürt olmamın, ezilen ulustan bir devrimci olmamın bir etkisi var mıdır diye de kendime soruyorum. Katalan değil de İspanyol olsaydım ulusal özgürlük sorunu gözümde nasıl canlanırdı?
Bu arada Katalan filan dedim aklıma geldi: bir süre önce Bolivya’dan bir anarşistle internet üzerinden yazışıyordum. Malum, bizim buraların solcuları Latin Amerika mevzularına meraklıdır, tabii ben de. Morales hakkında ne düşündüğünü sordum. Verdiği cevap beni çok şaşırttı, çünkü Morales’i savunmak gerektiğini söylüyor hatta bununla da kalmayıp ülkedeki zengin beyazların – madenleri ve ulusal zenginliği elinde tutanların yani – Bolivya’dan ayrılma çabalarına karşı çıkıyordu. Çünkü beyazlar – hispanikler – ülkenin en zengin ve verimli bölgesini ülke topraklarından ayırmaya çalışıyordu. Yani olayı Türkçeye çevirirsek bir anarşist ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunuyordu! Tabii bu spesifik bir olay. Bolivyalı anarşist yoldaşlar aynı şekilde mi düşünüyor başka türlü mü düşünüyor hiç bilmiyorum. Demek istediğim şu: konjonktür ve politika anarşizmi bağlar mı? Lafı çok uzattım, farkındayım.
Hakkı Kötektir arkadaşım,
Ben referandumu bu somut duruma ilişkin önermiştim. Yani Kürtler barış sürecinde neyi istiyorlar anlamında. Örneğin şöyle alternatifler olabilir. A. Sorunu Türk devleti çözsün; B. Sorunu Türk devletiyle DTP birlikte çözsün; c. Sorunu, Türk devletiyle DTP ve PKK birlikte çözsün; D. Sorunu, Türklerin ve Kürtlerin seçimle belirleyecekleri barış teimsilcileri ortaklaşa çözsün gibi. Aynı referandumda, hnalkı yakından ilgilendiren, dağdakilere af vb. gibi sorular da sorulabilir. Bu bu öneriyi, örgütlerle devletin pazarlıkları yerine halkın iradesini ön plana çokartmak için ortaya atmıştım.
Öte yandan ben de UKTH’nın Lileral ve Leninist bir kandırmaca olduğunu düşünüyorum. Bunun böyle olduğu da halkların irdadesinin bizzat Lenin vb. tarafından çiğnenlesiyle ortaya çıkmıştır. Öte yandan ben, özgürlükçü bir ilke olarak bir halkın topluca şu veya bu yönde verdiği karara saygı gösterilmesini savunurum. Diyelim ki, Kürtler,”bizi kendi polisimiz dövsün” diyerek şeni bir devlet kurmak istiyorlarsa buna da hakları olmalıdır. Ben şahsen Kürtlere bunun zararını anlatsam da, aynğ zamanda onların iradesine saygı gösterilmesini savunurum. Leninist UKTH palavrasına karşı çıkmak, halkların iradesine saygı göstermemek anlamına gelmez.
Zihin açıcı bir röpotaj olmuş…sağolun
sitede virüs yoktur da, mozilla tarayıcıları sitenin bilgisayarlara zarar verebileceği uyarısında bulunuyor.
yazılan mesajlardan birinde zararlı olarak değerlendirilen bir siteye bağlantı linki yazılmış ise, uyarının sebebi olmuştur.
“Leninist UKKTH palavrasına karşı çıkmak, halkların iradesine saygı göstermemek anlamına gelmez.” aynen Gün Zileli’nin dediği gibi, savaşı da barışı da halkların kendi iradesi ile gerçekleştirebilmesi gerekir.
Birkaç temsilcinin alacağı kararla yapılan siyaset zaten UKKTH de değildir benim gözümde ve Lenin de hiç bu tezle bağdaşan bir deneyim sunmamıştır bize. Adına rağmen SSCB hiç bir zaman çoğulculuğu ve halkların iradesini taşıyabilen bir yönetim olmamıştır.
“Tek ülkede sosyalizm” saçmalığı ile koskoca devrimi söndüren anlayışın baş sorumlusudur Lenin.
Nerdesiniz Gün bey! Bu sitenin hali ne böyle…
Ben buradayım valla. Sitede virüs uyasrısı vardı, arkadaşlar uğraşıyordu. Ben de bugun ilk kez girebildim, 15 gündür giremiyordum. Girebildiğime göre düzeldi diiyrbilir miyiz acaba. Arkadaşlara soracağım durumu.
‘virüs konusu’ çözülmüş durumdadır. (22.Agustos.2009)
Hoşgeldin ya Aşk ve Devrim..
Sevgili Gün,
Keşke bu konuda biraz daha sağduyulu, gerçekçi bir tutum sergileseydin. Bence muhakeme yeteneğin yalın, sade bir gerçekçilikle, uçuk-ütopik fikirler arasında gidip geliyor.
Kürt sorunu, biliyorsun, tüm yoksullara çok ağır bedellere malolan bir sorun. Bu sorunun çözümü, silahların susması ve demokratik bir uzlaşma yönünde atılmış her adımı olumlu karşılamamız gerekir. Bundan başka türlüsünü istemek aydın sorumluluğuyla bağdaşır mı?
Türkiye’de yaşayan ve aklı başında herkes, Kürt sorunun gitgide kanlı bir boğazlaşmaya doğru gittiğini görüyor ve bundan ciddi bir biçimde üzüntü duyuyor. Bunun önüne geçecek, zaman kazandıracak, suyun şimdiki seyrini değiştirecek her şey olumlu gözle bakmalıyız.
Kürt sorunu, yıllardır ülkenin gelecek ufkunu karartıyor. Çatışma hali, iki ulusun boğazlaşması riski, şimdiki haliyle sürdüğü sürece, hiçbir muhalif hareketin ciddi bir güc kazanma şansı yoktur. Bu durumdan sadece yönetici zümreler ve patron sınıfı çıkar sağlıyor. Tüsiad ve Müsiad’ın Kürt açılımından hoşnutsuz olmaları bu yüzden.
Solcuların bu açılımı var gücüyle desteklemesi gerekir. Demokratik imkanların eksiksiz tam genişletilmesini talep etmeliyiz. Etnik ayrımcılığın tüm görünümlerinin son bulmasını istemeliyiz. Açılımı desteklemediği için CHP’in tavrını eleştiriyoruz? Ama “gerçek” sol hareket olarak bizler neler yapıyoruz? Bildiğim kadarıyla, hemen hiçbir şey. AKP’ye güvensizlik beyan etmekten başka hiçbir şey yapmıyoruz.
Halkın iradesini oluşturmak ve yansıtmak için yapılan somut hiçbir şey yok.
Böylece bütün insiyatif yine AKP’ye kalıyor. Oysa demokratik açılım ve Kürt sorununun çözümü yönünde atılacak her adım, egemen kesimlere karşı kazanılmış bir mevzi olabilirdi.
halk dediğiniz kitle gazla çalışıp, jopla (bazen devletin bazen örgütün) frenlenen gerzekler sürüsüdür. kin tutar nefret eder kızar köpürür sonra sevinir ama hepsi aptallık sınırları içindedir. halkın bir planı falan olmaz, birileri halk için planlar yapar halkta ona uyar tabi bazende uymaz, başkasının planına uyar..
Barzani, kasımpaşalı şakir iki satılık totoş iki ucundan tutacaklar değneğin, kürtler kimsenin umurunda değil en azından devlet bahçelinin ne kadar umurunda ise diğerlerininde o kadar umurunda kürtler.
pkk tc nin ırak kürtlerini abd adına kollaması için arada kalan bir engel bir problem.
tc nin ırakta kürt bölgesini vilayet almadığını yada korumadığını hayal edin, hangi arap sağ bırakır o kürtleri, kenarda bebekler yanarken zafer naraları atan kürtler… saddamı irana satıp her ihanetten sonra kafalarına değneği yiyip hemen mazluma yatan kürtler.. oyun belli işte kürtleri abdde satmayım dursun diyor ama kendiside uğraşmak istemiyor tc ye yaslansın dursun gelişsin büyüsün istiyor.
Kürt sorunun cözümü bir referandum degil bin refarandum cözmez. Bu gün anlatilan cözüme yaklastik gürültüsü politik bir analiz degildir.Oratda cözülen birsey yok.
Büyük bir yaygaradan sonra sifirlarin toplamindan olusan bir paket sunulacak. ve sorun bir basamak atlalamis olacak. yani yeni baslamis olacak. Kürt sorunu daha yolun basindadir bilesniz.
Filistinde yüzlerce referandum uluslararasi konferanslar. hicbir sey cözmedi. sorunu derinlestirdi.Filistin halkinin haklarinin tümü verilmeden; sorun, bu sitenin virüsü gibi kendini sürekli yeniler.
Bu durum kürt halki icinde gecerli.
Bence Lenin meselesi biraz bu sürecle alakasi yok. Bazi arkadaslar tarihsel sürecleri bireysel sonuclara bagliyor. Ayri tartisilmasi gerekir diye düsünüyorum.
Kürt meselesi konusundaki son zamanlarda gelen yorumlarla ilgili olarak topluca söylemek istediklerim şunlardır:
Son gğelişmeler, bu röportajda söylenenlerin doğruluğunu göstermiştir. Amacın oyalamaca olduğu ortaya çıkmıştır. Kanımca biu böylece sürüp gidecektir. AKP, tabanı sağcı olduğundan kesin çözümlere yanaşmayacaktır. CHP, temeli devlete dayandığından her zaman bir baraj rolü oynayacaktır. MHP, AKP’yi köşeye sıkıştırmak için en hoyratça muhalefeti sürdürecektir. Ulusalcılar, her zamanki çözümsüzlük rollerini oynayacaklardır. Liberaller, büyük bir gelgit içinde çalkanıp duracaklardır: Bir gün, barışın başbakanı diye manşet atacaklar, ertesi gün hayal kırıklığı ile hırçınlayacaklardır. Kürt sorunu çözümsüzlük içindedir. Referandum önerisini ortaya atmamın tek nedeni, gerçekten halkın çözümüne inanmamdır ama bunun uygulanması da imkansızdır. DTP de dahil hiç kimse halkın çözümüne gerçekten inanmamaktadır. MİT’çilerle masaya oturarak pazarlık yaparak bu olayın çözüleceğini düyünenler şimdi ciddi ciddi düşünmelidirler yaptıkları hatanın üzerinde. Devletle pazarlık olmaz. Devletle pazarlığa son! Tek çözüm halkın iradesinin tanınmasıdır. Kürt sorunu her şeyden önce Kürt bölgelerinde yaşayan insanların sorunudur ve onların oyuna başvurulmalıdır. Ama devlet buna yanaşmayacaktır. O halde çözümsüzlüğe psikolojik olarak hazırlıklı olmalıyız. Boş iyimserliğin alemi yoktur.
Sorunun kaynağını oluşturan muhafazakar,devletçi ve de faşist partilerin, çözüm de rol oynayacağını hatta ve hatta çözeceğini düşünmek gerçek bir aymazlıktır arkadaşlar.Üstelik AKP gibi “allahına kadar” kapitalist,reel politik bir muvazaa partisinden böyle bir şey ummak,(umuyormuş gibi yapmak demiyorum. çünkü yapanı çoktur .ve onlar “işlerini” iyi bilen bazı kesimlerdir)çözümsüzlükten nemalanan birçok liberalin,albayın,yarbayın ve generalin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değildir.
Kürt sorunun “çözümünü” allahına kadar kapitalist olanlar isterse ne olacak? yani kendi programları dahilinde bu işi bir nihayete erdirmek isteyebilirler. bence bugün olan da bu. AKP dolayısıyla ABD çözümü dayatılıyor. PKK ise buna dünden razı, kimle olursa olsun (ister kemalistler ister fethullahçılar) belirli bir konseptte uzlaşıp bir sonuca varmak istiyorlar. Klasik bir milliyetçi tavır, Kürt ulusçuluğu da tıpkı Türk ulusçuluğu gibi, fırsatçı, ikiyüzlü, çıkarcı…
Örgütlerin ve devletlerin çözüm istemelere ne tuhaf değil mi?ya da abd gibi kanlı bir gücün bunu dayatması..bizi buna inandırması.Gün Zileli yazısında “bu sorun daha çok kürt halkının sorunudur” diyor.”ama referandum yapıp asla halka sormazlar” da diyor.çünkü onların istediği çözüm “o”çözüm değil.bildğimiz bir çözüm değil. ortadoğu da altemparlayalist bir güç olmaya soyunan türkiye içeride kendi kürtlerini yatıştıracak bazı programlar hazırlamak zorunda.halkların afyonu her zaman din midir?bazen “açılımlar”ın da sakınleştirici,yatıştırıcı veya uyutucu bir işlevi olabilir.hem de sadece “açılım” yapılan kesim için değil.bütün kesimleri hafiften uykuya daldırabilir.
ortadoğu’da altemperyalist bir güç olmaya doğru gitmiyoruz. tam aksine türkiye tüm ekonomik ve siyasi göstergeleriyle çok daha büyük bir sömürge ve çevre ülkesi olmaya doğru gidiyor. kürt sorununun “çözümü” ise yine bu çerçevede, türkiye’nin daha çok üçüncü dünyalılaşması sürecinin en büyük aktörü akp hükümeti tarafından yürütülüyor. onlar sanıyor ki kürt sorunun “çözümü” türk devletinin bütün kapılarının anahtarını ellerine verecek. ama kürt sorunu özellikle bu açılım tantanasıyla da, iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor ve öyle görünüyor ki önümüzdeki yıllarda bizi dağlarda değil, şehirlerde patlayacak bir etnik savaş bekliyor. daha da üçüncü dünyalaşmaya merhaba…
onlar kürt sorununu çözmenin kendilerine güç, ya da anahtar falan vermeyeceğini çok iyi bilir bence ertan bey.türk burjuvazisi için sorun yoktur,anadolu sermayesinini,muhafzakar,milliyetçi bir tabanı arkasına takmış olan AKP için de sorun yoktur aslında.bu savaşta ölüp giden zavallılar onların çocukları değil çünkü.muhafazakar kesime falan gelince onların açılım ya da kapanım umurunda bile değil.hepsi bir ağızdan “vatan sana canım feda”diye bağırıp dururlar yüzyıllardan beri.çocukları öldüğünde “bir çocugum daha var onu da şehit yapacağım “diyen az değildir.şimdi sen çıkıp bu adama – açılım -dersen, “aman vatan bölünmesin. dikkat edin bölmeden açın” der. akp de “sen hiç merak etme din kardeşim bizim değil bölmeye, açmaya bile niyetimiz yok. şartlar gereği geveliyoruz işte böyle şeyler. maksat vaikit geçirmek” falan deyip faşist kitleyi rahatlatır .
açtırma kutuyu söyletme kötüyü ertan bey ! .selamlar
Devleti kadir-i mutlak olarak görmemelisin. Türkiye ciddi anlamda bir etnik boğazlaşmaya sürükleniyor. Bugün bir oğlum daha olsa onu da şehit veririm diyen insanlar ellerine silah da alabilir. Bugünün liberalleri o zamanın en büyük Kürt düşmanı da olabilir, 90′larda oldukları gibi…Maksadın vakit geçirmek olduğu çok naif ve hayatla bağı olmayan bir tahlil. Türk burjuvazisi bir kişiden oluşmadığı gibi hepsi aynı da değildir. ikincisi Türkiye’de söz sahibi olanlar sadece Türk burjuvazisi de değildir..
-kurumsalın- içine girmediği bir iç savaş iyi bir şeydir.iç savaş yaşamamış halklar gerçek bir iç barış ı da asla oluşturamaz.ama az önce söyledğim gibi devletlerin ve örgütlerin denetiminde olmayan bir iç savaş bu.
“Devleti kadir-i mutlak olarak “gören ben miyim sen misin? Devlet ,parti,örgüt,sermaye sınıfı hepsinin canı -cehenneme- “Türkiye ciddi anlamda bir etnik boğazlaşmaya sürükleniyor” demişsin .neden öyle oldugunu anlamak istersen yukarıda ki cehennem listesine bak .
Ulusal sorun, ulus kavraminin ortaya ciktigi tarihsel dönem itibariyle belirli krektiristik özellikler tasir. Dogal olark bu tarihsel dönemin hala icinde oldugumuza göre parti, örgüt, devlet bu sorunun parcasidir ve taraflaridir.
Özellikle ortadogu denilen bir bölgede ulusal sorun, bir devletin degil tüm dünya devletlerinin icinde taraf oldugu ve dikate alinmasi gerktigi akildan cikarilmamalidir.
Tekrarlamak zorundayim: Kürt sorunu cözülmeyecek bicim degistirecek (pkk nin cözüm talebi ve cercevesi kürt halkinin taleblerinin altindadir bu yüzden herahngi bir anlasma yeni mecralarin acilmasi anlamina gelir. Devlette bunun farkinda)
cok yogunluklu savas ve ya ic savas bölgedeki dengeler sorunudur, pkk nin veya devletin elinde degil.
Dünyaya baktigimiz pencere, bazen yasadigimiz sokaktaki realiteyle örtüsmeyebilir.
sis bulutunun ne dediği belli değil ki. Kurumsalın içine girmeyen bir iç savaş iyi bir şey demiş sonra da. Daldan dala atlıyor. sanki kurumsalın (örgütleri ve devletleri kastettiğini düşünüyorum) içine girmeyen bir iç savaş mümkünmüş gibi. Bence sıradan insanların Kürtler (pkk değil) hakkındaki düşüncelerine bir göz atın, bunun son 10 yılda nasıl dönüştüğüne de…Gidişata dikkat çektik, iç savaş (türk-kürt savaşı) kurumların iradesiyle olabilecek bir şey. Zaten açılım tantanasıyla da sorunun çözümü değil bazı özgürlüklerin verilmesi yoluyla Türk’le Kürt’ün giderek daha ayrılmasından bahsediyorum.
Bölgedeki dengeler derken neyi anlıyoruz? PKK, devlet, ABD şüphesiz bunun içinde…Ve bunlar öyle soyut kavramlar değil, gün gibi kimin ne yaptığı ortada. Bunlara yoğunlaşsak ne olduğunu daha iyi anlarız gibi…
Evet, yukardaki yorumlar yazıldığından beri epey gelişmeler yaşandı.
Arkadaşlar Kürt meselesinin en azından silahlı çatışma boyutunun çözümsüz olduğunu düşünüyorlar mı hala merak ediyorum.
Bence son gelişmeler, süreç bir nebze yavaşlasa bile, her iki tarafın da uzlaşmaya hazır olduğunu gösteriyor.
Uzun vadede solun önünün açılması da bu gelişmeye bağlı olacaktır. Aksi takdirde kürt sorunu solu felç etmeye devam edecektir.
Ne solu efendim, adamlar Türkiye’yi düzüyorlar solun önü nasıl açılsın? AKP’nin yürüttüğü açılım ABD zoruyla yürüyor, hiç böyle bir niyetleri yoktu aslında…Bunun sonucunda varılacak yer daha devrimci bir yer değil, daha olumsuz, daha sorunlu bir yer olacaktır…
sis bulutu’nun ve benim yazdıklarımı tekrar gözden geçirdim de 2 ayı aşkın bir süredir olup bitenler beni doğruluyor…
Dtp kapatildi.
Kurt acilimindan umutlanan, politikacilarin politikalarina hafiften de olsa kanan solculara, muhaliflere duyurulur:
“Iyi seyler olacak soylemi bir dengeler politikasidir”
Bu gun gordugumuz bu. Siz 4 ay oncesinden soylemissiniz.
ongorunuzden, yaygin furyaya kapilmadan yaptiginiz tahlillerinizden oturu tebrik ederim Zileli. Selamlar.
bu kararınıza sevindim
sellamlar
basarilar